MİLLÎ Eğitim Bakanlarından Abidin (Özmen) Bey’in, 29 Kasım
1949’da Ayasofya Hatıra Defteri’ne yazdıklarına bakılırsa, Ayasofya’nın
camilikten çıkarılıp müze yapılması çalışması 1931’de başlamıştır.
Abidin Özmen’in sofrada aldığını söylediği “büyük
şifahî emirle” Ayasofya’da sıva altında kalan Bizans mozaiklerinin çıkarılması
için ABD’li Bizans Enstitüsü Müdürü Thomas Whittemore’ye özel bir izin
belgesinin verilmesini temin eden 7 Haziran 1931 tarihli Hükûmet Kararnâmesi,
Cumhurbaşkanı Kemal Paşa’nın imzası ile yayınlandı.
“İtalya’nın Balkanlarda yayılmacı siyasetinden dolayı müttefik arayışına
giren Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne üye olmak için Batı ülkeleri ile
ittifakını kolaylaştıracak bir adım olsun diye, Ayasofya’da Bizans mozaiklerini
ortaya çıkarma çalışması başlatmıştır” iddiası,
inandırıcılığı zayıf bir iddiadır. Çünkü Lozan görüşmeleri esnasında Ankara’ya
gelen İngiliz gazeteci Grace M.
Ellison’a Kemal Paşa, “Hıristiyanlara
dünya gözünde lâyık olan onuru vermek için elimizden ne gelirse yapmaya
çalışacağız ve Ayasofya’yı bir cami olarak korumakla, Katolik Kilisesi’nin
gerçekten haysiyetini incitiyorsak, onu ya bir müzeye çevireceğiz ya da tamamen
kapatacağız” demiştir (An Englishwoman in Ankara, 1923 London, s.244-245.
Türkçesi: Bir İngiliz kadını Gözüyle Kuva-i Milliye Ankarası, Türkçesi: İbrahim
S. Türek, Milliyet Yayınları, İstanbul 1973, s.248).
Ayasofya’nın, Lozan
görüşmelerinde pazarlık konusu yapıldığı açıktır. Neyin karşılığında
Ayasofya’yı cami olmaktan çıkarma sözünün verildiği hakkında literatürde henüz
bir bilgi yoktur. Ankara Hükûmeti’nin Bizans mozaiklerine duyduğu sevgi ve
bağlılıktan dolayı böyle bir kararı almış olacağı ihtimâlini doğrulayacak bir
bilgi de ortada yoktur. Karar tümüyle siyâsî beklentiler için alınmış
olmalıdır. Ancak asıl soru, Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması için neden
1931’in beklendiğidir.
Dönemin ABD Ankara
Büyükelçisi Joseph C. Grew’in de bu konuda payı olabilir. Çünkü
Grew, 1919 Paris ve 1922 Lozan görüşmelerinde de ABD Heyet Başkanı sıfatıyla
hazır bulunmuş biridir.
Hükûmetin bu kararından yerli basın bile sonradan ABD
ve İngiliz gazeteleri ile Bizans Eserleri Enstitüsü çalışmalarından dolayı
haberi olmuştur.
Ayasofya’nın camilikten çıkarılmasında Batılıları
memnun etme isteğinin yanında, halka karşı bir çeşit güç gösterisi ve
kabadayılık da etkin görülebilir. Çünkü Ayasofya’nın kapatılarak Bizans mozaiklerinin
aranması çalışmaları âdeta gizlilik içinde yürütülmüştür. Cumhuriyet Gazetesi
bile bu gizlilikten ve müze yapma çalışmalarından tedirgin olmuştur:
“Gazetelerde Ayasofya’nın bir müze olarak tanzim edileceğini okudukça
afallamakta devam ettiğimizi itiraf etmek mecburiyetindeyiz. Kendi kendimize
mütemadiyen ‘Ne müzesi?’ diye soruyoruz. Ayasofya’nın kendisi zaten en güzel
bir müze ve belki ondan daha üstün, başlı başına bir tarihî âbidedir. Bu âbideyi
herhangi bir müzeye çevirmeye bizim aklımız ermiyor…”
Ayasofya’nın resmen müze olarak açılmasından bir ay
önce, müze çalışmalarından memnun kalan Yunanistan Başbakanı Venizelos, 12 Ocak
1935’te Nobel Barış Komitesi’ne gönderdiği mektupta, “Atatürk’ü Nobel Barış
Ödülü’ne aday göstermişti”. Elbette Ayasofya’nın müze yapılmasından memnun
kalan sadece Yunanistan Başbakanı Venizelos değildi. Her ne kadar, Ayasofya’yı
müze yapan kararnâmede, “Eşsiz bir
mimarlık ve sanat âbidesi olan İstanbul’daki Ayasofya Camisi’nin tarihî
vaziyeti itibarı ile müzeye çevrilmesi bütün Şark âlemini sevindireceği,
insanlığa yeni bir ilim müessessi kazandıracağı cihetle müzeye çevrilmesi”
denilerek Şark âleminin sevineceğine işaret edilmiş ise de, o âlemden çıkan bir
sevinç haberi literatürde hiç yer almadı. Buna karşılık, Yunanistan Başbakanı
Venizelos’tan başlayarak hep Garp âleminin sevinç haberleri servis edildi.
