BİR arınma şiiridir
onun şiiri. Bir yunma, bir kayboluş, bir diriliş şiiridir. Dünün şiiridir onun
şiiri. Başlangıcın, eskinin, en eskinin… Ve ne kadar dünün şiiriyse, o kadar da
yarının, geleceğin şiiridir. Zaman kaybolur, mekân kaybolur; her zaman, her mekân
birdir, bütündür onda: İnsanın şiiridir onun şiiri… İnsanı, insanlığı yazdı bir
ömür o…
Ve
çocuğun şiiridir. Çünkü bir ömür hiç büyümemiş bir çocuk kalbini taşıdı yanı
başında, içinde. Sesi kendine özgü, dili kendine özgü, yazısı kendine özgüdür
onun. O nedenle özel bir şair, özgün bir yazar, özerk bir kalemdir. Dimdik bir
mizaç, dimdik bir akıl, dimdik bir tavırdır onunki. Hiçbir zaman, hiçbir makâma
eğilmeyen… Tek eğildiği Bir’dir, Bir’edir, Bir’cedir. Şiiri Bir’e, birliğe
dairdir.
“Tarihsel
bir seyirme”dir yazdıkları, “heybetlenen Ali kayası”dır şiirleri. “Açlığı
eğlemektir hayat” ona göre. “Ayçağın eridir” o. “Savaşarak ve devirleri aşarak
gelip karanlığı karalayan” bir erdir ona göre insan. “Bir savaşçı”ydı aslında o.
“Savaşı binmiş”, “sözü bilemiş”, “zorun yamanını kolaylamış” bir ayçağı
savaşçısı…
Dili
ona hastı; kendine özgü dil geliştirmişti her büyük yazar gibi: “Hiçistan”, “gül
kuyusu”, “ölüm işaretleri”, “ayçağı”, “varlık göçmeni”, “kalbimin şuuru”, “güzelcin”
gibi kelimeleri vardı. Türkçenin zirvelerinde dolaşmak demekti onun
satırlarını, dizelerini, gizelerini okumak. “Artist milletizdir/ Bizde defaten
ölünür” diyen adam… Artist adam… Ar adam… Er adam... Ol adam… En olmuş adam…
Biraz
Pakdil, biraz Necip, biraz Gemuhluoğlu, biraz Sezai, biraz Rilke... En çok da
Cahit! En çok kendisi!
Maverâ[i] oydu. En çok oydu
Maverâ. Doğal lideri, öncüsü, sorumlusuydu. Akabe Yayınları’nın da
elbette…
Bir
milletin, bir ümmetin, bir çağın vicdanı, onuru, izzetiydi.
“-mak”,
“-mek” ile biten mastar isimli kitapları oldum olası soğuk, kaba, itici bulurum,
genelleme, bodoslama, bir sürü soyut güzafı çağrıştırır zihnimde onlar ve uzak
dururum onlardan, fakat tek bir istisnası vardır: Yaşamak[ii]…
Zarif güncelerden oluşan bu kitaptır ve bana göre türünün tek istisnasıdır.
Koca bir dünyayı sığdırmıştır ona Cahit Zarifoğlu.
Söyleşilerimde
ya da imza günlerimde, her yazara sorulduğu üzere bana da sorarlar zaman zaman
“En çok etkisinde kaldığınız yazarlar, şairler kimlerdir?” diye. “Necip Fazıl”
derim, “Cemil Meriç” derim, “Sezai Karakoç” derim, “Fethi Gemuhluoğlu” derim, “Selahaddin
Şimşek” derim. Ama… Âh ama… İlkin 1984’te, ikinciye 2004’te okuduğum Yaşamak’a,
çizdiğim, karaladığım, kenarına notlar aldığım sayfalara bakıyorum, bir otuz
yılıma bakıyorum… Hayır, hayır! Beni en çok etkileyen yazar, kuşkusuz Cahit
Zarifoğlu. Dili, imlâsı, duyarlıkları, tespitleri, öfkeleri, eyvallahsızlığı,
duruşu, bakışı, yakışı, siyasete, edebiyata ve sanata tavır alışı… Tümüyle
etkisi altına almış beni, itiraf ediyorum!
