Aykırı bir İslâm yorumu: Nusayrilik

Nusayrilikte yaratılış ve ölüm de genel Müslüman anlayışının dışında seyretmekte. Bu itibarla tenasüh inancına rastlanıyor. Yani reenkarnasyona inanmak, Nusayriliğin esaslarından sayılıyor. Lâkin kadınlarda herhangi bir şekilde “ruh göçü”ne rastlanmıyor. Sadece erkekler için söz konusu olan bu anlayış, inancın temel unsuru olarak erkekleri başat kılıyor.

GÜNÜMÜZDE de mevcudiyetini koruyan bir tarikattan, Nusayrilikten söz edeceğiz bu yazımızda. Gulât-ı Şia/İmamiye'den olduğu bilinen Nusayrilik, Suriye’nin Akdeniz sahillerindeki dağlarda yaşamlarını sürdüren bir grup insanın inancının adıdır. Tarihçiler bu ekolün İsmailî Batınyanlığı, Dürzî inancı, Hıristiyanlık dini ve Suriye'nin yerel düşüncelerinden müteşekkil karma bir Ezoteryan tarikat olduğunu söylemekteler.

Ancak Nusayri bağlıları, kendilerinin Ehl-i Beyt inancından olduğu iddiasında sabitler. Bu sebeple “Arap Alevîliği” adını da alan Nusayrilik, ancak Anadolu Alevîliği ya da Kızılbaşlık ile “İran Alevîliği” diyebileceğimiz İmamiye/Caferiyye Şiiliğinden farklı bir ekol olarak karşımıza çıkmakta. Meselâ Anadolu Alevîliğinin temel inancını teşkil eden “cem” ve “semah” uygulamaları Nusayrilikte yer tutmamakta. Bunun gibi, mevzubahis inancın Şia’dan farkı ise On İki İmam hususundadır. İmamların sonuncusu olan Muhammed Mehdi'nin bu tarikattaki yeri On İkicilere göre oldukça belirsizdir.

Nusayri inancının kurucusu, "Şeyh Bayrak" namıyla bilinen Hüseyin Hasibi adlı bir “Suri Iraklı”dır. Aynı zamanda Nusayri mezhebinin “kutlu ulu önderi” olarak da yüceltilegelmekte olan Hüseyin Hasibi, bir görüşe göre Halep'te yaşamış bir mistikti ve tahmini olarak 957-968 yılları arasında vefat etmişti. Hasibi’nin, yani nam-ı diğer "Şeyh Bayrak"ın bazı kaynaklarda Irak Kûfe’si ile Vasit arasında bulunan Canbela köyü doğumlu olduğu kayıtlı. Bu arada On İki İmam’dan Hasan el-Askerî ile yakın ilişkileri bulunan okumuş bir aileye mensup olduğu da iddialar arasında. Bu itibarla tarikatın hakikaten Ehl-i Beyt’e yakın bir öğreti olduğu düşünülebilir. Lâkin tarikatın Batınî itikada evirildiğini sandığımız yere, yani bugün taraftar topladığı yöreye göçünde kurucu baba Şeyh Bayrak'ın ne ölçüde izni ve rızasının olduğunu bilmek ve söylemek mümkün değil.

Hasibi’nin Antakya köylüklerindeki halife ve müritlerinden olan "Muhammed Cilli" ile "Meymun Tabarani"nin kendi hâlindeki Ehl-i Beyt öğretisini taraftarı fazla, yolu bir başka yöne evirilmeye namzet bir “yol” hâline getirmiş olmaları ise muhtemel.

Bu iki halife tarafından dağların derin vadileri arasında sıkışmış kalmış insan toplulukları arasında yaymış oldukları heteredoksi İslâm anlayışı kolaylıkla taraftar bulmuş olmalıydı. Cilli ve Tabarani’yi takiben, sahnede "Muhammed Cündeb" ve "Muhammed Cünbulani" adındaki kişileri görmekteyiz. Bunlar da tarikatın bağlıları tarafından inancın Batınîleşmesine katkıda bulunmuş ulu kişiler olarak saygı görmekteler. Yani bu bilgilerden hareketle, söz konusu tarikat oluşum esnasında değişik katkılarla hâlden hâle evirilerek şekillenmiş ve daha sonraki katkılarla günümüzdeki biçimini almış durumda.