Bizans mozaiklerini ortaya çıkarma çalışmaları
bittikten sonra, 24 Kasım 1934’te, yine bir Hükûmet kararı ile Ayasofya’nın
müze yapıldığı ilân edilmişti. Şubat 1935’te ise “Ayasofya Müzesi”nin resmî
açılışı yapılmıştı. ABD ve İngiliz yönetimleri bu karardan çok memnun
kalmışlardı. 1936’da Türkiye’ye gelen İngiltere Kralı Sekizinci Edward,
Ankara’ya uğramayıp İstanbul’a gitti. Türkiye’nin bütün yönetim kadrosu ise
Kral için İstanbul’a taşındı. Her taraf İngilizce yazılarla donatıldı. Kral ise
Cumhurbaşkanı Kemal Paşa ile yarım saatlik bir görüşmeden sonra Ayasofya’yı ziyaret
ederek Türkiye’den ayrıldı.
“İngiltere Kralı, Ayasofya’nın müze yapılması hakkında
çok isabetli olduğunu buyurmuşlardır” diye takdirkâr bir üslûp kullanılması ise
gazetelerde yer bulmuştur. (Cumhuriyet Gazetesi, 6 Eylül 1936)
Sağıyla soluyla Ayasofya meselesine tarihî bakış
Böylece 1453’ten 1931’e kadar 478 yıl cami olan
Ayasofya, Cumhurbaşkanı Kemal Paşa öyle
istedi diye 1934’te resmen müze yapılır. Elbette hiç kimse ona “Niye böyle
yaptın?” diye bir soru sorma imkân ve hakkına sahip olmamıştır.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ifadesinin
her tarafa yazıldığı bu dönemde, Ayasofya’nın müze yapılmasını asla kimse
eleştiremediği gibi, yeniden cami yapılmasını da kimse talep edememiştir.
Ayasofya’nın halka rağmen müze yapılmasını halkın
ezici çoğunluğu hiçbir zaman kabullenmemiştir. Tek parti döneminde Ayasofya’nın
cami yapılmasını isteyemeyen halk, çok partili hayata geçişle birlikte her
zaman siyaset erbâbından “Ayasofya’nın
yeniden cami yapılmasını” istemiştir. Sağ parti iktidarları için de halkın
bu talebi yerine getirilmese bile dikkate alınması gereken bir husus olmuştur.
27 Mayıs darbecilerinin fiilen iktidar olduğu dönemde,
1965’te Adalet Partisi İzmir Senatörü Ömer Lütfü Bozcalı, Cumhuriyet Senatosu’nda
Kıbrıs olaylarının da muhtemelen etkisi ve Yunanistan’ın Kıbrıs politikasına
bir misilleme olarak Ayasofya’nın yeniden cami yapılmasını teklif etmiştir.
Suat Hayri Ürgüplü başkanlığındaki Hükûmet,
Ayasofya’nın cami yapılması için Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan görüş
istemiştir. Hükûmet muhtemelen kendisine nasıl bir görüş yazılmasını da el
altından DİB’e bildirmiştir. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Tevfik Gerçeker ise,
“Ayasofya Müzesi’nin müze hâlinde iken
ibadete açılmasına mâni bir durum yoktur” diye hem iktidarın tutumunu, hem
de halkın talebini gözeten bir cevap yazmıştır. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde
Adalet Partisi (AP, Süleyman Demirel) ezici bir çoğunlukla seçimleri kazanarak
iktidar olmuştur. Böylece dönem iktidarının DİB’den Ayasofya için görüş
istemesi, seçim sonuçları üzerinde muhtemelen Demirel’in lehine etkili
olmuştur. Çünkü AP’nin tek başına iktidar olması hâlinde Ayasofya’nın cami
yapılacağı görüşü halk üzerinde giderek etkili olmaya başlamıştır.
