YUHANNA İncili, “Önce kelime
(söz) vardı” diye başlıyor. Bu durumda “yazı”, sonradan gelmiş oluyor. Söz ve
yazı, kendi geleceklerini şekillendirmişler. Söz radyoyla yoluna devam ederken,
yazı da resim ve gazeteyle… Sonrasında söz ve yazı bir araya gelerek sinemayla
yürümüşler. Ardından televizyonla… Televizyondan sonra internet ve sosyal ağlarla
devam eden bir yolculuk var.
“Kitle
iletişim araçları” (medya) adını alan bu yolcular arasında sosyal ağların gücü
her geçen gün artıyor olsa da televizyon, uzun süreden beri kaptan köşkünde oturuyor.
Üstelik her geçen gün daha da güçlenerek… İnternet ve sosyal ağlar da
güçleniyor ve gelişiyor olsa da hiçbiri televizyonun gücünü azalt(a)madı. Öyle
görünüyor ki, televizyon daha uzun süre ve güçlenmiş olarak medyanın kaptan
köşkünü elinde tutacak.
Medyanın
ve doğal olarak televizyonun bu namütenahi gücüne tekrar döneceğiz. Gelin, önce
yazıdan başlayarak internet ve sosyal ağlara uzanan bu çizginin temelini oluşturan
iletişim üzerine konuşalım…
Genel
bir ifadeyle, iletişimi “insanlar arasında var olan duygu ve düşüncelerin
karşılıklı hareketi” olarak tanımlamak mümkün. Bu hareketin içinde duygu ve
düşüncelerin yanında bilgiyi de eklemek gerekir.[1] Adına
“iletişim” denilen bu hareket, insanlığın var oluşuyla ortaya çıkmıştır ve o
günden bugüne değişerek ve gelişerek devam etmektedir. Dolayısıyla iletişim,
insanların çevresinden ve karşısındakinden etkilenmek suretiyle, karşısındakine
kendisini ve karşısındakini anlamlandırarak ona ulaşmak istemesidir.[2]
İletişimi
sadece bireysel bir oluşum olarak kabul etmek doğru değildir. İletişimin
ağırlıklı yönü, toplumsal yönüdür. Çünkü toplumsal hayatın sürdürülebilmesi
iletişimle mümkün olmaktadır. İletişimin toplumsal yönü, aynı zamanda toplumun
devamının da olmazsa olmazıdır. Kaldı ki, toplumsal değerlerin nesilden nesle
aktarılması görevi iletişimin omuzlarındadır.
İletişimin
toplumsal değerleri aktarma misyon ve gücüne sahip olduğu kadar toplumsal
değerleri değiştirme misyon ve gücüne de sahip olduğu gerçeği gözden uzak
tutulmamalıdır ki bu yazının ana teması da budur. İletişim, bu görev ve gücünü,
günümüzde toplumsal değişimlere paralel olarak, mağara resimlerinden başlayan
bir serüvenle medya ile sürdürmektedir. Bu görev ve gücün karşısında durabilmek
kolay değil. Özdemir Asaf’ın, “Bir insan
topluluğunun nasıl yönetildiğini anlamak isterseniz onun müziğine bakın”
yaklaşımı şüphesiz doğrudur. Ancak burada müzik, yerini medyaya bırakmış
durumda. Çünkü o müziği de sunma, sunmama, beğendirme, takdim etme gücü ve
misyonu medyanın.[3]
Medya,
bir bütün olarak toplumu etkilerken bireyleri de farklı boyutlarda etkilemekte
ve değiştirmektedir.[4]
Bu değişim süreci, son derece hızlı ve bir o kadar da güçlüdür. Medya dil ve
görsel materyal kullanımı ile toplumsal olguları ortaya koymaktadır.[5]
Medya, kendine has yöntemler biçimlendirip kullandığı bilgi ve haber akışı
sayesinde kolaylıkla toplumsal boyut kazanmakta ve böylelikle medya, kendine
göre bir kültür ve yaşam biçimi ortaya çıkarmaktadır.[6]
Medyanın
televizyon, gazete, radyo, internet ve sosyal ağlarla sürdürdüğü bu değişim güç
ve misyonunun başat aktörü televizyondur. Televizyondan sonra sahne alan ve
televizyonu kaptan köşkünden çıkartacağı düşünülen internet ve sosyal ağlar, televizyonun
kitlesel etkileme gücü karşısında cılız kalıyor.