İşte bu yazıda, yukarıda zikredilen maddelerde anılan şahısların isimlerden dolayıdır ki, Gulât-ı Şia/Gulât-i İmamiye'den olan Nusayriyye tarikatının öğretisinde "Hasibi akidesi, Cilli imanı, Meymuni fıkhı, Cündebi fikri ve Cünbulani tarikatı" gibi ibarelere sıklıkla rastlanılmakta. Bu ibareler de inanca katkı sağlayan değişik ellere işaret etmekte.

Günümüzde Nusayri tarikatının müntesipleri “Nusayri inancı”na bağlı olan Nusayriyandan oluşmakla beraber, her Nusayri'nin de bu tarikata mensup olduğunu söylemek abartılı bir iddia olur. Yani Nusayrilerin aralarında değişik mezheplerden olanlara da rastlamak olasıdır.

Temel inanış biçemi

Bu durakta Nusayriliğin temel inanç ilkeleri ve teolojik geleneğine bir göz atmak için Nusayriliğin İsmailî ve Dürzî inanç ile Hıristiyanlık ve Suriye'nin yerel düşüncelerinin bir dergisi olduğunu söylemiştik. Bu itibarla, söz konusu yollardan aparılmış birtakım umdeler Nusayrilikte de karşımıza çıkmakta. Lâkin bunların dışında özel biçimlemelerden de söz etmek mümkün. Hatta başka başka inançların bazı düzenlemelerine veya benzerlerine bile rastlanılmakta.

Meselâ bu tarikat mensupları inek eti yemiyorlar. Bunun nedenini de dişinin kutsallığına bağlamaktalar. Buradan hareketle Nusayriler için kadın, çok kıymetli bir yerde durmakta. Zira kadının analığının ve doğurganlığının önemsendiği görülüyor. Lâkin bu önemseme, beraberinde de bir önemsememeyi taşıyor bir ikilem gibi. Bu noktada, “Nusayri inancı, erkeklerden oluşan bir topluluk içindeki sırlardan ibarettir” dense yeridir. Kadınlar inanıyorlar, lâkin neye inandıklarının farkında olmuyorlar hiçbir zaman.

Şimdi geçelim temel inanç umdelerine. Tüm Batınî ekoller misali bu inanca göre de Kur'an'ın iki mânâsı bulunmakta: Zahirî ve batınî… Gizliliği anlayamayanlar için zahirîlik, yani yüzünden okunan mânâ geçerli ve yeterli görülüyor. Ancak inançlı Nusayriler, Batınî tevillere göre hareket ediyorlar. Dolayısıyla bazen Kur'an'daki bir ayete Sünnî ya da Şii din adamlarının hiçbir zaman veremeyeceği mânâları da söz konusu edebiliyorlar.

Antropomorfik olduğu anlaşılan Nusayrilik, Allah’ın bazen insan sıfatıyla ortaya çıktığına inanmakta. O’nun son gelişindeki sıfatının ise İmam Ali şeklinde olduğuna inanılmakta. Yani bu inanca göre Hz. Ali’nin vücudunda Allah’ın ruhaniyeti bulunmakta. Hatta Allah ile özdeşleştirilen Ali'nin yaratılışı, yerlerin ve göklerin yaratılmasından öncedir. Hz. Ali, her ne kadar görünüşte bir imam ise de aslen bu bir mânâ olup, batınî anlamda Allah’ın yeryüzünde ve insan suretinde tecellisi sayılır. Bu şekildeki bir Allah imanı Nusayriliğin temel inancı olduğu için, “şahade” kelimesini, (haşa) “Ben Ali’den başka ilâh bulunmadığına şahadet ederim” şeklinde söylemek şarttır.