AP iki dönem tek başına iktidar oldu, ama Ayasofya’nın
statüsünde bir değişiklik olmadı.
1965 Genel Seçimleri’nden sonra kurulan Demirel kabînesinde
Devlet Bakanı olan Refet Sezgin, “Vatandaş
olarak Ayasofya’nın cami hâline ifrağına ve ibadete açılmasına muvafık mütalâa
ediyorum. Hükûmet üyesi olarak bu meseleyi hukukî durumu bakımından yetkili
kurullara götürüp tektik etmesinin kararındayım. Ben şahsen bunun ibadete
açılmasını talebeliğimden beri düşünürüm” diye verdiği ikircikli cevap
ise AP tabanında tartışmalara yol açmıştı.
CHP medyası da AP’lilerin bu isteğine şiddetle tepki
göstermişti. Demirel, Başbakan sıfatıyla yaptığı açıklamada, “Ayasofya’nın ibadete açılması hakkında
öteden beri çeşitli yollarla yetkili mercilere intikal etmiş dilekler mevcûttur.
Son zamanlardaki dilekler evvelki isteklerin tekrarı mâhiyetinde yine yetkili
kurumlara intikal etmektedir” diyerek, bir tercih belirtmeden bu konuda
vatandaşın artan talebini kabullenmiştir.
27 Mayıs darbecilerinin Cumhurbaşkanı seçtirdiği Cemal
Gürsel’in tutumu da bu konuda önemli olmuştur. Halkın talebini önemsemeyen,
iktidarı için halkın rızâsına ihtiyaç duymayan darbeci general, “Çok fena söylerim, söyletmeyin bana! O
devirler geçti. Ayasofya’yla, camiyle, medreseyle uğraşacak vakit geçti.
Memleketin binbir derdi, meselesi var, asıl onlarla uğraşalım” diyerek
Ayasofya için Yunanistan Hükûmeti ile benzer bir tepkiyi göstermiş oldu.
Başbakan Demirel ise halktan geldiğini söylediği
Ayasofya talebini gündeminden çıkarmış, Gürsel’e cevap bile vermemiştir.
1967’de Türkiye’yi ziyaret eden Papa Altıncı Paul’un
Ayasofya’da diz çöküp 45 saniye duâ etmesiyle Ayasofya tartışmaları yeniden
alevlendi. MTTB’li öğrenciler Ayasofya’ya giderek toplu hâlde namaz kılma
eylemi başlattılar. Bu eylemlere AK Parti döneminde TBMM Başkanı olan İsmail
Kahraman öncülük etti.
AP’li yöneticiler, siyasetçiler ve köşe yazarları bu
konunun zamana bırakılmasını savunarak, halkın talebiyle Hükûmet arasında bir
orta yol bulmaya çalıştılar. 1973 Seçimleri öncesinde AP’nin tek başına
iktidara gelmesi hâlinde Ayasofya meselesinin hâlledilebileceği telkinleri AP
taraftarı gazetelerde telkin edilmişti.
Ancak 1973 Seçimleri’nden tek parti iktidarı çıkmadı,
koalisyon hükûmetleri çıktı. 1975’te, içinde AP, MSP (Millî Selâmet Partisi),
MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) olan Millî Cephe kabînesi kuruldu. Koalisyonun
MSP’li Devlet Bakanı Hasan Aksay, İstanbul’da yapılacak İslâm Konferansı Dışişleri
Bakanları Toplantısı için Ayasofya’da namaz kılınmasına izin verilmesini ve
Ayasofya’nın cami yapılmasını istemişti. Ancak Ayasofya için Hükûmet böyle bir
karar almadığı gibi, 1977 Genel Seçimleri’nde de Ayasofya meselesi Demirel ile
Erbakan arasında önemli bir tartışma konusu olmaya devam etti.
