“Aydın”lan(ma)dık çok şükür

Varsın, o “aydınlanmış” güruh kendi kısır döngüsünün içinde turlasın dursun. Onlar yürüyüşlerini koşu bandında aynı zemini adımlayarak yaparken, biz ışığını “kutlu nur”dan alarak yarının ufuklarına dikeceğimiz “Türkiye sancağı”nı koşar adım taşımaya talip gönüllüler olarak varız ve hazırız!

UZUN ve yorucu bir seçim sürecini daha tamamladık, çok şükür. Tamamladık tamamlamasına da, duymadığımız, görmediğimiz, “Bu kadarı da olmaz!” dedirten ne çok şeye şahit olduk.

İnsaniyetini yitirmemiş, vatanını seven, iyi ve kötü günde hiç tereddüt etmeden millet birlikteliğini kuşatan insanlarımızın yüreği hâlâ depremzede bölgesindeki elim hasara el uzatmak için atıyor. Fakat bir kesim var ki, “El-insaf” dedirtiyor.

Malûm, Cumhurbaşkanlığı Seçiminin birinci turunun ardından, oy oranlarına bakıp morali bozulan o bir kısım tarafından depremzedelere yapılan hakaretler ve siyâsî görüşlerinden ötürü cezalandırmaya yönelik uygulamalar, yaşananlar arasında en çok içimizi acıtan ve insanlığımızı sorgulatan zafiyeti gösteriyordu.

Ülkedeki “aydın” hastalığı

Türkiye’de öyle bir güruh var ki, kendilerini “aydın” isimli hücrelere hapsetmiş, “sanatçı” tahtına oturtmuş ve konumlarından dolayı biteviye topluma ayar çekme hakkını kendisinde buluyor. Kendi düşüncesine uyup uymadığına göre toplumumuzdaki farklı tercihlere ve davranışlara puan veren, nereye hizmet ettiği az çok bilinen bu zümre, seçim sürecinde de çok aktifti. Bunlar toplumdan izole hayatlarında klavye tuşlarıyla ulaştıkları insanlara sözüm ona “demokrasi” nutukları atarak ayrıcalıklı oldukları kanaatini pekiştirdikleri zannına kapıldılar yine.

“Körler sağırlar” şeklindeki bir kombinasyon içinde kullandıkları dil, daima ayaklarına dolanıyor. Fakat onlar yine “aydınlanmış” hâlleriyle kendilerine umur salâvatı getiriyorlar.

28 Mayıs’taki ikinci tur seçim sonuçlarında, Cumhur İttifakı’nın seçimi kazanması üzerine malûm bir aktrist, “Bu halkın cahilliğini fazla hafife aldık” şeklinde bir paylaşımda bulundu. “Hafiflik” tanımını hiç anlayamadığı için tüm yaşamı boyunca kendisini ne kadar yanlış bir yere konumlandırdığını kendi lisanından dökülen cümlelerle tasdiklemiş oldu.

Ülkenin kültürel, sosyolojik, etnik ve dinî dokusundan bîhaber yaşayıp hayatı kendi camialarından ibaret sayarak kullandıkları markaların etiketleri gölgesine sığınan, Batı’nın emperyalist, köksüz ve aidiyetsiz damarından emzirilerek çatal dillerini beslendikleri topluma uzatanlar, artık yok sayılmakla verilen cevaplardan kendilerini sakınamazlar.

Onlar kendilerini “Fransız mürebbiyesi” zannedip o eda ile yıllarca bu halka had bildirmediler mi? Onlar kendilerini orkestradaki enstrümanlar içinde bu toprakların sazlarına burun kıvırıp obua, viyolonsel, arp gibi Batı tandanslı seslerden hissetmediler mi? Köyün ve köylünün irfanından feyz alarak bu topraklara eser üretmek yerine onun etinden, sütünden, tarladaki ekininden beslenerek ismini, kıyafetini ve şivesini kendilerine mizah malzemesi yapmadılar mı? Bugünle yetinmeyip bir cihan imparatorluğunu, Oryantalist gözden yorumlayıp tam işleyişini dahi bilmedikleri kurmaca “harem” anlatıları üzerinden aşağılamadılar mı?  

Yönetenler ve yönetilenler ekibi kurup bunun dışındaki ihtimâllere tahammülsüzlükleriyle deri değiştirenler bilmeliler ki, toprağa tohum düştü bir kere! Ve toprak, bağrına düşeni mutlaka ama mutlaka çatlatır ve kendini yırtarak başını çıkarması için onu karanlık koynunda büyütür. 2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimi tüm ülke ve yurt dışındaki sokaklarda dahi şölenlerle kutlanırken, bu görüntü, o tohumun gün ışığına ulaşan filizleridir. Başını topraktan çıkaran tohum dal verecek, yeni şıvgınlar sürecek ve köklerini toprağa tekrar saracak inşallah.

28 Mayıs kuru bir siyâsî parti taraftarlığı değil, vatanının bölünmez bütünlüğüne, üniter yapımızın muhafazasına, demokrasi dediğimiz rejimin temel prensibi olan “halkın kendi kendisini yönetme” ilkesinin altına vurulan bir mühürdü aslında. Ülke, ağrıyan tüm uzuvlarına kan götüren damarları tedavi ederek ayaklanıyor artık.

Varsın, o “aydınlanmış” güruh kendi kısır döngüsünün içinde turlasın dursun. Onlar yürüyüşlerini koşu bandında aynı zemini adımlayarak yaparken, biz ışığını “kutlu nur”dan alarak yarının ufuklarına dikeceğimiz “Türkiye sancağı”nı koşar adım taşımaya talip gönüllüler olarak varız ve hazırız!