Azgın azınlığın azması hayra alâmet değil!

Gezi sürecinden beri Türkiye’de cereyan eden olayların arkasında, bu topraklarda azınlıklar üzerinden operasyon çekenler yer almaktadır. Son olarak Hrant Dink Vakfı’na yönelik tehditler ve diğer gayr-i Müslimlere yönelik saldırılar da aynı tezgâhın yeniden sahneye konulmak istendiğinin açık delilidir. Eğer olayların bu yönünü göremezsek, azgın azınlığının Türkiye’de oluşturacağı kaosun faturası ağır olur!

BATILI devletlerin, zayıflayan Osmanlı’nın içişlerine müdahalesinin temelinde, Osmanlı vatandaşı olan gayr-i Müslimler yatmaktaydı.

Misyonerlik faaliyetleriyle Osmanlı topraklarına sızan Haçlılar, Rum ve Ermeniler başta olmak Osmanlı vatandaşı olan gayr-i Müslimleri kendilerine hedef kitle olarak belirlediler.

1700’lerin sonu ile 1800’lerin başında Osmanlı coğrafyası, Haçlı misyonerlerin ana hedefi hâline gelmişti. Normal şartlarda dinini tebliğ etmek için gelen Hıristiyan ve başka dinden kişilere kimsenin itirazı olmaz. Ancak, Osmanlı coğrafyasına gelen misyoner görünümlü Haçlılar, bir dini tebliği etmenin ötesinde farklı faaliyetler içine girmişlerdi.

Kendi dinlerinden olmayan kişilere dinlerini anlatmak yerine, kendi dinlerinden olan Ermeni, Rum ve diğer Hıristiyan gruplara, “mezhepsel faaliyetler” altında Osmanlı’yı parçalama düşüncesi içindeydiler.

Bu dönemlerde Amerika menşeli birçok Protestan misyoner örgüt de bulunuyordu. Bunların en büyüğü ve en yaygını, Amerikan Board’dı.

1820’de Osmanlı topraklarında faaliyete başlayan Amerikan Board, Osmanlı topraklarında yüzlerce misyoner okulu açtı.

2002 yılında Hürriyet gazetesine röportaj veren ve Türkiye’de 40 yıl görev yapan dönemin Amerikan Board Türkiye Genel Sekreteri Alan Ritchie McCain, faaliyetlerini şu ifadelerle anlatmıştı:

“Türkiye, Hıristiyanlık dini açısından önemli bir yer, ben de o yüzden burayı seçtim…

Biz Cumhuriyet’ten sonra misyonerlik faaliyetinde bulunmadık. Biz buraya Müslümanları Hıristiyan yapalım diye gelmedik.

Bizim işimizin çoğu Ermeni, Rum ve Süryanilerdi. Biz dinler arasında diyalog istiyoruz. 40 yıldan fazladır buradayım, herhangi bir Müslümanın Hıristiyan olduğunu bilmiyorum…”

Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Hıristiyan cemaatin çoğu Anadolu topraklarını terk etmişlerdi. Board okulları da onlara hizmet götürebilmek için Beyrut, Suriye ve Yunanistan’a taşındı.

Alan Ritchie McCain, “Amerikan Board nedir?” sorusuna ise şu cevabı vermiş:

“1810’lu yıllar Amerika’da dinin yeniden ön plâna çıktığı ve Hıristiyanlık için ‘İkinci Büyük’ Uyanış olarak adlandırılan bir dönemdi ve de dünyaya açılma başlamıştı. American Board of Commissioners for Foreign Missions bu sıralarda kuruldu.

İlk misyonerler Hindistan’a, sonra da Havai’ye gittiler. Daha sonra da İncil’deki kutsal yerlere…

Kutsal topraklar o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeydi. Önce Malta’ya, oradan İzmir’e ve daha sonra da İstanbul’a geldiler. Özellikle Ermeni ve Rum vatandaşlar üzerinde çalışıyorduk.

Bizim misyonerler hem öğretmen, hem doktor, hem de papazdılar.

Amerikan Board’ın en yaygın faaliyet gösterdiği ülke, Türkiye’ydi.”

Osmanlı topraklarına misyonerlik faaliyetleri maskesiyle gelen bu gruplar, Osmanlı’nın Hıristiyan vatandaşlarını devşirerek çeşitli terör örgütleri kurdular ve isyan hareketlerine imza attılar. Balkanların kaybedilmesi başta olmak üzere Osmanlı’nın yıkılışına giden süreçte bu misyoner örgütler ana aktör olarak görevler üstlendiler.

Sadece isyan hareketlerini örgütlemediler, aynı zamanda günümüzün FETÖ’sü gibi, eğitim yoluyla Osmanlı Devleti’nin çeşitli kademelerine de sızarak, her türlü istihbarat ve casusluk faaliyetini işleyerek Osmanlı’ya karşı savaşan devletlere destek sağladılar.

Rum, Sırp ve Bulgar çetelerinin yanı sıra Osmanlı coğrafyasında faaliyet gösteren en önemli gayr-i Müslim terör örgütleri, şüphesiz Ermeni Taşnak ve Hınçak örgütleriydi.

Bu örgütler Birinci Dünya Savaşı öncesinde İtilâf Devletleri’nin işini kolaylaştırmak için her türlü terörist faaliyetleri gerçekleştirdiler. Hattâ Osmanlı Devleti’nin yanında yer alan diğer gayr-i Müslim vatandaşlara suikast başta olmak çeşitli saldırı ve sabotajlar düzenliyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ana başlıklarından biri de yine Osmanlı topraklarındaki azınlıklardı. Azınlıkların bulunduğu yerlerde karışıklık olursa, İtilâf Devletleri orayı işgal edebilecekti. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkması da işte bu tezgâhı bozmak ve Karadeniz bölgesi başta olmak üzere Ermeni ve Rum azınlıkların işgale zemin hazırlamak üzere çıkarabileceği karışıklıkları kontrol etme amacına matuftu.

Mustafa Kemal Atatürk, 24 Nisan 1920 tarihli Büyük Millet Meclisi konuşmasında, İtilâf Devletleri’nin Ermenileri nasıl çıkarlarına alet ettiğini defaten vurgulamıştır.

Eskiden olduğu gibi yakın tarihte ve günümüzde de benzer bir şekilde Türkiye’deki azınlıklar üzerinden çeşitli provokasyon ve hesaplar yapılmaktadır.

Gezi sürecinden beri Türkiye’de cereyan eden olayların arkasında, bu topraklarda azınlıklar üzerinden operasyon çekenler yer almaktadır.

Son olarak Hrant Dink Vakfı’na yönelik tehditler ve diğer gayr-i Müslimlere yönelik saldırılar da aynı tezgâhın yeniden sahneye konulmak istendiğinin açık delilidir.

Eğer olayların bu yönünü göremezsek, azgın azınlığının Türkiye’de oluşturacağı kaosun faturası ağır olur!