Sadece
beni mi? Onun, Maverâ’nın her sayısında, arka sayfada yayımlanan
yazıları Okuyucularla[iii]
ismini alarak yayımlandı geçenlerde. Üşenmedim, tek tek saydım. On yedinci
sayıdan elli altıncı sayıya dek, Nisan 1978 ilâ Temmuz 1981 yılları arasında
toplamda 364 mektuba cevap vermiş. Cevaplar da ne cevaplar ama! Konuyu tam orta
yerinden kesiyor, zerre torpil geçmeden, yermek ve övmek duygularından fersah
fersah uzak, net, açık, acıtıcı ve şifa getirici öğütlerle… “Ne yazık ki, şiir
sanatı açısından başarılı tek bir mısraınız bile yok!” diyor, “İdeolojik şiir
yazmayın!” diye kızıyor bazen. “Henüz yayınlayabileceğimiz düzeyde değil”,
“İçinde bulunduğunuz zamandan dışa düşüyorsunuz”, “Hikâyenizi uzunluğundan
ötürü okuyamadım”, “Yazar yazmaz yolladınızsa netice elbet böyle olur!”,
“Kelime dağarcığınızı genişletmek için lügat okuyabilirsiniz. Ben şahsen hiç okumadım
ama hep tavsiye ederim”, “Mektubunuzu Arap harfleri ile yazmışsınız, fevkalâde
hoşuma gitti, sürur duydum. Mesut oldum. Fakat mahzun da oldum, şiirleriniz
için umut verici şeyler söyleyemeyeceğim” ise sık sık verdiği cevaplardan
bazıları.
Yirmili
yaşların başlarında üç yüz kadar gençtir şiir, öykü, denemelerini gönderenler o
günlerde Maverâ dergisine. Büyük bir titizlikle okumakta, incelemektedir
Zarifoğlu hepsini; harf harf, kelime kelime, dize dize... Kuyumcu titizliğiyle,
büyük bir soğukkanlılıkla, bir o kadar da büyük merhametiyle cevaplar
yazmaktadır. “Ve tabiî Maverâ kıskançtır. Yazarlarının başka dergilerin
disiplinleri içinde zedelenmesini istemez” konusunda katıdır. Aralık 1979’da
yayımlanan 37’nci sayıda yine samimi, yine mertçe şöyle söyler: “Bir şey daha
var, onu da itiraf edeyim: Bendeniz edebiyattan da pek anlamam, efendim. Ne yapayım
ki, çalışmalarınızı getirip bana teslim ediyorsunuz...”
“Kırk
sayılık Zarifoğlu Mektebi’nde ders görüp bugün ulusal anlamda eser
veren, edebiyat camiasında ismi kabul görmüş kaç şair, yazar vardır?” diyerek
meraka düştüm, inceledim, alfabetik sırayla ilginize sunayım istedim: “Adem
Turan (Çanakkale), Ali Osman Sali (Çanakkale), Fahri Tuna (Sakarya), Ferman
Karaçam (Erzurum), Hasan Akay
(İstanbul), Hicabi Kırlangıç (Amasya),
Hüseyin K. Ece (Erzurum), Hüseyin Yorulmaz (Maraş), M. Fatih Andı (Adana), Mustafa Armağan
(Bursa), Mustafa Çelik (Erzurum), Mustafa Everdi (Niğde), Nureddin Durman
(Beylerbeyi), Mustafa İslamoğlu (Kayseri), Nurullah Genç (Erzurum), Ömer Çaha
(Malatya), Recep Seyhan (İstanbul), Rıdvan Canım (Erzurum), Sadık Yalsızuçanlar
(Ankara), Sıtkı Caney (İstanbul), Şeref Akbaba (Erzurum), Ümit Aktaş
(İstanbul), Vahap Akbaş (Çorlu), Yılmaz Daşçıoğlu (Isparta)…”
Evet,
hepimizin yolu bir şekilde Maverâ’dan, hassaten Cahit Zarifoğlu
tedrisinden, terazisinden, tekkesinden geçmiş. Her birimize sözü ve gözü değmiş
onun, ne güzel!
