Ayasofya’nın alacaklıları ortaya çıkacak mı?

Bir “al-ver” hâdisesi olduğu apaçık sırıtıyor. Ayasofya Camisi kime, neyin karşılığında verilmiştir? Tarihçilerimiz, araştırmacılarımız bu konuyu araştırmalıdırlar. Resmî tarihle üstü örtülmüş olan yakın tarihimizin gerçekleri, ortaya çıkmak için bilim insanlarımızı bekliyor.

DANIŞTAY kararını açıkladı, Allah’a sonsuz hamd-ü senâlar olsun, Ayasofya Camimize kavuşuyoruz.

Bunun Danıştay’la ne alâkası vardı, anlamış değilim. Hayır, bahsedilen gerekçeleri elbette biliyorum. Peki, Danıştay’dan olumsuz bir karar çıksaydı ne olacaktı, Ayasofya açılmayacak mıydı? 85 milyonluk Türk milletinin 86 yıldır hasretle, iştiyakla beklediği, sadece kâğıt üzerindeki basit bir işleme dayanan bu kutlu olayı gerçekleştiremeyecek miydik? Oradaki beş altı tane yargıcın “Türk Milleti adına” vereceği karar, koskoca bir milletin açık iradesinin üstüne mi çıkacaktı?

Evet, herhâlde öyle olacaktı! Neden olmasındı? Bir zamanlar siyâsî partiler içinde milletin en fazla itimadına mazhar olup iktidara gelen Refah Partisi, üç beş kişinin verdiği kararla kapatılıp, yöneticileri siyasetten men edilmemiş miydi?

Daha da öte, milletin yarısının teveccühünü kazanıp tek başına iktidar olan AK Parti’nin kaderi, yine Anayasa Mahkemesi’nin on bir üyesinin insafına terk edilmedi mi?

“Efendim, hukuk devletiyiz, mukuk devletiyiz” lâfları gevelenecektir. Allah aşkına, bu nasıl bir hukuktur ki, on bir üyeden beş tanesi kapatma yönünde, altı tanesi de kapatmama yönünde oy kullanıyor, sonuçta verilen kararla “hukukîlik” kazanmış oluyor.

Şayet altı üyeden bir tanesi daha muhalif tarafın görüşüne katılmış olsaydı, tam aksi yönde bir hüküm çıkacak ve bu da “hukukî” olmuş olacaktı. Yani koskoca bir ülkenin kaderi üç beş kişinin içindeki sadece bir kişinin iki dudağının arasına kalmış oluyordu.

Bir devlet, daha doğrusu bir millet, kendi ülkesinin malı olan bir müze binasını, velev ki temelden müze olarak inşâ edilmiş de olsa, gerek gördüğü takdirde elbette camiye de, başka bir hizmete de tahsis edebilir. Değerli Cumhurbaşkanımız açıklamasında, Ayasofya’yı ibadete açma kararının, milletin isteği üzerine egemen Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından alındığını bildirmiştir. Doğrudur, iş bu kadar basittir! Öyleyse ne diye bir “Danıştay kararı” türküsü tutturulmuş, aylarca, haftalarca ülkenin ve dünyanın kamuoyu velveleye verilmiştir?

Televizyonda izlediğim bir hukuk profesörü, bunun sebebinin, dış dünyaya karşı hukuk yolunu takip etmiş olduğumuzu göstermek yani dışarıdan gelebilecek muhtemel saldırılara karşı bir savunma tedbiri oluşturmak olduğunu söyledi. Şayet niyet öyle idiyse, Cumhurbaşkanı’nın Danıştay’ın vereceği karardan tamamen emin olduğu anlamı çıkıyor ki bu da ülkemizdeki yargı bağımsızlığına gölge düşürücü nitelikte bir keyfiyettir. Velhasıl, yine tam bir “a la Turka” atraksiyon izlemiş olduk.

***

Her neyse, çok şükür mutlu sona ulaşıldı. Bence esas üzerinde durulması gerektiği hâlde hiç sözü edilmeyen husus, Ayasofya’nın, zamanında neden ibadete kapatıldığıdır.

Beş yüzyıla yakın zaman cami olarak hizmet veren Ayasofya, durup dururken neden kapatılmıştır? Sahibi olan Fatih Sultan Mehmed Han tarafından vakfedilip vakıf senedine de eserin bilhassa cami niteliğinin sonuna kadar muhafaza edilmesinin vurgulandığı, aksini yapacak olanların Allah’ın ve meleklerin lânetine uğraması şeklindeki niyazı şerh edildiği hâlde, ne kadar önemli bir zaruret ortaya çıktı da bu ağır hükümler ayaklar altına alınabildi?

1930’lu yıllarda devletin başında ekonomik, sosyal, siyâsî bir sürü uğraşmakta olduğu meseleler var iken, milletin asla tasvip etmeyeceği, tam tersine devlete karşı kin ve öfke duymasına sebep olacağından şüphe edilmeyecek böyle bir icraat hangi çok önemli bir ihtiyaçtan doğmuştur?

Mamafih, seküler devrim fırtınasının en sert estiği o yıllarda camilere, tekke ve zaviyelere karşı şiddetli bir tutum vardı ama hemen karşıdaki Sultan Ahmed Camii, Bayezid Camii, Süleymaniye Camii ve daha birçok selâtin camilerine karşı hiçbir muamele yapılmamışken, sadece Ayasofya Camisi’ne dokunulmuş olması düşündürücüdür.

Şunu demek istiyorum: Türk Milletinin böyle bir şeye hiçbir ihtiyacı yoktu, demek ki ihtiyaç dışarıdan kaynaklanmıştır.

Tamam, burasını anladık ama dışarının herhangi bir ihtiyacına ve isteğine durup dururken icabet edilmeyeceği de ortadadır. Bunun emperyalistlere bir yaranma soytarılığı olması da sıfır ihtimâl olarak görülmelidir. Çünkü Atatürk gibi bir insanın böyle safça, amatörce bir iş yapmış olması düşünülemez.

Burada bir “al-ver” hâdisesi olduğu apaçık sırıtıyor. Ayasofya Camisi kime, neyin karşılığında verilmiştir?

Tarihçilerimiz, araştırmacılarımız bu konuyu araştırmalıdırlar. Resmî tarihle üstü örtülmüş olan yakın tarihimizin gerçekleri, ortaya çıkmak için bilim insanlarımızı bekliyor.

Şayet bilim insanlarımız bu işin sırrını ortaya çıkaramazlarsa, benim ümidim, Ayasofya’ya karşılık olarak bedel ödeyenlerin ortaya çıkabileceğidir. Muhtemelen bunların İngilizler olduğunu, yarın veya öbür gün ortaya çıkıp devletimize hitaben, “Arkadaş, sen bana Ayasofya’yı verdin, ona karşılık ben de sana şunu vermiştim. Sen sözünde durmadın, Ayasofya’yı geri aldın, öyleyse ben de sana verdiğimi geri istiyorum” diyeceğini tahmin ediyorum.

Hayırlısı…