Sır inancı ve reenkarnasyon

Nusayrilikte Allah’ın nurunun Ali bin Ebu Talib'in bedeniyle özdeşleşmiş olduğu inancı hâkim. Onun nurundan da Hz. Muhammed'in yaratıldığına inanılıyor. “Ali” mânâdır; “Muhammed” ise isim sayılıyor. Bu imanlarından dolayıdır ki Nusayriler, İslâmiyet içerisinde inanç düzleminde Müşebbihe/Mücessime'den, siyaset düzleminde ise Galiyye'den sayılmaktalar.


“Hz. Muhammed de kendi nurundan Selman-ı Farisi’yi yaratmıştır” deniliyor ayrıca. Bu iman, “Nusayrilerin sakladığı sır” olarak bilinmekte. Ayrıca bu üçlü, “ay, güneş ve gökyüzü” olarak da biliniyor. Buradaki sıralama, yani “Ali-Muhammed-Selman” troykası, Hıristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” benzeri bir durum sayılmakta. Bu “üçül inancın” yöredeki eski Hıristiyan imanının kalıntısı olduğu tahmin edilmekte.

Nusayri inancına göre ilk üç halife ile birlikte bir kısım sahabe, yani Ayşe, Talha, Zübeyr ve benzeri ile Muaviye, Yezid ve Haccac, İblis'in sembolleri olarak lânetleniyor.

Nusayrilikte yaratılış ve ölüm de genel Müslüman anlayışının dışında seyretmekte. Bu itibarla tenasüh inancına rastlanıyor. Yani reenkarnasyona inanmak, Nusayriliğin esaslarından sayılıyor. Lâkin kadınlarda herhangi bir şekilde “ruh göçü”ne rastlanmıyor. Sadece erkekler için söz konusu olan bu anlayış, inancın temel unsuru olarak erkekleri başat kılıyor. Uzakdoğu inanç sistemlerinden alınma bir unsur olarak reenkarnasyon inancı, bir önceki hayatta sevap kazananların insan olarak, kötülük işleyenlerinse hayvan olarak tekrar dünyaya geleceğine dayanıyor ve inanç temelinde imanî bir husus olarak yer alıyor. Yedi kez Nusayri olarak doğan ve yaşayan insan, gökyüzünde yıldız olarak mutlak iyiliğe kavuşuyor. Bu itibarla şunu söylemek mümkün: Nusayrilere göre kalıcı bir ahiret inancı bulunmuyor. Buna bağlı olarak da cennet ve cehennem, bu dünyaya ait iki unsur sayılıyor.

İnanç içinde Nusayriler, Hz. Ali’nin ulûhiyetine/ilâhlığına inanan ve onun yüce nimetine eren şerefli müminler olarak algılamakta kendilerini. İlâh Ali’ye inanan Nusayri uluları olarak etiketlenen “ukkâl”lerin ruhları, ölüm sonrasında yıldızlar hâline dönüşerek nurlar âlemine yükseliyor. Sıradan Nusayrilerin, yani “cuhhâl”lerin ruhlarının ise gezegenlere gittiğine inanılıyor. Nusayri olmayanların ruhlarına gelince… Onlar da hayvan bedenlerinde dünya hayatına devam ediyorlar.

Hemen ekleyelim burada: Şartlarına haiz olup Nusayri inanç ve sırlarını öğrenen ve ibadetlerini yerine getiren Nusayrilere "ukkâl", yani “akıllı” denmekte. Nusayri soyundan gelip de inanç şartlarını ve sırlarını öğrenmeye yeterli olmayan veya kendisine öğretilmeyen Nusayrilere ise "cuhhâl", yani “cahil Nusayriler” denilmekte.

