
YEDİ saat güneşin
altında bekledim. Astımdan dolayı bir ara fenalaştım; kalbimdeki heyecan ile
aklımdaki bilgiye vücûdumun takati yetmese de bekledim. Mekke’de yetmiş yaşına
kadar elli yıl nöbet tutan Hasan Onbaşı geldi aklıma, bekledim. Çekirge yiyip
Medîne’yi terk etmeyen Fahreddin Paşa ve askerleri geldi aklıma, bekledim. Yavuz
Sultan Selim ile kızgın çölü geçen ceyşü’l-mübarek geldi aklıma, bekledim.
Kendimi, bir günlük nöbet tutan asker ilân ettim, bekledim…
Bursa’dan
gelmiştim, bu beklemek ne ki? Covid-19 varmış, ne ki? Kalabalıkmış, hastalıkmış
ne ki? “Biz bu yolda ölmeye şehitlik deriz bre şehitlik” dedim, bekledim.
Güneş
beynimin içine işledi. “Rukiye! Dedelerin burada ezanlar okunsun diye kolunu
bacağını bıraktı, sakat oldu, canını verdi, şehâdet şerbeti içip şehit oldu,
şimdi güneş var diye mi sızlanacaksın?” dedim, bekledim. Sonra Ayasofya
minarelerinden salâlar ve ezanlar başlayınca, artık sevinçten ne kendimi
hissettim, ne güneşi. “Rûhum neşve içinde iken bedenim muazzep olsa ne gam!
Yıllardır rûhum muazzepti, şimdi şükür zamanı!” dedim, bekledim. Ne kutlu
bekleyiş! İçim içime sığmıyordu; sanki
gökyüzü gülüyor, ağaçlar zikrediyor, tüm kâinat şükrediyordu…
Salâlar
ve ezanlar…
Kendimi
tutamayıp, “İstanbul! Yeniden fetholundun bugün İstanbul! Melekler tavaf ediyor
seni bugün” diye bağırdım. Sevincinden ağlayan dedeleri gördüm, şükreden dillerdeki
neşeyi gördüm… Dün seni bambaşka gördüm İstanbul!
Ben,
dün sana misafirdim; yıllardır sana ziyarete gelir, Ayasofya’nın bahçesinde
ağlar, giderdim. Hatırlarım; bir keresinde, yıllar önce hani, seni müze yapan
kuklalar var ya, onların çubuklarını ellerinde tutanların ayin yaptıklarına şâhit
olmuştum. Diz kırmıştı biri; ellerini çenesinin altında birleştirmiş, duâ
ediyordu diğeri ve ayaktaki, istavroz çıkarıp onun başına elini koymuştu. Yaklaşık
on on beş kişi kadarlardı, toplu ayin yapıyorlardı ama ben namaz kılamıyordum. Kendi
yurdumda, kendi camimde namaz kılamıyordum! Çok ağlamış, boğazım düğüm düğüm
olmuştu. İstanbul’u fetheden Fatih onca şehidi bunun için mi vermişti? Sular
kezzap olmuştu, gökyüzü girdap… Kendimi Sultan Ahmed Cami-i Şerîfi’ne atıp
secde secde teselli olmaya çalışmıştım.
Ve
24 Temmuz 2020… Şu an… Şu an minarelerin mânâsı olan ezanlar ve salâlar
yükseliyor göklere, çiçek çiçek İslâm’ın sadâsı yükseliyor…
Salâlar
ve ezanlar…
Ayasofya’nın
taşları özlemiş bu sesi; duvarları yeniden cana geldi, yeniden bir can suyu
yürüdü Ayasofya’nın bin beş yüzyıllık duvarlarına. Şükretti kendi lîsanı ile
taşlar, bahçesindeki ağaçlar… Ebabil misâli kuşlar... Eğildi secdeye muştu ile Müslümanlar...
Eridi güneş, iki büklüm oldu dağlar... Güldü bütün secdesiz kalan mekânlar. Allah’ım,
ben de şâhit oldum, ezan okundu, secde secde yeşillendi Cumalar!
Oradaydım.
Bir avuç pirinçten bir tane oldum, bekledim. “Bir avuç topraktan bir zerre
olayım” dedim, bekledim. “Ayasofya’yı cami olarak görmeye ömrümüz vefâ etmez
zannederdim ama müşâhit olma şerefine nail olduk” dedim, bekledim.
Aslında
Kültür Ajanda dergisi için, kendi alanım olması hasebiyle Ayasofya’nın tarihini
yazacaktım. Milât sonrası 500’lü yıllarda Birinci Iustinianus, Hıristiyan oldu ve o
zamanın en büyük bazilikasını yaptırmıştı. Sonra Nika İsyanı’nda tahrip olan Ayasofya’yı
yine 535’lerde Birinci Justinianus’un tamir ettirdiğinden falan bahsedecektim. Lâkin
yaşadığım yoğun coşku, Ayasofya hakkında kuru tarihî bilgi vermeme engel oldu.
Tarihleri robot gibi ezberlemek marifet değildir, fetih ruhunu ve dedelerimizin
şehit olma aşkını anlamamız marifettir.
Beş
yüz yıldır cami olan Ayasofya’ya ayakkabıyla, yarı çıplak giriliyor ve ayin
yapılıyordu. Papa gelip tapınmıştı, içimiz kan ağlıyordu. “Biz sizin kilisenizi
ahır yapmadık, cami yapıp şereflendirdik, siz bizim camilerimizi ahır
yapmıştınız, unutmadık” diyerek bekledim.
