Azad kabul etmez sömürge hâli

Asıl korumamız gereken, yerli duygularla kendine ve toplumuna güvenen, bir yandan da farklı ve aykırı düşünen cemiyetimizin dönüştürücü sesleridir. Asıl sahip çıkmamız gereken, Sayın Cumhurbaşkanımız gibi, Türkiye’nin tamamına hitap eden, kendi geleceğini ancak ve ancak bu topraklarda tahayyül eden, yarınlarda iddialı bir Türkiye tasavvur eden kadrolardır.

SON günlerde yaşadığımız reform tartışmaları ile ABD ve AB’ye yönelik Cumhurbaşkanımızın ılımlı mesajlarından dolayı cemiyetimizin çeşitli kesimlerinden farklı sesler yükseliyor.

Esâsen Türkiye’den yükselen bu ılımlı mesajlardan ziyâde, bu mesajların muhatabı olan ülkelerin Türkiye’ye karşı mesajlarına bakmak gerekecek.

Örneğin Avrupa Birliği, müzakere sürecinde olduğu Türkiye’ye hukuk, adâlet, özel mülkiyet, finansal güvence ve şeffaflık gibi konularda eksikleri gözden geçireceğini, varsa aksayan yönleri reformlarla güncelleyeceğini vurgulamakta.

Bu konularda varsa eksiklerin giderilmesi, süreçlere işlerlik kazandırılması, şeffaf ve öngörülebilir mekanizmaların güçlenmesi adına makul adımların atılması ve reformlarla güçlendirilmesi, yabancılardan ziyâde iç kamuoyunun faydasına olacaktır.

Farklı ses ve düşüncelerin toplumumuzun düşünce hayatına ve tefekkürüne büyük katkısı olacağı aşikârdır. Bu konuda Üstad Cemil Meriç, “Bu Ülke” adlı kitabında diyor ki, “İnsanı cemiyet yaratır. Hangi cemiyet? İnsan cemiyetle tam bir uyum hâlinde olduğu zaman tarihi yoktur; doğar, yaşar, ölür. Tarihi yaratan, fertle kalabalık arasındaki anlaşmazlık… Fert cemiyetle kaynaştığı zaman tarihi yoktur… Her büyük adam, kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evlâdıdır”.

Yani farklı düşünen ve sıradışı insanların toplumsal ve tarihî anlamda dönüştürücü gücünün tarihi oluşturduğunu çarpıcı bir şekilde ifade ediyor Meriç. Ancak bu farklılık ve aykırılığın bu toprakları ve kendi toplumsal değerlerini merkeze alan, özgüveni olan, geleceğini kendi cemiyetiyle birlikte hayâl eden yerli bir anlayışla dile getirenler için geçerli olan söylem ve düşünce alanında “ifade özgürlüğünü” sonuna kadar savunmalıyız.

Tabiî bu özgürlük alanını dış güçlerin, yabancı odakların, terör örgütü ya da istihbarat organizasyonlarının sözcülüğünü yapmak için kullanma çabalarını dikkatle izlemek zorundayız. Çünkü “düşünce özgürlüğü” ya da “hürriyet” kavramlarının toplumsal kalkışma, terör, provokasyon, FETÖ gibi istihbârî yapılanma, paralel devlet amacıyla teşkilatlânma çabalarına yönelik kullanılmasına karşı devletin refleks göstermesi kadar normal bir şey olamaz.

Tüm bunları yapan bazı kişilerin masum olduğunu iddia ederek Türkiye’yi suçlayan Avrupa ve ABD’lilerin, kendi ülkelerindeki “özgürlük” kavramının nasıl kullandıklarına bakmak lâzım. Bu konularda Batı’yı örnek alan bazılarımızın orada yaşananları bilmediklerini ve sadece ütopya olarak oralarda hürriyetin sınırsızca ve kontrolsüz bir şekilde yaşandığını varsaysak bile bu tipleri en hafif ifadeyle “tehdidi göremeyenler” olarak tanımlayabiliriz.

Ancak diğer “Batıcıların”, aslında o ülkelerde neyin nasıl olduğunu gayet iyi bilmelerine rağmen, sırf onlardan görünmek için bile isteye Batı’nın ajandasının uygulayıcısı olarak ve sözde özgürlükçü görünerek Türkiye aleyhine faaliyet içinde olduklarını görmezden gelemeyiz.  

Cemil Meriç, yine aynı kitabın “Gerçek Entelektüel” bölümünde şöyle diyor:

“Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuşlardı… Avrupa’yı tanımak gaflet; Avrupa’yı tanıyan, ülkesinden kopuyor. Bu lânet çemberinden nasıl kurtulacağız? Tanzimat’tan beri hazır elbiseye meraklıyız; hazır elbiseye ve hazır medeniyete. Tefekkür kılıçla fethedilmez, bir parça kendi kafamızla düşünmek ne kadar güç!

Kendimiz olamadığımız sürece, sonuçta, ‘Ya Batılı olacağız yahut Batı kültürünün azad kabul etmez sömürgesi’…”

Asıl korumamız gereken…

Yaklaşık iki asırdır süregelen Avrupalılık serüvenimizd,; Cemil Meriç’in ifade ettiği üzere, kendi normlarımız ve kendi medeniyet değerlerimizle düşünce dünyamızı zenginleştirip farklı ve aykırı seslerden korkmadan tefekkür etmediğimiz sürece, Batı kültürünün azad kabul etmez sömürgesi olmayı kabullenmiş olanların yerli olanla savaşını kazanmamız zor olacaktır.

Asıl korumamız gereken, yerli duygularla kendine ve toplumuna güvenen, bir yandan da farklı ve aykırı düşünen cemiyetimizin dönüştürücü sesleridir. Asıl sahip çıkmamız gereken, Sayın Cumhurbaşkanımız gibi, Türkiye’nin tamamına hitap eden, kendi geleceğini ancak ve ancak bu topraklarda tahayyül eden, yarınlarda iddialı bir Türkiye tasavvur eden kadrolardır.

Bu duygularla dünyaya bakan, dünyayı anlayan ve takip eden, diğer yandan kendini bu toplumun parçası kabul eden tüm düşüncelerin sivil ve sosyal hayatın her alanında kendisine yer bulmasıyla geleceği kazanabiliriz.

Aksi hâlde, Türkiye için yabancı güçleri kurtarıcı olarak gören ve sözde gelişmemiz için yardım edeceklerine inanan, ezik, kendisine yabancılaşmış, teslimiyetçi aktörlerin elinde bir şube devlet olma ve uzak karakol muamelesi görmeyi kabul edenlerin acziyetine ortak oluruz. Böyle bir acziyeti kesin bir dille reddeden bir ecdâdın torunu olarak, tarihimizden ve imanımızdan alacağımız güç ve inançla yarınların yükselen yıldızı olmak için birbirimize sarılmalıyız.