OSMANLI Devleti’nde,
diğer milletler gibi Ermeni tebaası da önemli bir yere sahipti. Müslüman tebaa
hâricinde Ermeniler, gerek devlet kademelerinde, gerekse sosyal alanda önemli
mevkilerde bulunuyorlardı. Cephelerde bulunan Türklerin yerine devlet kademelerinde,
bürokraside yer almaları, bunun yanında zanaat, tarım ve ticarette söz sahibi
olmaları, Müslüman halk ile uyum içinde olmaları, Ermenilerin “millet-i sâdıka”
(sâdık millet) diye adlandırılmasında rol oynamıştır.
Bu
sâdık tebaaya ne oldu da kendilerine atfedilen bu onura rağmen -ne yazık ki- en
ufak çıkarlarında, bağlı bulundukları devlete nankörlükle cevap verdiler ve
kardeşlikten ihanete uzanan bir süreç yaşandı? Bugün bile kardeş Azerbaycan’a
tebelleş olmalarının nasıl bir izahı olabilir?
Yakın
tarihimiz’deki “ASALA” adlı Ermeni terör makinasının cinayetlerini ve dünyadaki
Ermeni diasporasının kimler tarafından finanse edilip Türk Devleti’ne savaş
açtığını unutmuş değiliz. Bu yazıdaki mevzu, “Ermenistan” denilen kukla
devletin neden Azerbaycan’a saldırdığı meselesidir. Bunun yanında, Orta Doğu, Şimâl-i
Afrika ve en son Libya’da sık sık gündemimizi işgal eden olayların arkasındaki diğer
peyk devletçiklerin de durumları bundan farklı değildir. BAE, Güney Kıbrıs Rum
Kesimi, Beşar Esed’in Suriye’si, Kuzey
Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ve sair unsurun cemaziyelevvelleri epey kirli ve
şeytanî plânla dolu. Bizim yazacağımız, Azerbaycan-Ermenistan bahsi.
Konunun
vuzuha kavuşması için biraz tarihî serencâmına bakmakta fayda var. Yoksa durup
dururken bu tür emperyalist niyetler âniden zuhur etmiyor.
Yeryüzünü
parselleyip silah ve cebirle toplumları baskı altında tutan zalim tiranlar ve
başında bulundukları sömürü imparatorluklarının politikalarının ana fikri, kendilerine
kimi zaman birkaç tane yedek feodal beylik seçerek, uzak diyarlara ordular
göndermeden, o diyarlardan satın aldıkları Mankurtlar vâsıtasıyla menfaatlerini
korumaktır.
Özetle
anlatmaya çalıştğımız, yaşadığımız dünya hayatının hâlihazırdaki durumudur. Küfür
rejimlerinin insanlığa verdikleri en büyük zarar, insan haysiyetinin cellâtlar
tarafından yok sayılmasıdır. “Lâ ilâhe illâ-Allah” şiarı ile gelen Son
Peygamber Hazreti Muhammed’den (sas) sonra büyük bir coğrafyada beşeriyet,
Asr-ı Saâdet’i yaşadı. İslâm coğrafyası en son, Selçuklu ve Osmanlı Cihan
Devletlerinin asırlar süren idareleriyle, istisnalar dışında huzur ve sükûn
içinde ömür sürdü.
Karanlık
bir zaman dilimi yaşayan Batı’nın sömürgeci devletleri nihâyet aradıkları
fırsatı (!) buldular ve 19’uncu yüzyılın sonunda Osmanlı Cihan Devleti’nin ağır
yükünden bilistifade, Batı düzeninin köle-efendi
diyalektiğine dayalı düzenini, Skyes-Picot Anlaşması’nın neticesinde, Arabistan
yarımadasında cetvel devletler, diğer bazı coğrafyalarda ise kendilerine bağlı krallık
ve peyklerle oluşturdular. Başta Mağrip ve diğer Afrika ülkelerinde ise sömürü
düzenlerini devam ettirecek mekanizmaları “demokrasi” (!) palavrası üzerine “yeni
ve süslü istikbâller” diye tavsiye
ettiler.
