Azerbaycan, kan ve vatan

Ermenistan bu defa sert kayaya çarptı. Azerbaycan’dan gördüğü sert karşılıkla ciddî kayıplar verdi. Diğer taraftan Türkiye en yetkili ağızlardan her türlü şekilde Azerbaycan’ın yanında olduğunu, gerekirse müdahale edebileceğini, böyle bir durumda TSK’nın diğer cephelerdeki gücüne olumsuz bir etkisi olmayacağını beyan ederek Rusya’ya ve Fransa’ya mesaj verdi, âdeta meydan okudu!

ERMENİSTAN’IN bu defaki saldırısı, işgal bölgesindeki ateşkesin yeni bir ihlâli değil, Karabağ işgal bölgesinin kuzeyindeki sınırdan Azerbaycan ülkesine doğrudan bir saldırı, bir savaş ilânıdır!

Saldırının hedef aldığı Tovuz ili, Azerbaycan’ın en stratejik bölgesidir. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı, Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki Şah Deniz 2 Gaz Sahası ve Hazar Denizi’nin güneyindeki diğer sahalarda üretilen doğal gazın Türkiye’ye ve Avrupa’ya taşınması için yapılan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) ve Bakü-Tiflis-Kars demiryolu bu bölgeden geçiyor.

Yani burası, Azerbaycan’ı ekonomik olarak Türkiye’ye ve dünyaya bağlayan bir geçiş alanı, âdeta Azerbaycan’ın nefes borusudur.

Dolayısıyla yapılan saldırı önceden plânlanmış, Azerbaycan’ın gırtlağını sıkarak onu dize getirmeyi hedef almış bir saldırıdır.

Bu hedefe ulaşmakla Ermenistan’ın elde etmek istediği şey, Dağlık Karabağ ihtilafındaki isteklerini Azerbaycan’a kabul ettirmektir.

Fakat bu saldırıyı Ermenistan’ın kendi iradesi ve inisiyatifiyle yapmış olamayacağı, ancak kadim hâmileri olan Rusya ya da Fransa’dan birisinin yahut da her ikisinin teşvik ve kışkırtmasıyla yapmış olabileceği herkesçe bilinen bir keyfiyettir.

Bu itibarla bu emperyalist devletlerin bu olaydan beklentileri farklıdır. Onlar, böyle bir olaya müdâhil olacağından emin oldukları Türkiye’ye buradan da bir cephe açtırmak sûretiyle, karşı karşıya oldukları Suriye, Akdeniz ve Libya cephelerinde Türkiye’yi zayıflatmayı ve isteklerini kabul ettirmeyi amaçlıyorlar.

Yani Ermenistan’ın saldırısı, Azerbaycan’dan çok, Türkiye’yi hedef alıyor!  

Bunlar Türkiye’den ne istiyorlar ve alamıyorlar?

Önce Rusya’nın hikâyesine bakalım...

Türkiye’nin İdlib’deki varlığından rahatsız olan ve bir şekilde Türkiye’yi oradan ekarte etmek isteyen Rusya, Libya’da desteklediği Hafter’in Türkiye’nin desteğindeki UMH karşısında hezîmet yaşaması üzerine, “İdlib’deki durum devam edemez” mırıldanmalarıyla Türkiye’ye zaman zaman şantaj yapmaya çalıştı, fakat her teşebbüsünde Türkiye’nin cepheye daha çok kuvvet yığarak yaptığı karşı hamlesine maruz kaldı.  

Maşa olarak ileri sürdüğü Rejim güçlerini Türk Ordusunun perme perişan etmiş olması, Rusya’nın gözünü iyice korkutup kıpırdayamaz hâle getirdiği için, arada sırada böyle şantajlar yapmaktan başka elinden bir şey gelmiyordu. Takriben bir ay kadar önce yeniden bir gözdağı vermek için “Türkiye’nin İdlib’deki görevini yapmadığını” gevelemeye başlayınca, Türkiye buna, yine aynı şekilde oraya yeni takviye kuvvetler göndererek cevap verdi. Bunun üzerine Rusya’nın sesi kesildi.   

Libya’da Türk kurmaylarının yönettiği UMH güçlerinin Rus Vagner güçlerini ezerek Sirte’ye dayanması, Rusya’nın moralini ve sinirlerini adamakıllı bozdu. Önce Vagner güçlerini Sirte’den de çektiği haberleri yayıldı, bilâhare Cufra Hava Üssü’ne 21 adet savaş uçağı gönderdiği, bu arada ânî bir baskınla Şerare petrol sahasını ele geçirdiği, arkasından Sirte’ye tekrar Vagner güçlerini ve Suriye’den başka milis güçlerini getirip yerleştirdiği söylendi.

Bütün bunlara Türkiye’nin cevabı, Sirte’ye yönelik UMH güçlerini daha da tahkim etmek oldu. Bütün bu atraksiyonlarıyla Türkiye’yi bir türlü caydıramayınca, düşündü taşındı ve bu Ermenistan kartına sarıldı. Bu benim tahminim…

Fransa’ya gelince…

Âsi general Halife Hafter’in üzerine yatırım yapmıştı Fransa. Gerçekleşmesine kesin gözüyle baktığı plânına göre, zaten arka bahçesi olarak gördüğü Fas’tan Tunus’a kadar olan Kuzey Afrika’nın son fakat en verimli halkası olan Libya’nın hem petrolüne çökecek, hem de Afrika’nın güneyine ve kuzeydoğusuna açılmak için Libya’yı mükemmel bir üs olarak kullanacaktı. Diğer plânı da, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarıyla ilgiliydi. “Hafter’in Libya’sı” İtalya, Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarıyla yapmayı düşündüğü ortaklıklarla buradaki gaz ve petrol kaynaklarından esaslı bir pay kapmış olacaktı.

