“MANTIK” kavramının nasıl bir toplum
yapısı oluşturduğu, insanın akletme melekesinden gönül faktörü çekilince daha
çıplak olarak görülebilir. “Mantık mı, gönül mü?” tartışması ise mâziden atîye
sürecek bir söz dalaşı olmaya devam edecektir.
Kimimiz mantık
ekseninin arkasında bir kale, kimimiz de gönlün… Bazılarımız gönül ile mantık
doğrultusu arasında bir yerde ama hangisine yakın ya da hangisine yüzü dönük,
çok bilinmemekte. Ahenk, her iki orijine farklı bir noktadan ama eşit açıyla
bakabilmektir. Bakış açıları önemli olup, kişilik deformasyonlarını da bir
şekilde minimize edecektir.
Mantık
ve gönül aynı düzlemde iki ayrı orijinli referans sistemidir. Hangisinin
hangisine göre nasıl bir hıza ve/veya ivmeye bağlı olduğu ise ancak o düzlemde
gözlenmesine rağmen başarıyla çözebileceği bir problem türü de değildir.
Aklın ve
yüreğin tek boyutlu acılarında sabitlenenler bu acıları, ne kaktüsün
dikenlerine, ne de zakkumun suyuna benzetirler. Ayrıca bir boyutlu bakışlarda
mutluluklar ne ebrunun iç ferahlatmasına, ne de hicran gülünün mevsimsiz
açmasındaki huzuruna benzer. Her iki farklı durumu eş zamanlı olarak aynı
düzlemde yaşayanlar bilebilirler ancak. Zira aklın verileri farklı, gönlün
verileri ise daha farklıdır. Çünkü her ikisi, değişkenleri farklı olan ayrı tür
fonksiyonlardır. Bu verilere dışarıdan yapılabilecek bir ilâvenin nasıl bir
sonuç doğuracağı önceden çok doğru tahmin edilemez. Çünkü her biri aynı anda
iki farklı orijin değişkenine bağlı iki ayrı fonksiyondur. Bu farklılık iki
gezegenin birbirlerine yaklaşmaları ve uzaklaşmaları ile onların sahip oldukları
anlık döngülerin etkileri gibi olup, çıplak gözle de doğru olarak gözlenemez.
Tek
taraflı bakış ve duruşlardaki ısrarlar ufukları daralttığı ve
bulanıklaştıracağı için her türlü karmaşık düşünce ve gönül dalgalanmasının
bileşenleri de kararlılığı kararsız bir hâle dönüştüren farklı doğrultulardaki zorların
etkisinde kalır. Bu ise o düzlemin salınım hareketi yapmasının yegâne nedenidir.
Başlangıçta sabit olan mantık ve gönül orijinleri her an kontrolden çıkabilecek
enerjiye doğru yönelir. Aslında iyi bilinir ki, ne mantık gönülsüz, ne de gönül
mantıksız olur. Aralarındaki mesafe artsa bile o bağ, diğer bağlar nedeniyle kopamaz.
Çünkü mantık, sistemin korunmasından yana enerji üretir. Orijinlerin
çakışmasıysa neredeyse ihtimâl dışı bir durumdur. Onlar, şartlar ne olursa
olsun, “ayrık ikili olarak bir mesafede” bulunurlar.
Birçok yaşam
şekli de böyledir. Daha farklı düzlemlerin birbiriyle etkileşmeleriyse değişik
boyutlarda yeni bir iletişim türünü doğurur. Çok eski bir dörtlüktür: “Gönül için acı ne/ Her şey gider
gücüne/Gönüllerin içine /Biraz ağu katılmış…”
Yeni ve
farklı bir iletişim, gönülden “ağu”yu çıkarma sanatıdır.
Aklın ve yüreğin uyumsuzluğu kültürel ve kimlik boyutu üzerinde önemli bir etkendir. Bu iki kavram ayrı ayrı yaşayan ama kendilerini sürekli yenileyen ve üreten bir devinim içindedir. Bu devinim aklın isabetinin yüreğin zarâfetiyle örtüştüğü düzlemlerde sevginin güzelliği, toprağın çoraklığına ve tohumun cılızlığına rağmen filizlenerek apayrı bir kızıl gül olabilmektedir. Bu farkındalığı hayatının her kademesine başarı olarak yansıtanlar, dâhi sayılabilirler. Sanatını yaşamının müziğine beste yapan insan, o kızıl gülü de başlı başına bir değer ve bir ayrıcalık hâline getirerek kendi iç verimini arttırabilir.
