ALEV Alatlı’nın eserine
ad olan “Aydınlanma değil, merhamet” şeklindeki muhteşem manifestoya ne denli
muhtaç olduğumuzu, bu anlayışı hayatımızın en temel kaidesi yapmaktan başka
yolumuz olmadığını görüyorum kalbimi yakan her olayda, haberde.
Ben
bir anneyim. İyi bir anne olma isteği ve tüm öğrenmeye, bilmeye çalıştıklarıma
rağmen çocuklarımın kalbini incitmenin her pişmanlığında bilmenin yetmediğiyle
yüzleşirken, kendimden utanırken yükselen sesim için merhamet diliyorum... “O çocuk! Hep daha fazla, hep daha fazla
merhametle karşılaştır” duâsında, kalplerimizin merhametten başkasına yer
kalmayacak şekilde olmasını da...
Her
şiddet haberinde bir zamanlar masum bir küçük insan olan koskoca adamların ve
kadınların nasıl böyle canavarlaşabildiğine anlam veremezken, tâ en başında bir
yerlerde karşılaşmadıkları merhamet eksikliğinin ve örselenmenin ancak bunu
yapabildiğini de biliyorum hepimiz gibi.
Evet,
bilmediğimiz onca şeye rağmen asıl derdimiz bilmek; bilmemek değil. Hissetmeyi
unuttuklarımız, yaşamayı yaşatmayı unuttuklarımız, değerli hissedememek, değer
vermeyi ve kıymetli hissettirmeyi beceremeyişimiz belki...
Dünyayı
sarsan çocuk ticareti skandalı da yüzümüze tokat gibi vurması dışında yeni bir
haber değildi esasında. Her yıl milyonlarca çocuğun kaçırıldığını biliyorduk.
Botları batırılan, zehirli gazlarla, saldırgan köpeklerle hiçliğin ve çâresizliğin
tarihsel utancını yaşarken mültecilerin hikâyelerinde, bilhassa on sekiz yaş
altı binlercesinin ABD ve AB’nin toplama kamplarında annelerinden alınarak
götürüldükten sonra haber alınamadığını, mültecilerin ve Asyalı, Afrikalı masumlar
başta olmak üzere organ, ilâç, porno mafyalarının baş hedefi olduklarını
biliyorduk.
Görmeyi
inkâr edemeyeceğimiz şekilde karşılaştığımızda üç beş sosyal medya mesajı atıp
lânetleyerek kendimizi aklayabilmek de güzeldi zaten. Dünya kötüydü, kötüler
çoktu, lânet olsundu... Başka zaman kurdun yediği koyundan kendisini sorumlu
hisseden Hazreti Ömer’i örnek gösterdiğimiz hamâsî konuşmalarda kocaman kocaman
lâflar edip kitleleri etkilemeyi de biliyorduk, Instagram’da etiketlerle konuyu
gündem etmeyi de…
Bütün
bunların içinde, bu kötülük girdabında sessiz kaldığımız şeylerin, yaptığımız ve
yapamadığımız küçücük eylemlerin sorumluluğunun da olduğunu düşünemiyor, belki
düşünmek istemiyorduk. O kurdun yediği koyundan sorumlu idi, ne güzeldi, ne
büyüktü ya, biz ne yapabilirdik işte! Dünya kötüydü, batsındı dünya…
Her
çocuk kendi çocuğumuz kadar kıymetli olmadıkça, gerçek bir anne-baba hassasiyetine
sahip olmayacağız. Her masum nedensiz ve “ama”sız destek görmedikçe masum
olmayacağız. Her şiddet yahut kötülük haberini manşetten iştahla verme, daha çok
beğeni alma derdimiz bitmedikçe gerçek dertlerimiz de, iyi olan her şeyi bir
anda silip süpüren o dehşet haberleri de bitmeyecek.
Her
fert gördüğü, muhatap olduğu her varlığa bizzat varlığından sebep değer
vermedikçe, merhamet evlerimizin içinde olanların, eylemlerimizin, söylemlerimizin,
hissettiklerimizin mâhiyetini değiştirip oldurmadıkça olmayacak.
Önce merhamet, daha çok merhamet, sâfî merhamet gerek bize!