Fransa’nın bel bağladığı ve gerçekleşmesine kesin gözle baktığı bu en önemli iki stratejik hedefi, Türkiye’nin ortaya çıkıp önce Libya’yla deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasını imzalaması, ardından da UMH’ye destek vererek Hafter’i hezîmete uğratmasıyla bir anda hayâl oldu. Zaten daha önce de Suriye’den bir şeyler kapmak isterken Türkiye’nin müdahalesi yüzünden oradan da eli boş dönmüştü.

Bu son durum Fransa’nın dengesini iyice bozdu, onu âdeta mahvetti.  Türkiye’yi engellemek için İtalya, Malta ve Yunanistan’la oluşturduğu “İrini” isimli birliktelik de Türk donanmasından yediği tokatla fos çıkınca, Türkiye’yi NATO’ya ve AB’ye şikâyet etti. Türkiye oyunu kuralına göre, milletlerarası hukuka uygun oynuyordu. Onun için oralardan da bir şey elde edemedi.

Fransa, kendisi için hayat memat meselesi olarak gördüğü Libya hayâline engel olan Türkiye’den kurtulmak için hâlâ şuursuzca çırpınıyor. Bu sebepten, Ermenistan’ı Azerbaycan’a kışkırtarak Türkiye’nin başına bir gaile açmak istemiş olması akla pek uygun düşüyor.

Ermenistan’ın arkasındaki üst akıl Rusya mı, yoksa Fransa mı? Bazı uzmanlara göre Rusya, diğer bazılarına göre de Fransa…

***

Ermenistan ve arkasındakiler umduklarını bulamadılar ve bulamayacaklar da. Çünkü Ermenistan bu defa sert kayaya çarptı. Azerbaycan’dan gördüğü sert karşılıkla ciddî kayıplar verdi. Diğer taraftan Türkiye en yetkili ağızlardan her türlü şekilde Azerbaycan’ın yanında olduğunu, gerekirse müdahale edebileceğini, böyle bir durumda TSK’nın diğer cephelerdeki gücüne olumsuz bir etkisi olmayacağını beyan ederek Rusya’ya ve Fransa’ya mesaj verdi, âdeta meydan okudu!


Bu kadar sözden sonra esas konuya gelelim…

Otuz yıldır Ermeni işgali altında bulunan Azerbaycan’ın yüzde yirmi oranındaki vatan toprağı ne olacak? 

Sanki toprağı gasp edilen Ermenistan’dır da, ikide bir toprağını geri almak için saldırıyor, buna karşı Azerbaycan ise statükonun muhafazası için çalışıyor! Bu ne iştir?

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı (AGİT), Karabağ sorununu sözde barışçı yoldan çözmek için konuya müdâhil olup 1994 yılında Viyana’da kurduğu, içinde Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan’ın da bulunduğu ilgili ilgisiz 13 tane Avrupa ülkesinden oluşan “Minsk Grubu” adında bir teşkilâta konuyu havale etti. Bu teşkilâtın sorunu çözmek için değil, çözümsüz bırakarak zamana yaymak ve işgali ilhaka dönüştürmek gâyesiyle kurulmuş olduğu, zaten yapısından belliydi. Avrupalılardan Türk’ün lehine bir karar çıkmasını beklemek, hiçbir şey bilmemek demektir.

Daha da fecîsi şu ki, bu teşkilâtın üç eş başkanı olan Rusya, ABD ve Fransa’dan bir hayır umabilmek için insanın kafasının içinde nohut kadar dahi beyin olmaması gerekir.

Azerbaycan 26 yıldır Minsk Grubu’ndan çıkacak kararı bekliyor.

Kimse kimseye görüşmeyle bir karış dahi toprak vermez, hele de Ermenistan!

O işgal günlerini hatırlıyoruz. Ermenistan’ın saldırısına karşı koyacak Azerbaycan’ın bir ordusu yoktu. İnsanlar münferit olarak kendi evini, barkını, tarlasını korumak için savaşıyor, şehit oluyorlardı. Ermeni askerleri âdeta yürüyerek gidip Hocalı’da katliam yaptılar. Bugünse durum farklı!

Benim kanıma dokunuyor; Azerbaycan gerek nüfus, gerek ekonomi, her bakımdan Ermenistan’ı üçe beşe katlar. Otuz yıldır bu kardeşlerimiz ne yaptılar, nasıl bir hazırlık ve plân yaptılar?

Kan dökmeden vatan kurtarılamaz. Ben bunu söyleyince bazı aklı evveller, “Ama Ermenistan’ın arkasında Rusya var, Azerbaycan ne yapsın?” diyorlar. Bu ne demektir? “Madem öyle, artık o topraklarımızdan vazgeçelim” demektir bu. Yunanlının arkasında da İngiltere vardı, ama bizim ecdâdımız o yokluk içinde dahi toprağından vazgeçmedi, kanını akıtarak vatanını kurtardı.

Savaşmaktan başka bir yol var mıdır? Azerbaycan hâlâ neyi bekliyor? Azerbaycanlı kardeşlerimiz bol bol miting yapıp bağırıp çağırmasını iyi biliyorlar, bir de şöyle hakkıyla savaştıklarını da bir görebilsek!

Gerekirse elbette bizler de onlarla omuz omuza, seve seve savaşırız ama şayet onlar gerçekten savaşırlarsa, bizlere hiç ihtiyaç kalmaz.