Akıl ve
gönül, gönül ve akıl
Gönül,
ille de benzetmek gerekirse, belki Zeliha’nın olgunluğundaki aynaları ama Yûsuf’un
gençliğindeki zindanı değildir asla. Akıl kendine uzatılan ipi tutarak
aydınlığa çıkmayı tercih eder. İpi kimin uzattığını da detaylı bir şekilde
sorgular. Buna rağmen gönül düzlemindeyse sorgu olmaz asla; velev ki onun elinden
köle pazarında satılsa bile… Belki de akıl, görülen rüyayı zamanında
söylemektir; vakti geldiğinde hatırlanmak üzere…
Gönül
çiçek dolu bir vadi; bilinmezliği, derinliği ve eğimiyle kırılganlığı
yadırganan, alıngan ama rengârenk çiçeklere sahip bir sanattır. Akıl ise o
vadide çiçekleri koparmadan yol alabilme iradesidir. Çiçekler dış etkilere hem
açık, hem de çok kapalıdırlar. Çok defa incinmekten kurtulamazlar. Akıldan ve
gönülden yoksun hoyratlıklar daha çok mantığın acı bir sonucudur. Zira gönül
koruyuculuğundan yoksun bir çiçek, kaderine terk edilmiş Eylül yaprağı gibidir.
Her bir yaprak bülbüle yuva olacak kadar şanslı değildir. Bazen nankör birine
elmasın hediye edilmesi gibidir çiçeğin bahtı. Varsayalım ki incindi ve kırıldı,
yeniden yeşerecektir bir sonraki vaktinde. Çünkü onların kökü, onları inciten
mantığın derinliğinden çok derin(de)dir. Bu derinlikten beslenen sevdâ nasıl
olur da salt aklın ürettiği kuru bir mantıkta yok olur? Hep unutulur
derinlerdeki köklerin muhteşem bir dirence sahip oldukları ve incinen nadide
çocuklarını her bahar bizlere hediye olarak sundukları…
Akletmek
berekettir, nimettir ve duruştur. Belki de suyunu tam olarak bulamamış,
yüreğinin kavrukluğunu hırçınlığa dönüştürmüş, taşlık ve çorak yürekler için
yegâne eczadır. Buna rağmen, akıl tek taraflı olarak alanını genişletme
çabasına girerken, gönül ise bağrında açan çiçekleri koruma telâşındadır. Tabiî
ki iyi bir ortaklık hem vadide/düzlemde sağlıklı bir yürüyüş, hem de çiçeklerin
hayat hakkı demektir. Şayet bu ikili eşit açılarla dengelenemez ise, her zaman
alan genişletme kavgası kaçınılmaz olacaktır. Bu ise erken ölüm demektir.
Mantık
ve gönlün kendi iklimlerinde ölümü, aynı doğrultuda zıt yönlere bakmakla başlar.
Akletme akıl boyutuna indirgendiğinde, içinde barındırdığı dikenler kendini de
acıtır. Benzer durum, gönlün yakıcılığında da yaşanır. Sorun, hayat
direksiyonunun kimin elinde olmasından çok ötedir. Bu, bir dağın çiçekleriyle
dikenlerinin kavgası gibidir. Ki bu savaşın yoruculuğu bâkidir.
Yaratılışın
özündeyse bir ve biz olgusu vardır. Bundan dolayı ne çiçeklerin farklı renk ve
kokuları, ne de dikenlerin farklı türleri sorun olmalıdır. Zira her ikisi de o
dağın süsüdür. Beklenen ise, güzelliklerinin farkında olarak yaşamaktır. Farklı
düzlemlerin etkileşmesi, birbirlerinin alanlarını daraltarak, onları öteleyerek
ve ötekileştirerek yaşam hakkını ihlâl etmek olmamalıdır. Zira her düzlemde
farklı mantıklar ve farklı gönül hisleri bulunmaktadır. Bazen de çiçeklerin,
beklenmedik konuklar karşısında dikenlerin korumasına ihtiyaçları vardır ve bu
asla göz ardı edilmemelidir. Belki de çiçekler, dikenlerin farklı konforlarıdır.
