“Ba’su ba’del mevt”

Bin dört yüz yıl öncesinde yaşamış, hiçbirimizin görmediği Resûlullah’ın sancağı, bütün Müslümanları toplayabiliyordu. Hatırlarsan, payitaht İstanbul’da dedem Cennet Mekân Sultan Abdülhamid Han, “Lâ ilâhe illâ Allah, Muhammedu’r-Resûllullah” diyor. Pakistan’da bir Müslümanın kalbi titriyor o nidâ ile…

ÖLÜM, ruhun bedenden çıkması mı, bedenin ruhu istememesi midir? Ruhsuz bedenler yaşarlar mı? Beden ruha mı muhtaçtır? Yolda hiç yürüyen ölüler görmez miyiz?

İlk önce sizlerle “ba’su” kelimesinin ne anlama geldiğini, bizdeki yerini irdeleyelim. “Diriltilmek, dirilmek” gibi mânâlarda kullanılan kelimelerin İslâmcasıdır “ba’su”. Hazreti Âdem Babamızdan önce biz nâmına bir şey yoktu bu tarlada, böyle iman ettik. Hazreti Âdem yoktan yaratıldı ve Allah, varlığından ruh üfledi. Âdem oldu böylece. Bizler de bazı yüzlerin ağarıp bazı yüzlerin kararacağı o elim günde belki sonsuz huzurun teminatı olan Cennet’e, belki de sonsuz gazaba duçar olanların yerine gitmek üzere rüyadaki uykudan sonsuzluk nâmına uyandırılacağız.

Biz Âdemler, dünyada derin bir uyku içerisindeyiz. Bir gün ansızın bilâruh beden olduğumuzda, bizi biz yapan ruhumuz yükselecek semâ-i a’lâya. Ölüm bizler için sonsuzluğa uyanmaktır. Çünkü ölüm, bizler için bu bataklık tarladan sonsuz huzura kavuşmaktır. Ölümden hiçbir zaman korkmayız; çünkü ölümden öte Cennet vardır.

“Ba’de” kelimesine geçelim... Anlamı, “sonra” demek... Resûllullah’ın lügâtinde... “Sonralar” ve bilhassa “sonlar”, bizim için çok değerlidir. Sonlarımız besmeledir bizim. Neden mi? Çünkü biz bir iş yaparken, olmazsa yahut hiç yapamazsak, o tür işlerin sonlarında yeni bir besmele vardır. Her besmelemiz yeni bir sabaha müjdecidir âdeta. “Ba’de” kelimesinin bu cümledeki yeri de tam olarak budur bence. Neydi cümlemiz? “Ölümden sonra dirilmek”... Hayatın her alanında bu vardır. Geceden sonra sabah, hastalıktan sonra şifa, târumârdan sonra nizam... Sonradan öncesi hep kötü görünse de “Her şerde bir hayır vardır” diye boşuna dememiş İlmin Sahibi.

Çevremizin bizim için kötü görüp üzüldüğü ölüm öyle bir oluştur ki, sonrasında dirilmek üzere bekletir sanki bizi. Bir de öyle ölmek gerek ki, “Yâdında mı doğduğun günler?/ Sen ağlar idin, gülerdi âlem./ Bir öyle ömür geçir ki, olsun/ Mevtin sana hande, halka mâtem” demiş şair. (Doğduğun günler hatırında mı? Sen ağlar idin, o vakit herkes, sen geldin diye âleme, neşe içindeydi. Öyle yaşa ki, ölüm sana gülmek olsun.)

“Mevt” kelimesine geldik nihayet. Bütün mânâ burada belki de. Ölüm nedir acep? Ölüm, şairin deyimiyle bayramdır, felâhtır, sonsuzluğa uyanmaktır âdeta. Ölmekle olmak arasında iki nokta var. Ölürsen, olursun. Ölürsen yanarsın, âdeta od olur, yakar ve öldürür seni, geçirir kendinden. Ama olursan, ölürsün. İnsanoğlu öyle armut gibi olgunlaşınca olmaz insan. Devamlı ölür, öldükçe olur.

Peki, şimdi büyük resme bakalım. “Ba’su ba’del mevt”, ölümden sonra diriltilmek, aklın zor alacağı bir durum. Aklın sınırları yetmez bunu tahayyüle, lâkin gayreti içinde olmadan zordur bunu anlamak. Yazdıklarımı okuduktan sonra gözlerinizi kapatın ve hayâle çalışın...

Toprağın bütün soğukluğu sizi sarmış, böcekler etrafınızda dolaşıyor. Görüyorsunuz sanki ama hissizsiniz işte, cevapsızsınız yani. Belki Cennet bahçelerinden bir bahçe, belki de Cehennem çukurlarından bir çukur... Zaman yok size orada. Bir ses duyuldu. Anlamadınız. Ama o anda, yaşayan herkes öldü birden. Her nefis ölümü tadacaktır elbet; bazılarına şerbetli tatlı, bazılarına sirke gibidir o an...

Bir kez daha ses duyuldu. Herkes uyanıyor o anda. Anneler çocuklarından kaçıyor. Kargaşa o an ile mânâ bulmuş sanki. O anda Huzûr-u A’lâ’dasınız. Kim zerre kadar hayır işledi veya zerre kadar şer işlediyse görünüyor orada. Bir sancak görünüyor uzaklarda. Hacı Dede’nin ettiği duâ aklına geliyor birden ve ondaki bir kelime: Livâu’l-Hamd... Sancakların en kapsayıcısı ve en ferahlatıcısı odur. Dünyada dahi o sancak korur bizi ve himayesi altında gölgelendirir...

Bin dört yüz yıl öncesinde yaşamış, hiçbirimizin görmediği Resûlullah’ın sancağı, bütün Müslümanları toplayabiliyordu. Hatırlarsan, payitaht İstanbul’da dedem Cennet Mekân Sultan Abdülhamid Han, “Lâ ilâhe illâ Allah, Muhammedu’r-Resûllullah” diyor. Pakistan’da bir Müslümanın kalbi titriyor o nidâ ile… Bilâhare seni belki Cennet bahçelerinden bir bahçe kabul edecek, belki de Cehennem çukurlarından bir çukur...

Bir lokantada enfes bir sofrada yemek yediğinizi düşünün... Hesabı ödemeden dükkândan çıkmak olur mu? Olmaz! Oldu diyelim, dükkânın sahibi onu affetmiştir. Dünya da o dükkân misâli... Dükkânın sahibi Allah, yaptığımız hatâları hâddi aşmak olmadıkça dükkândan çıkmadan söylediğimiz bir kelime ile affeder: “Allah’ım, Sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizleri de affeyle!”

Ezcümle, ölümden sonra dirilmek haktır. İşittik, âmenna!