Yukarıda kısaca değinilen sır inancına geri dönecek olursak…  

Nusayrilikte inancın başat biçemlendiricisi Selman-ı Farisî kabul edilmekte. Ancak inancın temelinin ne zaman ortaya çıktığı, pek belli olmayan bir sır üzerine şekillendiği anlaşılıyor. Arap alfabesindeki üç harfle, yani “ayn, mim ve sin” ile simgelenen sır, sıradan insanlar/cuhhallar tarafından pek bilinmiyor. Bu sırrı bilmek için ermek şart sayılmakta; yani ukkâl olmak elzem. “Ayn, mim ve sin” harfleri ise Ali-Muhammed-Selman üçlemesinin Arapça hurufu olarak bilinmekte.

Söz konusu bu sırrın yanı sıra, ibadet de sır sayılmakta ve gizlilik içinde yapılmakta. Kısacası bu inanç için “birtakım sırlar üzerine bina edilmiş olan saklı öğreti” dense yeridir.

İbadetler

Yukarıda kısmen sözünü ettiğimiz özel inanç temelleri Nusayrilikte sürekli ve muntazam olmayıp, farklı varyantlarının bulunduğu da bilinmekte. Bu varyantlar nedeniyle inanç alanında bir bakıma “Nusayri mezhepleri” diyebileceğimiz farklı ekollerin oluştuğu görülmekte. Bunlara mezhep yerine “fırka” demenin daha uygun olduğunu da not ederek, hususa bir göz atmak gerekirse...

Nusayriye’nin genel bir bakış açısıyla dört kola ayrılmış durumda olduğu fark edilmekte. Bunlar “Haydariyye”, “Şimaliyye/Şemsiyye”, “Kilaziyye/Kameriyye” ve “Gaybiyye” olarak isimlendiriliyor. Ancak bu fırkaları yakınlaştırıcı bir görüşle “Şimaliyye ve Kilaziyye” ya da “Şemsiyye ve Kameriyye” olmak üzere iki ana kol hâlinde sınıflandırmak da mümkün.

Sayıları kaç olursa olsun, Nusayriyan fırkalardaki bu farklılaşmanın doğuş yeri, Hz. Ali'nin inançta durduğu yer sayılmakta. Buna göre Haydarî fırkasında Hz. Ali’nin makamı, tüm gökyüzü olarak işaretlenmiş. Gökyüzünde yer alan kutsallardan güneş Hz. Muhammed’i, ay ise Selman'ı temsil etmekte.

Şimalîlere göre ise Hz. Ali “güneşte” oturmakta. Zaten ekol bu yüzden daha yaygın olarak "Şemsî" adıyla bilinmekte. Daha önce söylendiği üzere, gökteki büyük yıldızlar da ukkâllerin ruhları sayılmakta. Bu nedenle Şemsî Nusayriler, doğuşu ve batışı esnasında güneşe ve yıldızlara hürmet gösteriyorlar. İhtiyaçlarını yaptıkları dualarında yıldızlar hürmetine istiyorlar.

Kilazî fırkasına göre “Ali’nin adresi”nin neresi olduğu hususuna gelince… Bu anlayışta Hz. Ali'nin yeri “ay” sayılmakta. Bu sebeple bunların bir adı da "Kamerî" olarak biliniyor.

Doğal olarak Nusayrilikte bir ibadetten söz etmek mümkün tabiî. Ancak ibadet anlayışları, temel İslâmî ibadetlerden farklı olarak Batınî anlayışa paralel bir seyir takip etmekte. Ancak ibadetlerin ismen aynı olduğunu görüyoruz: Namaz, oruç, zekât gibi…

İnancın bağlıları, namazlarını toplu olarak kılmaktalar. Bu esnadaki toplanma yeri bir cami olabildiği gibi, bir türbe, hatta bir ev de olabiliyor. Nusayri topluluğun kıldığı "Batınî namaz", Sünnî ya da Şia anlayışındaki namaza benzememekte. Temel itibariyle Batınî namaza “toplu dua” denilebilir. “Şeyh” denilen imamların önderliğinde toplanan erkekler, hep birlikte dua ederek namazlarını eda etmiş oluyorlar. Lâkin bu dua töreninde secde ve rükûnun da bulunduğundan söz edilmekte. "Nusayri namazı" öncesinde bir abdest alınmakta; lâkin bu abdest, bildiğimiz abdestten daha ayrıntılı olup, buna “bir nevi boy abdesti” demek daha uygun düşer kanaatindeyiz. Ancak namaz esnasında kıbleye/Kâbe'ye dönmek gibi bir şart bulunmamakta. Cemaatin yüzünü şeyhe doğrultması yeterli sayılıyor. Bununla birlikte, öğleye kadar güneşin doğuş yönüne, öğleden sonra ise batıya doğru yönelmek de bir şart olarak inançtaki yerini korumakta.