Hatırlayalım, Skyes-Picot’un tarafları, Fransa ve İngiltere ile birlikte
bu parsadan en büyük paylardan istifade edecek Rusya idi. Bugünün
emperyalistleri ise Orta Doğu’da İngilizlerin izdüşümü ABD, Fransa, diğer Batılı
ülkeler ve Sovyet Rusya’sı; Doğu Akdeniz ve Libya’da Körfez koalisyonu (Suud, BAE,
İsrail, Mısır, Yunanistan ve Sovyet Rusya) ile tabiî ki yine görünmemeye
çalışan (!) ABD ve İngiltere ile Almanya’dır. Bu liste uzayıp gidiyor...
Rusya’nın
aradığı ne?
Libya’da foyası meydana çıkan Sovyet Rusya’nın yeni cephe hattı
belli oldu: Ermenistan...
Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışmanın kaynağı, şüphesiz
Dağlık Karabağ meselesidir. Literatürde “donmuş çatışma” olarak karşımıza
çıkan, aktif çatışmanın olmadığı ancak her an sıcak çatışmaya evirilebilecek
potansiyele sahip bir sorun olarak tanımlanmaktadır bu mesele. Minsk Grubu’nun bu
konuda problemi çözmek istemediğini söylemek durumundayım. Gazeteci dostumuz
İsa Tatlıcan da şöyle bir tespit yapıyor: “Çatışmanın
temeli, genel kanının aksine 1990’lara değil, aslında 1900’lere ve hattâ 1800’lerde
başlayan, Çarlık Rusya’sı tarafından uygulanan iskân politikalarına
dayanmaktadır. Söz konusu iskân politikaları ile Rusya, bölgede yönetilebilir
bir demografi oluşturmayı hedeflemekteydi. Nitekim nüfus sayımlarına
baktığımızda 1830-1880 arasındaki 50 yıl içerisinde bölgedeki Ermeni nüfusunun
yüzde 35’ten yüzde 50’lere çıktığını görmekteyiz.”
Ermenistan, provokatif
saldırılarıyla dikkatleri Dağlık Karabağ meselesinden başka yerlere kaydırmak
istemekte ve soruna farklı boyutlar katarak milletlerarası toplumun dikkatini
bu meseleden uzaklaştırmayı hedeflemektedir. Azerbaycan ve Nahcivan özerk bölgesi
arasına sokuşturulan/sokulan kılıç misâli, Ermenistan’ın durumunu dikkatle
incelemek gerekir. Bu sayede çözüm yolunda atılan adımların önüne geçmeyi plânlamaktadır
Rusya.
Rusya’nın
söz konusu çatışmaların arkasında olduğu ve ara ara körüklediği bilinmektedir. Özellikle
her dış politik millî meselede Rusya’nın karşımıza çıkması, pek hayra alâmet
olmasa gerektir.
Bugün
yaşananların tarihî arka planını iyi bellemek lâzım gelir. Rusya her iki ülkeye
de silah satışı yapmakta, aynı zamanda bu çatışmalar minvâlinde Ermenistan’da
askerî üsler bulundurmaktadır. Rusya Devlet Başkanı
Vladimir Putin, 2016 yılında, Ermenistan ile ortak ordu grubunun
oluşturulmasını öngören anlaşmayı imzalamıştı. Bu anlaşma ile kurulacak ortak
ordu grubunun temel görevi, Rusya veya Ermenistan’a yapılacak olası bir silahlı
saldırıyı “tek strateji ve tek plâna göre” püskürtmek… Bunun için ortak bir
komuta merkezi kurulacağı belirtilmektedir.
Erivan ile Moskova arasındaki stratejik ortaklığa yeni bir boyut
kazandıran anlaşma, günümüzde olup bitenlerin arka plânını ifşa etmektedir. Bugün yaşanan söz
konusu çatışmanın devam etmesi, Rusya’ya bölgedeki siyâsî, askerî ve ekonomik
nüfûzunu tahkim etme şansı yaratmaktadır. Azerbaycan’ın
Tovuz bölgesine yönelik Ermeni saldırıları, Türkiye’nin merkezinde olduğu
enerji jeopolitiğini hedef aldı. Bu yönüyle saldırının niteliği, bir Ermenistan
şımarıklığının çok ötesindedir!
Konu Azerbaycan-Ermenistan’la sınırlı değildir, yeni bir “çok uluslu
senaryo”nun sinyalleri verilmiştir. Doğu Akdeniz’deki enerji pazarlıkları,
hesaplaşmaları, hattâ çatışmaları Güney Kafkaslara taşınmaktadır.
Ermenistan, kuzeyin terör örgütü mü yapıldı?
Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminin, Akdeniz’in tamamındaki
jeopolitik güç hesaplamasının bütün tarafları burada da vardır. Saldırının
Libya ve Suriye’deki durumla, Akdeniz’deki enerji kaynaklarıyla birebir
bağlantısı vardır. Ermenistan’a bu büyük hesaplaşmanın sadece ihalesi verilmiş,
bu ülkeye bir tür terör örgütü pozisyonu tanımlanmıştır. Bu, Irak ve Suriye’deki
PKK ve DEAŞ’a yüklenen (günümüz moda deyimi ile) misyonun (vazîfenin)
aynısıdır. Libya’da terör baronu Hafter’e yüklenen vazîfenin aynısıdır.
Projenin ikinci aşaması olarak Ermenistan’ın Karabağ’ı ve
Karabağ dışındaki Azerî topraklarını işgal sebebi de bugünkü durum içindir. O
zaman Rusya ve İran, Ermenistan’la beraber hareket etmiş; nitekim İran en son İran’daki
Türklerin, son Ermenistan saldırılarını kınamak üzere yapılacak faaliyetlere
müsaade etmemiştir. Bunun başka sebeplerinin olduğunu izah etmek, ayrıca bir
makale konusu… Rusya, Türkiye ile Türk dünyasını birbirinden yalıtmaya, Hazar
enerji kaynakları üzerinde kurulacak denklemi daha o zamandan tanımlamaya
çalışmıştır. Nitekim Sayın Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Bu olanlar Ermenistan’ını çapını, boyunu
aşar” şeklindeki ifadesi, Devlet aklının durduğu nokta ve karşıdaki
şımarıklığa verilen en tarihî ihtardır.
Devlet Başkanımızın sözlerinden sonra Rusya’dan gelen “Türkiye ile iyi münasebetlerimiz devam
ediyor” şeklindeki diplomatik ifade, zımnen Ermenistan’la olan
ortaklıklarının beyanıdır. Bu konuda bir uzmana kulak verelim…
Sakarya Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Müdürü
Prof. Dr. Haluk Selvi şöyle diyor: “Karabağ meselesinin bir uzantısı olarak
Tovuz’daki hâdiseler, âdeta Hocalı’yı yeniden canlandırmasının bir netîcesidir.
Ermenistan’ın hedefi, Kafkasya’daki bu kaos ve karmaşanın sebebi, Bakü
petrolleridir.
Bu huzursuzluk ABD ve Rusya’yı bu coğrafyaya çekiyor. Çünkü
Ermenistan, Azerbaycan’a karşı desteğe ihtiyaç duyuyor; Azerbaycan, Ermenistan’a
karşı desteğe ihtiyaç duyuyor. Büyük devletlerin çatışma politikalarının bir
sonucu olarak ortaya çıkıyor bu kaos durumu.
Türkiye; Suriye, Libya, Kafkasya ve Karabağ meselesinde
uluslararası hukuk ve insan hakları çerçevesinde hareket ederek adaleti tesis
etmek istiyor. Uluslararası hukuku gerçekleştirecek sistem, şu an dünyada çalışmıyor.
Bu sistemsizliğin netîcesi Karabağ’daki olaylar… Türkiye Tovuz meselesinde
diyor ki, ‘Biz haklı olanın yanındayız, uluslararası hukuku işletmek için
buradayız’. Kafkasya’nın güvenliği; Van, Erzurum, Artvin’in güvenliğidir.”*
Son söz
Netîce olarak, milletlerarası meselelerde dostluklar yoktur. Her
ülkenin kendine göre plânı ve stratejisi vardır. Orta Doğu’da PKK’yı sopa
olarak kullanan emperyalistler, şimdilerde Ermenistan’ı aynıyla kullanmak
istiyorlar. Bu işi tarihte en iyi yapan usta ise sömürge ruhlu ABD, Fransa,
Hollanda ve komünizmin vârisi Rusya. Meşhur İngilizlerle Almanları saymıyorum
bile; onların yerini ABD ve İsrail aldı.
Şair
ve hekim Abdülhak Molla’nın bundan 150 yıl öncesinden âdeta bugüne
seslenen beytine kulak verelim: “Bu mesel ile bulur cümle düvel
fevz-ü felâh/ Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh-u salâh.” (Huzur ve felâha ermenin, sulhu korumanın yolu, güçlü bir devlet
yapısına, yerli ve millî bir duruşa sahip olmakla olur.) Vesselâm…
*Star, Elektronik Gazete, 21.07.2020