Erbakan seçim konuşmalarında fethin “açmak” demek
olduğunu, partisi MSP’nin ambleminin de anahtar olduğunu hatırlatarak bunu
ancak MSP iktidarının yapabileceğini söylemesine rağmen, Erbakan da, Demirel de
1977 Seçimleri’nden istedikleri sonucu alamamışlardı.
Ayasofya’nın statüsünde ilk küçük değişiklik 1980
yazında Demirel azınlık koalisyonunca yapılarak, Ayasofya’nın hünkâr mahfili
ibadete açıldı ve yalnızca bir minaresinden ezan okunmaya başlandı.
Demirel ise Ayasofya konusunu her zaman olduğu gibi
zamana yaymayı, ötelemeyi tercih etmişti. “Gerek
Hırka-i Saâdet’i, gerekse Ayasofya’yı gezdikten sonra anladım ki, Osmanlı
Devleti’ni ayakta tutan şey, Hırka-i Saâdet’te okunan Kur’ân ile Ayasofya
minaresinde okunan ezanlardır” diyerek dindar seçmene şirinlik gösterisinde
bulunduysa da Ayasofya için köklü ve kalıcı bir adım atmadı.
12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nden iki gün sonra, ibadete açılmış olan hünkâr mahfili (Abdülmecit Mescidi), onarım bahanesiyle kapatıldı, minaresinden okunan ezan da susturuldu. Ezan sesinde nasıl bir onarım yapıldığını darbeciler açıklamamışlardı.
Yakın dönem siyâsî arenasında Ayasofya vaatleri
1985’ten sonra siyasete dönen Demirel, bir muhalefet
lideri olarak, Ayasofya’nın minaresinde ezan okuttuğunu, hünkâr mahfilini
ibadete açtığını ama askerî darbeyle bunların engellendiğini tekrarlayarak
Ayasofya meselesiyle dindar seçmen kitlesini kendi tarafına çekmeye çalıştı.
1988’de Demirel’e çok yakın olan Doğru Yol Partisi’nden
(DYP) Isparta milletvekili olan Ertekin Durutürk, Ayasofya’nın yeniden ibadete
açılması için TBMM’ye bir teklif vermişti: “Nefis
kilise, kıyamete kadar cami olarak vakfedilmiştir. Bunu Allah’a, ahrete, onun
heybetine inanan hiçbir mahlûk, sultan olsun, değiştiremez. Vakıf şartlarını
kim değiştirirse, Allah’ın lâneti onların üzerine olsun!”
İktidardaki Anavatan Partisi bu teklifle zor durumda
kalmıştı. Demirel ise ne teklife bütünüyle sahip çıkmış, ne de onu durdurmuştu.
1989’da, fethin 536’ncı yıldönümü törenleri için
İstanbul’da yapılan bir kutlama töreninde “Ayasofya açılsın” diyen partililerin
tezahüratlarına karşılık Demirel, “Vakti saati gelmedikçe hiçbir şey olmuyor.
İstanbul’un Fethi için bile 800 sene bekledik” diye konuyu zamana yayan politik
ve bir esnek cevapla talebi karşılamaya çalışmıştı.
1991 Genel Seçimleri öncesinde ANAP iktidarı ile DYP
arasında Ayasofya meselesi yeniden tartışma konusu yapılmıştı. Zor durumda
kalan ANAP kabînesi, 10 Şubat 1991’de, Ayasofya’nın hünkâr mahfilinde yeniden
ibadet edilmesi ve minaresinden ezan okunması kararını aldı.
1991 Genel Seçimleri’nden sonra Demirel başkanlığında
DYP-SHP koalisyonu kuruldu. Isparta Milletvekili Ertekin Durutürk yeniden
TBMM’ye Ayasofya’nın ibadete açılmasını teklif edince, Demirel’in muhalefetiyle
karşılaştı. Demirel şöyle demişti:
“Ayasofya Camii, 24 Kasım 1934 tarihli ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla müzeye çevrilmiş olup, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
hükümlerine göre de korunması gerekli kültür varlığıdır. Eski eser olması
itibariyle, özelliklerinin bozulmaması için, hâlen restorasyonu yapılan
Ayasofya Camii’nin iç duvarlarında eşsiz değerde freskler bulunmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında badana ile kapatılan bu freskler, müze olarak
kullanmaya başlanılacağı sırada, uzmanlar tarafından yapılan dikkatli ve titiz çalışmalar
sonunda tekrar ortaya çıkarılmıştır. İbadete açılması hâlinde -İslâm dinine
göre- fresklerin yeniden kapatılması, korunması gereken değerlerin bir daha ele
geçemeyecek şekilde yok olmasına neden olacaktır. Camilerin bol olduğu
İstanbul’da, çok sayıda turistin yurdumuzu ziyaret etmesine ve Hıristiyan
âleminin geniş ilgisinin çekilmesine neden olan Ayasofya’nın camiye
dönüştürülmesi, İstanbul şehrine ibadet yönünden hiçbir katkı sağlamayacağı
gibi, korunmaya değer özelliklerin de kaybolmasına neden olacaktır.”
