“Baba, cambaza bak(ma)!”

Kanal sahiplerinin en büyük numarası, “Cambaza bak!” numarasıdır ve sirklerde bu numarayı yapan yankesicilerden daha alçakçadır. Çünkü o yankesiciler orada bulunanların sadece parasını çalarken, televizyon ise izleyenlerin kültürünü, birikimini, aklını, yaşamını ve en acısı da ruhunu çalmaktadır.

YUHANNA İncili, “Önce kelime (söz) vardı” diye başlıyor. Bu durumda “yazı”, sonradan gelmiş oluyor. Söz ve yazı, kendi geleceklerini şekillendirmişler. Söz radyoyla yoluna devam ederken, yazı da resim ve gazeteyle… Sonrasında söz ve yazı bir araya gelerek sinemayla yürümüşler. Ardından televizyonla… Televizyondan sonra internet ve sosyal ağlarla devam eden bir yolculuk var.

“Kitle iletişim araçları” (medya) adını alan bu yolcular arasında sosyal ağların gücü her geçen gün artıyor olsa da televizyon, uzun süreden beri kaptan köşkünde oturuyor. Üstelik her geçen gün daha da güçlenerek… İnternet ve sosyal ağlar da güçleniyor ve gelişiyor olsa da hiçbiri televizyonun gücünü azalt(a)madı. Öyle görünüyor ki, televizyon daha uzun süre ve güçlenmiş olarak medyanın kaptan köşkünü elinde tutacak.

Medyanın ve doğal olarak televizyonun bu namütenahi gücüne tekrar döneceğiz. Gelin, önce yazıdan başlayarak internet ve sosyal ağlara uzanan bu çizginin temelini oluşturan iletişim üzerine konuşalım… 

Genel bir ifadeyle, iletişimi “insanlar arasında var olan duygu ve düşüncelerin karşılıklı hareketi” olarak tanımlamak mümkün. Bu hareketin içinde duygu ve düşüncelerin yanında bilgiyi de eklemek gerekir.[1] Adına “iletişim” denilen bu hareket, insanlığın var oluşuyla ortaya çıkmıştır ve o günden bugüne değişerek ve gelişerek devam etmektedir. Dolayısıyla iletişim, insanların çevresinden ve karşısındakinden etkilenmek suretiyle, karşısındakine kendisini ve karşısındakini anlamlandırarak ona ulaşmak istemesidir.[2]

İletişimi sadece bireysel bir oluşum olarak kabul etmek doğru değildir. İletişimin ağırlıklı yönü, toplumsal yönüdür. Çünkü toplumsal hayatın sürdürülebilmesi iletişimle mümkün olmaktadır. İletişimin toplumsal yönü, aynı zamanda toplumun devamının da olmazsa olmazıdır. Kaldı ki, toplumsal değerlerin nesilden nesle aktarılması görevi iletişimin omuzlarındadır. 

İletişimin toplumsal değerleri aktarma misyon ve gücüne sahip olduğu kadar toplumsal değerleri değiştirme misyon ve gücüne de sahip olduğu gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır ki bu yazının ana teması da budur. İletişim, bu görev ve gücünü, günümüzde toplumsal değişimlere paralel olarak, mağara resimlerinden başlayan bir serüvenle medya ile sürdürmektedir. Bu görev ve gücün karşısında durabilmek kolay değil.  Özdemir Asaf’ın, “Bir insan topluluğunun nasıl yönetildiğini anlamak isterseniz onun müziğine bakın” yaklaşımı şüphesiz doğrudur. Ancak burada müzik, yerini medyaya bırakmış durumda. Çünkü o müziği de sunma, sunmama, beğendirme, takdim etme gücü ve misyonu medyanın.[3]

Medya, bir bütün olarak toplumu etkilerken bireyleri de farklı boyutlarda etkilemekte ve değiştirmektedir.[4] Bu değişim süreci, son derece hızlı ve bir o kadar da güçlüdür. Medya dil ve görsel materyal kullanımı ile toplumsal olguları ortaya koymaktadır.[5] Medya, kendine has yöntemler biçimlendirip kullandığı bilgi ve haber akışı sayesinde kolaylıkla toplumsal boyut kazanmakta ve böylelikle medya, kendine göre bir kültür ve yaşam biçimi ortaya çıkarmaktadır.[6]

Medyanın televizyon, gazete, radyo, internet ve sosyal ağlarla sürdürdüğü bu değişim güç ve misyonunun başat aktörü televizyondur. Televizyondan sonra sahne alan ve televizyonu kaptan köşkünden çıkartacağı düşünülen internet ve sosyal ağlar, televizyonun kitlesel etkileme gücü karşısında cılız kalıyor. 