On
beş sene kadar önceydi, Yılmaz Daşçıoğlu ile bir mahfilde karşılaşmıştık. Bana,
“Hatırlıyor musun Fahri, yirmi beş sene önce aynı sayıda Cahit Zarifoğlu’ndan
birlikte fırça yemiştik?” diye sordu. Ben, “Hatırlamaz mıyım? Seninki fırça
bile değildi, olan benim şairliğime oldu! O fırçayla şiiri bıraktım ben”
deyince, ortalık kahkahaya boğulmuştu. Sahiden de öyle olmuştu; ama yıllar
sonra Okuyucularla kitabı yayımlanınca yeniden okudum eleştirilerini.
Yirmi yaş psikolojim, alınganlığım, o yaşlardaki her eli kalem tutan gençte
olduğu gibi kendini büyük şair sanma vehmimle onu hiç anlamadığımı fark ettim.
Söyledikleri
şunlarmış aslında: “Akıp Giden Derinden başlıklı şiirinizle, isimsiz
beyitleriniz bir hayli başarılı. Ama serbest şiirlerinizin şiirle ilgisi yok.
Hece şiirinin havasını kavramışsınız ve bunu kendi şiirinizde de verebiliyorsunuz.
Bu sizin için olumlu; ama şiiriniz orijinal değil. Yani hece şiirine bir
yenilik getiriyor değilsiniz. Bu tempoyla devam ettiğiniz takdirde isminizi
şair diye bir yere yazmamız mümkün olmaz. Sizde olumlu bulduğumuz şeyi, zamanla
kendi kişiliğinizle besleyerek, iyi şiirlere zemin yapmalısınız. Selâmlarımızla…”[iv]
Yirmi
yaşındaydım, harıl harıl Necip Fazıl okuyor, her Büyük Doğu mensubu gibi
Türk şiirini en başta Necip Fazıl şiiri varsayıyordum. Zarifoğlu’nun bu
cevabından sonra şiir olduğunu zannettiğim, şiir olduğunu varsaydığım onlarca
karalamamı yırtıp attım. Bir daha da şiir yazmadım. Otuz sekiz sene sonra
pişman mıyım? Hayır! Doğrusu onun söyledikleriydi; ben şair değildim, haklıydı.
Başta Yılmaz Güney ve merhum Faik Baysal olmak üzere, birçok şair dostum,
portrelerimde şiir dizileri ve şiir tadı olduğunun altını çizerler; böylesi
daha kıymetli…
Cahit
Ağabey’in etkisiyle -“fırçasıyla” demek daha yerinde olur- o tarihten sonra
Sezai Karakoç’u, Nuri Pakdil’i, kendisini, Erdem Beyazıt’ı, İsmet Özel’i okumamın
yazılarıma büyük katkısı oldu. Bu sebeple bin minnet ve teşekkür borçluyum ben
de Cahit Ağabey’e.
İşte
Cahit Zarifoğlu tam da buydu eksiği fazlası olmadan! İyiliğimiz için sözünü
sakınmayan adamdı. Kabul edelim, bugün yaşı altmışın biraz altında, biraz
üstünde olan birçok şair, birçok yazar, hepimiz onun ‘paltosundan çıktık’ biraz
da…
Serazat
bir mizaç, özgürlüğüne ölümüne düşkün bir mizaç, çıldırasıya özgün, orijinal
bir karakter sahibiydi. Benzerlerinde de görüldüğü üzere, gidebileceği iki yolu
vardı: Ya -Allah korusun- intihar yahut hidayet… O ikinciyi seçti. İşte kendi
ifadesiyle delili: “Cennet hediyen, cehennem benim eserim…”[v]
[i]
1976-90 yılları arasında, Rasim Özdenören, Alaattin Özdenören, Erdem Beyazıt,
Cahit Zarifoğlu, M. Akif İnan, Ersin Gürdoğan tarafından hazırlanan/ yayımlanan
aylık edebiyat dergisi.
[ii]
Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, (Ankara:
Akabe Yayınları, 1980), 1. Basım, 224 sayfa.
[iii]
Cahit Zarifoğlu, Okuyucularla,
(İstanbul: Beyan Yayınları, 2014), 3. Basım, 464 sayfa.
[iv]
Cahit Zarifoğlu, Okuyucularla, (İstanbul:
Beyan Yayınları, 2014), 3. Basım, s.179.
Zarifoğlu’nun şiirime dair mezkûr
eleştirisi, Maverâ dergisinin 1979
yılında yayımlanan 35. sayısından kitaba alınmıştır.