BATILI devletlerin,
zayıflayan Osmanlı’nın içişlerine müdahalesinin temelinde, Osmanlı vatandaşı
olan gayr-i Müslimler yatmaktaydı.
Misyonerlik
faaliyetleriyle Osmanlı topraklarına sızan Haçlılar, Rum ve Ermeniler başta
olmak Osmanlı vatandaşı olan gayr-i Müslimleri kendilerine hedef kitle olarak
belirlediler.
1700’lerin
sonu ile 1800’lerin başında Osmanlı coğrafyası, Haçlı misyonerlerin ana hedefi
hâline gelmişti. Normal şartlarda dinini tebliğ etmek için gelen Hıristiyan ve
başka dinden kişilere kimsenin itirazı olmaz. Ancak, Osmanlı coğrafyasına gelen
misyoner görünümlü Haçlılar, bir dini tebliği etmenin ötesinde farklı
faaliyetler içine girmişlerdi.
Kendi
dinlerinden olmayan kişilere dinlerini anlatmak yerine, kendi dinlerinden olan
Ermeni, Rum ve diğer Hıristiyan gruplara, “mezhepsel faaliyetler” altında Osmanlı’yı
parçalama düşüncesi içindeydiler.
Bu
dönemlerde Amerika menşeli birçok Protestan misyoner örgüt de bulunuyordu.
Bunların en büyüğü ve en yaygını, Amerikan Board’dı.
1820’de
Osmanlı topraklarında faaliyete başlayan Amerikan Board, Osmanlı topraklarında
yüzlerce misyoner okulu açtı.
2002
yılında Hürriyet gazetesine röportaj veren ve Türkiye’de 40 yıl görev yapan
dönemin Amerikan Board Türkiye Genel Sekreteri Alan Ritchie McCain, faaliyetlerini
şu ifadelerle anlatmıştı:
“Türkiye,
Hıristiyanlık dini açısından önemli bir yer, ben de o yüzden burayı seçtim…
Biz Cumhuriyet’ten
sonra misyonerlik faaliyetinde bulunmadık. Biz buraya Müslümanları Hıristiyan
yapalım diye gelmedik.
Bizim işimizin
çoğu Ermeni, Rum ve Süryanilerdi. Biz dinler arasında diyalog istiyoruz. 40
yıldan fazladır buradayım, herhangi bir Müslümanın Hıristiyan olduğunu
bilmiyorum…”
Birinci
Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Hıristiyan cemaatin çoğu Anadolu
topraklarını terk etmişlerdi. Board okulları da onlara hizmet götürebilmek için
Beyrut, Suriye ve Yunanistan’a taşındı.
Alan
Ritchie McCain, “Amerikan Board nedir?” sorusuna ise şu cevabı vermiş:
“1810’lu yıllar
Amerika’da dinin yeniden ön plâna çıktığı ve Hıristiyanlık için ‘İkinci Büyük’
Uyanış olarak adlandırılan bir dönemdi ve de dünyaya açılma başlamıştı.
American Board of Commissioners for Foreign Missions bu sıralarda kuruldu.
İlk misyonerler
Hindistan’a, sonra da Havai’ye gittiler. Daha sonra da İncil’deki kutsal
yerlere…
Kutsal topraklar o
zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeydi. Önce Malta’ya, oradan
İzmir’e ve daha sonra da İstanbul’a geldiler. Özellikle Ermeni ve Rum
vatandaşlar üzerinde çalışıyorduk.
Bizim misyonerler
hem öğretmen, hem doktor, hem de papazdılar.
Amerikan Board’ın
en yaygın faaliyet gösterdiği ülke, Türkiye’ydi.”
Osmanlı
topraklarına misyonerlik faaliyetleri maskesiyle gelen bu gruplar, Osmanlı’nın
Hıristiyan vatandaşlarını devşirerek çeşitli terör örgütleri kurdular ve isyan
hareketlerine imza attılar. Balkanların kaybedilmesi başta olmak üzere
Osmanlı’nın yıkılışına giden süreçte bu misyoner örgütler ana aktör olarak
görevler üstlendiler.
Sadece
isyan hareketlerini örgütlemediler, aynı zamanda günümüzün FETÖ’sü gibi, eğitim
yoluyla Osmanlı Devleti’nin çeşitli kademelerine de sızarak, her türlü
istihbarat ve casusluk faaliyetini işleyerek Osmanlı’ya karşı savaşan
devletlere destek sağladılar.
Rum,
Sırp ve Bulgar çetelerinin yanı sıra Osmanlı coğrafyasında faaliyet gösteren en
önemli gayr-i Müslim terör örgütleri, şüphesiz Ermeni Taşnak ve Hınçak
örgütleriydi.
Bu
örgütler Birinci Dünya Savaşı öncesinde İtilâf Devletleri’nin işini
kolaylaştırmak için her türlü terörist faaliyetleri gerçekleştirdiler. Hattâ
Osmanlı Devleti’nin yanında yer alan diğer gayr-i Müslim vatandaşlara suikast
başta olmak çeşitli saldırı ve sabotajlar düzenliyorlardı.
Birinci
Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ana başlıklarından
biri de yine Osmanlı topraklarındaki azınlıklardı. Azınlıkların bulunduğu yerlerde
karışıklık olursa, İtilâf Devletleri orayı işgal edebilecekti. Mustafa Kemal’in
Samsun’a çıkması da işte bu tezgâhı bozmak ve Karadeniz bölgesi başta olmak
üzere Ermeni ve Rum azınlıkların işgale zemin hazırlamak üzere çıkarabileceği
karışıklıkları kontrol etme amacına matuftu.
Mustafa
Kemal Atatürk, 24 Nisan 1920 tarihli Büyük Millet Meclisi konuşmasında, İtilâf
Devletleri’nin Ermenileri nasıl çıkarlarına alet ettiğini defaten
vurgulamıştır.
Eskiden olduğu gibi yakın tarihte ve
günümüzde de benzer bir şekilde Türkiye’deki azınlıklar üzerinden çeşitli
provokasyon ve hesaplar yapılmaktadır.
Gezi
sürecinden beri Türkiye’de cereyan eden olayların arkasında, bu topraklarda
azınlıklar üzerinden operasyon çekenler yer almaktadır.
Son
olarak Hrant Dink Vakfı’na yönelik tehditler ve diğer gayr-i Müslimlere yönelik
saldırılar da aynı tezgâhın yeniden sahneye konulmak istendiğinin açık
delilidir.
Eğer
olayların bu yönünü göremezsek, azgın azınlığının Türkiye’de oluşturacağı
kaosun faturası ağır olur!