Demirel böylece meşhur “U” dönüşlerinden birisini daha
yaparak, Ayasofya’nın yeniden cami yapılması tekliflerine karşılık tam karşıda,
1934 Hükûmet Kararnâmesi’nin de yanında yer almıştı. Oysa tıpkı Selimiye,
Süleymaniye, Sultan Ahmed camilerini her dinden insanın gezmesi gibi
Ayasofya’yı da gezmeleri mümkün olabilirdi. Beş yüz yıl boyunca cami olan
Ayasofya’nın freskleri korunduğu gibi yine korunabilirdi.
Ancak Demirel, Kemalist çevrelerin icat edip
kullandığı bu bahanelerle Ayasofya’nın cami yapılması isteklerine karşı
durmuştu. Kişisel mülkiyet olarak Fatih Sultan Mehmed’in özel mülkü sayılarak
ona göre tapusu 1930’larda yenilenmiş olan Ayasofya’nın, Fatih tarafından
yapılan vakfiyesinin dışında başka bir amaç için kullanılamayacağını öngören
Vakıf Kanunu’nu Demirel yok saymıştı.
1994’te Demirel’in Cumhurbaşkanı, Tansu Çiller’in de Başbakan
olduğu dönemde DYP’li Ertekin Durutürk, yeniden Ayasofya’nın cami yapılmasını
teklif etmişti. Bu teklif ANAP, DYP ve Refah Partililerin desteği ile TBMM gündemine
alındı. Teklife “Evet” diyenler arasında İmren Aykut, Işılay Saygın, Abdülatif
Şener, Ayvaz Gökdemir, Koray Aydın ve Sedat Bucak gibi bazı ünlü isimler olsa
bile, teklife “Evet” diyenlerin sayısı 150’de kalmıştı.
Meclis kararına dönüşmesi için 9 oy daha gerekliydi. O
dokuz oy daha temin edilseydi, TBMM kararı ile Ayasofya, yeniden “cami”
statüsünü alacaktı. Ama olmadı. O günkü oylamaya Tansu Çiller, Necmettin
Erbakan, Mesut Yılmaz, Alpaslan Türkeş, Deniz Baykal ve Muhsin Yazıcıoğlu
katılmamıştı. Baykal’ın katılmayışının kendine göre bir açıklaması vardır ama
adı geçen diğer liderlerin nasıl olup da bu oylamaya katılarak teklif için
gerekli sayıyı temin etmediklerinin makul bir açıklaması yoktur.
AK Parti ve Ayasofya tartışmaları
AK Parti iktidarında ise uzun yıllar Ayasofya meselesi
Hükûmet’in gündeminde yer almadı. 2004’te Sürekli Vakıflar Tarihî Eserler
ve Çevreye Hizmet Derneği’nin müracaatı ile Danıştay 10’uncu Dairesi, 1934’teki
Bakanlar Kurulu kararının iptal edilmesi isteğini 2005’te reddetmişti.
2013’teki AK Parti Kızılcahamam Kampı’nda bazı milletvekillerinin “Ayasofya ne zaman ibadete açılacak?”
diye sorması üzerine dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “Sultan Ahmed boş! Sultan Ahmed dolarsa,
Ayasofya’yı da gündeme alırız” diye cevaplamıştı. Benzeri bir cevabı,
Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası esnasında da (2014) Ortaköy’de tekrarlamıştı.