“Ayasofya
Ulu Cami” başlığını şunun için belirledim: Bizim ulu camilerimiz sadece
ibâdethâne değillerdir. Ulu cami, her şehrin merkezinde, devlet erkânının gelip
önemli kararlar aldığı, şeyhü’l-İslâmlara buyruklarının İslâm’a uygun olup
olmadığını danıştığı mekânlardır. Ayasofya da Hıristiyanlar için bir bakıma
öyleydi. Yazımda da bu tarihî bilgilerden bahsedecektim. Ayasofya, cami oldu ve
içim içime öyle sığmıyor ki, “Bilgiye her yerde ulaşılır” diyerek, yaşadığım
lahutî havayı yazmak istedim. Zaten, “Ayasofya, gemileri çeken kutlu askerin
ezan için kanını akıttığı İslâm toprağının asude remzidir” dedim, bekledim.
Nasıl
coşkuluydu Ayasofya’ya namaza gelenler! Sıcak bir Temmuz gününde Mekke’yi fethedenler
gibi girdik Ayasofya’nın bağrına…
Ayasofya’m!
Hastalar serumlarını çıkarıp geldi; ne virüs, ne can… İslâm uğruna, ezan yoluna,
kurban binlerce can!
Biz
artık sessiz çoğunluk değiliz; ezanımız, salâmız, Ayasofya’mız var. İçimizdeki
gayr-i Müslimlerin nasıl da zoruna gitti! Ayasofya’nın kilise olması, bu
toprakların Hıristiyan; müze olması bu toprakların dinsiz; cami olması ise bu toprakların
İslâm toprağı olduğunun remzidir.
“Ayasofya’nın
cami oluşu hayırlı olsun” diyorlar. Yahu zaten bu en büyük hayırlı muştu,
bundan büyük hayır olur mu? “Hayrı daim kaim olsun” diyelim. “İstanbul’u
fetheden komutan, ne güzel komutandır” hadîs-i şerîfinin övgüsüne sen de mazhar
oldun “Tayyib” insan Erdoğan, şâhidiz! Sağ yanına Alparslan’ı, sol yanına deden
Fatih Sultan Mehmed’i mi aldın, onlardaki yürek ve bilek sana mı tevârüs ettin
de hepsinin rûhunu böyle şâd ettin?
Ey
yedi kat semadakiler! Ey yeryüzündeki bütün hilkat! Ey bütün kâinat! Ey çiçek
çiçek açan toprak! Ey yağmur yağmur gökyüzü! Ey Müslümanlar! Duyun, işitin,
Ayasofya tekrar İslâm’ın kutlu beldesi Türkiye’nin oldu, Müslümanların oldu. Üstad
Necip Fazıl’ın dediğin oldu, Ayasofya açıldı, Sakarya ayağa kalktı. Üstad Kadir
Mısıroğlu’nun duâsı gerçekleşti, Ayasofya açıldı, keşke görseydi!
Dedem
Fatih Sultan Mehmed, buyruğun üzere cami yapılan fethin simgesini yıllardır
namazdan mahrum etmişlerdi, rûhun muazzep olmasın, yine secde secde yeşerecek.
Ey
Ak Şemseddin, Bizans ellerinin oyunları bozuluyor! Ey Bediuzzaman, en gür sadâ
İslâm’ın oluyor! Ey muazzez Zahit Kotku, işitin, zikriniz, duânız mucîb oldu!
Ey Süleyman Hilmi, Ey dinin yıldızı Necmeddin Erbakan, duyun, işitin, ruhlarınız
müsterih olsun! Onca zaman beklediniz, mücadele ettiniz, Ayasofya’ya ağıtlar
dizdiniz. Mahzun Ayasofya artık açıldı. Ayasofya açıldı! Fethin sembolü açıldı.
Mahzun değil artık Ayasofya. İstanbul’un yakasında bir mağrur, bir asil, bir
cami o!
Vur
Mehteran, vur!
Zafer
marşı en çok bugüne yaraşır!/ Küffaroğlu yas ilân etmiş bugünü./ Ayasofya’m
nurlandı, ezanlar renklendirdi yeri göğü,/ Bayram bize!/ Mehteran’ın kösü
patlasın, vur ki düşman çatlasın!/ Cuşaa geldi melekler/ Vur Mehteran’ım vur!/
Fetih için yeniden dirildi şehitler./ Payitaht artık bizim;/ Bu nasıl muştu,
içime sığmıyor içim!/ Ömür vefâ etmez sanırdım./ ‘Dedelerimin rûhu muazzep’
der, ağlardım./ Dünya gözü ile gördüm, Ayasofya’da ezan okundu./ Sadâsı bütün
dünyadan duyuldu./ Vur bitmemiş Fatih’in nesli,/ Vallahi küffarın kesildi kirli
nefesi!/ Vur Mehtaran’ım Fetih Marşı’nı!/ Vur, titret yedi göğü, yedi arşı!/ Elinde
kılıç, minber mânâ buldu./ Şahlandı çilekeş Anadolu./ Vur gardaşım vur! Fetih
günü bugün…/ Ezanlarımı susturanların sustuğu gün…/ İnna fetehna fethan mübina/
Ve gariba… (Rukiye Yıldız)