Bu ikilinin aynı düzlemde etkileşmelerini tanımlayan her bir fonksiyon, ayrı
bir diferansiyel denklemin kuruluşuna eşlik eder.
Bu iki
temel parametrenin dışında, çevremizde birçok parametre de yok değildir. Öyle
ki, çiçeğe benziyorlar ama kokuları yok. Renkleri var ama her mevsim
solmuyorlar. Sanki çağdaş güllerin çağdaş bülbülleri gibi… Bir de bunların
vitrinleri süsleyenleri var; yaşamayan ve yaşatamayan türden… Sanki aklın göz
alıcılığında küçük bir manevra gibi…
Bazen bu
parametrelerle reel hayatın parametreleri asla örtüşmez. Sunî bir gül, reel bir
diken ya da tersi... Birbirlerinden asla etkilenmez; aralarında kuvvetli bir
yalıtkan malzeme varmış gibi… Bu aynı düzlemde, aynı doğrultuda, yüzleri
birbirine dönük ama farkındalıklarını kaybetmiş çiftlere benzer. Sunî
parametreleri hayatlarına yol edenlerin, başkalarının reel parametrelerine
anlayış göstermeleri beklenemez. Çünkü ihtimâl ya vardır, ya yoktur. Bunun ötesi,
aklın ve yüreğin kendi içinde dalgalanmasıdır.
Her beklentinin
mutlak karşılığı yoktur. Olması gereken, aklın ve gönlün sabit bir parametre
gibi davranmamasıdır. Çünkü yaratılışta esneklik vardır. Şayet mantık ve gönül
dünyamız sadece bir değişkenli fonksiyon olsaydı, iletişim problemlerinin
çözümleri daha kolay olurdu. Çok değişkenli fonksiyonların denklem çözümlerinin
zorluğu malûmdur ama bazıları bundan haz alır.
Gönül
dünyasının yegâne fonksiyonu sevgidir. Mantık düzlemindeyse fonksiyonlar hem
birden fazla, hem de çok değişkenlidir. Bu durum, tüm duyarlılığın zamanla
azalmasına, kaybolmasına ve karşımıza çıkan duyarlılıkların hissedilememesine
nedendir. Çünkü hisler gönül dünyasının farklı renkleri olup, mantık
kuramlarına bağımlı değillerdir. Reel olan her bir fonksiyon, bağımlı
parametrelerin belli kabullerine göre çözüm kümesi olabilir. Bu, gönüllerde bir
yaşanmışlık öyküsüdür. Oradaki olgu, birbirleriyle örtüşen farklı fonksiyonlarla
tanımlanır. O fonksiyonlar, boş keyiflerin değil, zor kabullerin sonucudur.
Süpürülüp atılamayacak nedenleri vardır. Onlar gerek sıra içi, gerekse sıra
dışı olsunlar, başlangıçta hakikî duygularla şekillenmişlerdir. Ancak bu iki
önemli fonksiyonun zamanla nasıl değiştikleri, bu denklemler çözülünce anlaşılır.
Hülâsa
bu ikili, olgun düşüncelerin ve derin sevdâların merkezidir. Zorunluluklar ve
sebepler ebedîdir; kendi aralarındaki denklemler çözümsüz olsalar da… Sahici ve
samîmi olmayan, kötü bile olsa onları anlamaya çalışan ve onları kendilerinden
bir parça gibi gören akletme melekesi hep vardır. Bir meleğin dudağında
tebessüm, bir gülün kokusunda nefeslenmeyi hissiz dudaklarda cümle olmaya
tercih eden de gönlün güzelliğidir.
Hiçbir
şey yoksa dahi yürekte bir melek barındırıp ona tebessüm etmeli. İki ayrı insan,
iki ayrı düzlemde sevginin farkındalığını hissedebilmeli her solukta. Kendimizi
mutlu hissetmek istiyorsak, mantığın değişken fonksiyonlarından kısmen bağımsız
hâle gelebilmeliyiz. Bu, aklın yüreğe olan saygısıdır.