Televizyon, hem teknoloji, hem de zaman bakımından internet ve sosyal ağlara göre daha avantajlı bir konuma sahiptir. Bilindiği üzere televizyon, ilk yayınını Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 1928 yılında gerçekleşmiştir.[7] Ülkemizde Türkiye Radyo Televizyon (TRT) olarak 31 Ocak 1968’de haftada 3 gün üçer saat olarak başlayan televizyon yayıncılığı, 31 Aralık 1981 tarihinden itibaren renkli yayına başlamış, bunu 1986 yılında TRT-2’nin yayın hayatına girmesi takip etmiştir. 1 Mart 1990’dan itibaren özel kanallar da yayın hayatına başlamıştır.[8]

Medya ve özellikle televizyonun gücünün büyüdüğü sürecin özelliği olarak ortaya çıkan tüketimin artması ve toplumun tüketim toplumuna dönüşmesi, post-modern dönemle birlikte ailenin ve kimliklerin parçalanması ve farklılıkların ve de çeşitliliklerin ön plâna çıkması ilginçtir. Bu süreç ve değişimin, medya ve özellikle televizyonla ilgisi olmadığını düşünmek abesle iştigalden başka bir şey değildir.[9]  

Bu değişimin yegâne sahibi medya, özellikle de televizyondur. Bu değişimde televizyonun gücünün ölçülmesi için büyük anketlere gerek yoktur. Sadece son dönemde gösterilen -ve tabiî ki tutulan- dizilerdeki isimlerle yeni doğan çocuklara verilen isimlerin karşılaştırılması bile bu gerçeği ortaya koymaya yeterlidir.[10] Bu değişim özellikle tematik yayıncılık faaliyetinde yapılmaktadır. Televizyon kanalları “tematik yayıncılık” adı altında toplumsal birlikteliği, bireysellik jargonuyla moda, müzik, alışveriş ve spor gibi başlıklar altında sağlamaktadır. Ailenin ve kimliklerin parçalanması bu şekilde kolayca yapılabilmektedir.[11]

Televizyonun bu değişimi sırf ticaret olsun ve para kazanılsın diye yaptığını düşünmek, tarihi okuyamamak, dünü bil(e)memek ve dolayısıyla bugünü ve geleceği yorumlayamamaktır. Aynı şekilde, yükü sadece dizilere ya da reklâmlara yıkmak da kolaycılıktır. Televizyonların asıl faaliyeti ve bilinçaltı çalışması, eğlence programları ile haber sunumunda ve haber dilinde saklıdır. Özellikle haber kısmı, yayın bombardımanına hazırlıksız olan toplumları hak ile yeksan etme gücüne sahiptir.  

Televizyonun toplumu değiştirmekte sadece dizileri kullandığı düşüncesi, televizyon kanalı sahiplerinin en büyük numarasıdır. Bu numara, kanal sahiplerinin en büyük “Cambaza bak!” numarasıdır ve sirklerde bu numarayı yapan yankesicilerden daha alçakçadır. Çünkü o yankesiciler orada bulunanların sadece parasını çalarken, televizyon ise izleyenlerin kültürünü, birikimini, aklını, yaşamını ve en acısı da ruhunu çalmaktadır. Televizyon kanalları sahiplerine ruhunu çaldırmak istemeyenler, lütfen sadece cambaza bakmak yerine televizyonun kullandığı dile, kelimelere ve en önemlisi de haber diline dikkat etmelidirler!  



[1]Crowley, David &  Heyer, Paul,  İletişim Tarihi (Çev.: Berkay Ersöz), Ankara: Phoenix, 2010, ss. 18.

[2]Usluata, Ayseli, İletişim, İstanbul: İletişim, 1997, ss. 5.

[3]Asaf, Özdemir, Yalnızlık Paylaşılmaz, İstanbul: Adam Yayınları, 1989.

[4]Özdemir, Mehmet, İlköğretim Öğretmenlerinin Aile Değerleri ve Medyanın Aile Değerlerine Etkisi Hakkındaki Görüşleri, Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi Ana Bilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009, ss. 21.

[5]Oktay, Ahmet, Medya ve Hedonizm, İstanbul: 1995, ss. 169.

[6]Büyükbaykal, Ilgaz Ceyda,  “Kitle İletişim Araçları ve Toplumsal Yaşam”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2005 (21), ss.71.

[7]Oskay, Ünsal, Toplumsal Gelişmede Radyo ve Televizyon, Ankara: Sevinç Matbaası, 1971, ss. 17.

[8] http://www.trt.net.tr/Kurumsal/Tarihce.aspx, Erişim Tarihi: 15.09.2021.

[9]Karaboğa, Tahir, “Bir Kitle İletişimsizlik Aracı Olarak Televizyon”, Sosyoloji Notları Dergisi, 2007 (3), ss. 26.

[10] Sayılgan, Emine, “Medya Sektöründe Bir Uzmanlaşma Olgusu Olarak Tematik Kanallar ve İzleyici

Çeşitliliğinin Tematik Kanal Oluşumundaki Rolü”, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi E-Dergisi, 2014 (3), ss. 6.

[11]Kuyucu, Mihalis, “Türkiye’de Tematik Tv Yayıncılığı: Gençlerin Tematik Televizyon İzleme
Alışkanlıklarının Televizyon Yayıncılığına Olan Yansımaları”, International Journal of Social Science, 2015
.