Nusayrilere göre ibadetlerin başında yer alan namaz, tek başına ve toplu olarak iki şekilde yerine getirilmekte. Namaz, Ali'ye açılan bir kapı ve kalbin niyazı anlamında olup sesli olarak yapılıyor. Vakit sayısı ise genel anlayışa paralel olarak yine beş olarak belirlenmiş ve bu beş vakit, beş masuma tahsis edilmiş durumda. İbadete "Ali, Muhammed ve Selman'ı yüceltiriz" diyerek başlanıyor ve "Ey yüce, büyük ve arıların efendisi Ali, bize merhamet et!" diyerek bitiriliyor. Namazın kılınması sırasında Fatiha, İhlâs ve bazı kısa surelerle beraber, kutsal sayılan özel risaleleri Kitab el-Mecmu'daki çeşitli dualar ve kuddaslar, yani bazı özel duaları okumak da namazın şartlarından sayılmakta.

Nusayriliğin orucu da bilinenden farklı olarak karşımıza çıkmakta. Ana gövdeye mensup Müslümanların Ramazan’da tuttukları oruç ibadeti ile alâkası bulunmayan "Nusayri orucu", Hz. Muhammed’in babası Abdullah'ın sessizliğini temsil etmekte ve fırkaca, kutsal sayılan sırları başkalarından gizlemek anlamına geliyor.

Zekâta gelince… Selman-ı Farisî'yi temsil eden zekât, temel olarak “dini öğrenip aktarma” anlamına gelmekte. Bununla birlikte zekât, “şeyhlere verilen bir miktar para” olarak da anlaşılıyor ve yerine getiriliyor.

Hacca gelince… Nusayrilikte hac ibadetinden kasıt, kendi anlayışlarına göre kutsal sayılan kişi ve yerleri ziyaret etmek olarak anlaşılmakta; yani Kâbe ile bir ilgisi bulunmuyor.

Sonuç

Bu durakta Nusayriliğe giriş şartlarına da bir bakmak gerek. Anlaşıldığı kadarıyla erkek merkezli bir inanç olan Nusayriliğe, Nusayri babadan olma her erkeğin inanç dairesine girmesi yükümlülük sayılıyor. İnancın erkek çocuklarına en geç 16 yaşında öğretilmesi elzem. Fırkaya giriş töreni esnasında genç Nusayri, bundan sonra öldürülse bile kutsal sırrı kimseye söylemeyeceğine yemin ediyor. Ve tabiî Kelime-i Şahadet’i söylemek gerekiyor. Nusayriliğe girişte Şahadet Kelimesi’nin söylenmesi, törenin olmazsa olmazı. Ancak bu, bilinen formatta bir “kelime” değil. Yukarıda da andığımız üzere, İslâm inancına taban tabana zıt bir söz olarak karşımıza çıkıyor.

Günümüzde Batı Suriye’de, Hatay ile Lübnan arasındaki dağlık bölgede oturan Nusayriler, bir azınlık olmalarına rağmen 1970’den beri Suriye Devleti’ne hâkim olarak siyaset etmekteler. Ancak 1911’de başlayan Suriye olaylarının da baş tertipleyeni olan bu azınlık cemaati, hâlen acımasız bir şekilde, çoğunluğu Sünnî olan bu ülkeyi tarihten ve coğrafyadan silmeye karar vermişçesine kirli bir savaşa devam etmekteler.