31 Mart 2019 Yerel Seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanı
Erdoğan, Tekirdağ’da Ayasofya’nın cami yapılması isteğine karşılık daha ağır
sayılacak bir cevap vermiştir:
“Sultan Ahmed’i bir doldurun, ondan sonra ona bakarız. Bak şimdi, Büyük
Çamlıca Camii’ni yaptık. 4 tane, 5 tane Ayasofya eder. O kadar büyük… 60 bin
kişiyi alabilecek kapasitede. Ve Anadolu yakasında, tüm İstanbul’da ve Türkiye’de
en büyük camii oldu, buyurun…
Mesele o değil. Bu işin siyâsî boyutu var. Yan tarafta Sultan Ahmed’i
doldurmayacaksın, ‘Ayasofya’yı dolduralım’ diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim.
Bunların hepsi tezgâh. Biz ne zaman, neyi, nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz.
Bu namussuzlar böyle dedi diye biz adım atmayız. Adımı nasıl atacağımızı biz
çok iyi biliriz.”
Mart 2019’da Ayasofya’nın açılması isteğine böyle
tepki gösteren Erdoğan’ın bir yıl sonra değişen tutumunu, klâsik sağ
politikacıların devamı gibi görmek yanıltıcı olur. Teslim etmeli ki, Erdoğan
gençliğinden beri “Zincirler kırılsın,
Ayasofya açılsın” diyen bir geleneğe mensuptur. Siyâsî nedenlere bağlı
olarak sonradan bu geleneğe katılmış biri değildir. Üstelik Ayasofya’nın
açılması isteğini 86 yıl sonra sonuçlandıran isimdir. Erdoğan’ın tutumunu klâsik
sağ politikacıların tutumu ile sırf bu yüzden ayrı tutmak icap eder.
“Ayasofya’yı açtım, açıyorum” sözleri, eskiden parti
kapatma nedeni olurdu. Hatırlayınız ki, 2007 E-Muhtırası’nın gerekçesi, Kutlu
Doğum Haftası ile 23 Nisan törenlerinin aynı haftaya denk gelmesidir. O hâlde Erdoğan’ın
tutumunu bir zamanlama meselesi olarak görmek daha uygun olur.
Zamanlama konusunda hatâlı olduğu, 3-5 yıl önce de bu
işin olabileceği gibi görüşler olabilir. Ancak artık sonucu konuşmalı.
“Şark âlemini sevindireceğiz” gibi komik bir nedene
bağlanan ve gerçekte Hıristiyan âlemini sevindirme amacına bağlı olan
Ayasofya’nın 86 yıl kapalı tutulması hâli sona ermiştir. Ayasofya’nın açılması
her şey demek değildir. Ama önemli bir gelişme olduğundan kuşku duyulmamalıdır.
Son söz
Ayasofya’yı kapatan sömürgecilerin uzantısı olan zihniyetin
beklentisine rağmen AB ve ABD’den de kayda değer bir tepki olmamıştır. Ayasofya’yı
sadece tarihî bir cami olarak görmek de hatâlı olur. Evet, tarihî bir camidir
ama neredeyse Türkiye’nin bağımsızlığının, egemenlik haklarının sembolü
durumuna gelmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2019’da Ayasofya için
söylediklerinden yola çıkarak, Ayasofya’nın cami yapılmasına itiraz etmek
anlamsızdır.
Türkiye üzerindeki Batı vesâyetinin sembollerinden
biri olan “Ayasofya’nın müzeliğini savunmak”, Türk halkına ve tarihe karşı bir
çeşit suç işlemektir.
Türkiye’deki Batı vesâyetinin siyâsî ayağı olan CHP
yönetimi, muhtemelen içi kan ağlasa da Ayasofya’nın açılışına açıktan itiraz edememiştir.
CHP’nin bu tutumu, Ayasofya’nın yeniden cami yapılmasını kolaylaştırmıştır.
Ayasofya’nın açılması ile klâsik sağ partiler üzerindeki hegemonik Kemalist
korku yıkılmıştır.
Sadece “Batılı sömürgeciler istedi” diye Ayasofya’nın
86 yıl boyunca müze olarak kapalı tutulduğunu gelecek kuşaklara iyi anlatmak
icap eder. Güya “Ya istiklâl, ya ölüm!” diyenlerin aslında nasıl Batılı sömürgecilerin
isteklerinin takipçi ve temsilcileri olduğunu anlatan ibretlik örneklerden
biridir Ayasofya.
Ayasofya’nın cami olarak yeniden açılmasında emeği
olan herkesten Allah râzı olsun.