Televizyon,
hem teknoloji, hem de zaman bakımından internet ve sosyal ağlara göre daha
avantajlı bir konuma sahiptir. Bilindiği üzere televizyon, ilk yayınını Amerika
Birleşik Devletleri’nde (ABD) 1928 yılında gerçekleşmiştir.[7]
Ülkemizde Türkiye Radyo Televizyon (TRT) olarak 31 Ocak 1968’de haftada 3 gün
üçer saat olarak başlayan televizyon yayıncılığı, 31 Aralık 1981 tarihinden
itibaren renkli yayına başlamış, bunu 1986 yılında TRT-2’nin yayın hayatına girmesi
takip etmiştir. 1 Mart 1990’dan itibaren özel kanallar da yayın hayatına
başlamıştır.[8]
Medya
ve özellikle televizyonun gücünün büyüdüğü sürecin özelliği olarak ortaya çıkan
tüketimin artması ve toplumun tüketim toplumuna dönüşmesi, post-modern dönemle
birlikte ailenin ve kimliklerin parçalanması ve farklılıkların ve de
çeşitliliklerin ön plâna çıkması ilginçtir. Bu süreç ve değişimin, medya ve
özellikle televizyonla ilgisi olmadığını düşünmek abesle iştigalden başka bir
şey değildir.[9]
Bu
değişimin yegâne sahibi medya, özellikle de televizyondur. Bu değişimde
televizyonun gücünün ölçülmesi için büyük anketlere gerek yoktur. Sadece son
dönemde gösterilen -ve tabiî ki tutulan- dizilerdeki isimlerle yeni doğan
çocuklara verilen isimlerin karşılaştırılması bile bu gerçeği ortaya koymaya
yeterlidir.[10]
Bu değişim özellikle tematik yayıncılık faaliyetinde yapılmaktadır. Televizyon
kanalları “tematik yayıncılık” adı altında toplumsal birlikteliği, bireysellik
jargonuyla moda, müzik, alışveriş ve spor gibi başlıklar altında sağlamaktadır.
Ailenin ve kimliklerin parçalanması bu şekilde kolayca yapılabilmektedir.[11]
Televizyonun
bu değişimi sırf ticaret olsun ve para kazanılsın diye yaptığını düşünmek,
tarihi okuyamamak, dünü bil(e)memek ve dolayısıyla bugünü ve geleceği
yorumlayamamaktır. Aynı şekilde, yükü sadece dizilere ya da reklâmlara yıkmak
da kolaycılıktır. Televizyonların asıl faaliyeti ve bilinçaltı çalışması,
eğlence programları ile haber sunumunda ve haber dilinde saklıdır. Özellikle
haber kısmı, yayın bombardımanına hazırlıksız olan toplumları hak ile yeksan
etme gücüne sahiptir.
Televizyonun
toplumu değiştirmekte sadece dizileri kullandığı düşüncesi, televizyon kanalı
sahiplerinin en büyük numarasıdır. Bu numara, kanal sahiplerinin en büyük “Cambaza
bak!” numarasıdır ve sirklerde bu numarayı yapan yankesicilerden daha
alçakçadır. Çünkü o yankesiciler orada bulunanların sadece parasını çalarken,
televizyon ise izleyenlerin kültürünü, birikimini, aklını, yaşamını ve en acısı
da ruhunu çalmaktadır. Televizyon kanalları sahiplerine ruhunu çaldırmak
istemeyenler, lütfen sadece cambaza bakmak yerine televizyonun kullandığı dile,
kelimelere ve en önemlisi de haber diline dikkat etmelidirler!
[1]Crowley, David &
Heyer, Paul, İletişim Tarihi (Çev.: Berkay Ersöz), Ankara:
Phoenix, 2010, ss. 18.
[2]Usluata, Ayseli, İletişim, İstanbul: İletişim, 1997, ss. 5.
[3]Asaf, Özdemir, Yalnızlık Paylaşılmaz, İstanbul: Adam
Yayınları, 1989.
[4]Özdemir, Mehmet, İlköğretim Öğretmenlerinin Aile Değerleri ve
Medyanın Aile Değerlerine Etkisi Hakkındaki Görüşleri, Yeditepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi Ana Bilim
Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009, ss. 21.
[5]Oktay, Ahmet, Medya ve Hedonizm, İstanbul: 1995, ss.
169.
[6]Büyükbaykal, Ilgaz
Ceyda, “Kitle İletişim Araçları ve Toplumsal Yaşam”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2005 (21), ss.71.
[7]Oskay, Ünsal, Toplumsal Gelişmede Radyo ve Televizyon,
Ankara: Sevinç Matbaası, 1971, ss. 17.
[8] http://www.trt.net.tr/Kurumsal/Tarihce.aspx,
Erişim Tarihi: 15.09.2021.
[9]Karaboğa, Tahir, “Bir Kitle İletişimsizlik Aracı Olarak Televizyon”,
Sosyoloji Notları Dergisi, 2007 (3), ss. 26.
[10] Sayılgan, Emine, “Medya Sektöründe Bir Uzmanlaşma
Olgusu Olarak Tematik Kanallar ve İzleyici
Çeşitliliğinin
Tematik Kanal Oluşumundaki Rolü”, Gümüşhane
Üniversitesi İletişim Fakültesi E-Dergisi, 2014 (3), ss. 6.
[11]Kuyucu, Mihalis, “Türkiye’de Tematik Tv Yayıncılığı: Gençlerin
Tematik Televizyon İzleme
Alışkanlıklarının Televizyon Yayıncılığına Olan Yansımaları”, International
Journal of Social Science, 2015.