TÜRKİYE’DE bugüne dek tek
bir vesayet hakkında konuşuldu. Buna “askerî vesayet” dediler. Ancak vesayet
anlayışı tektir; askerîsi veya siyasîsi olmaz.
Bu
anlamda Türkiye’deki vesayet de Devlet-i Âli’nin Anadolu bâkiyesinde kalan
topraklarına çöreklenmek üzere kendi kripto hanedanlarını dayatan egemenlere
ait oldu. Bu egemenler, varlıklarını Devlet-i Âli şahsında İslâm’a ve Türklüğe
gösterdikleri düşmanlıkla elde ettiler ve borçlarını da bu düşmanlığı nazara
getirmekle ödediler. Bu hâlen aynıyla vâkidir.
Bu
egemenler, kripto varlıklarını gizlemek adına Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni
seven ve bu devlet için fedakârlık ve feragat yollarına giren asil hüviyetteki
azınlıkları bu devlete düşman etmek üzere onların mülklerine göz dikmiş ve bu
sebeple “vergi” adı altında alçakça işlere dahi imza atmışlardır. İşte onların
bu toprakları sömürmek üzere el aldıkları odakların masalarına koymak
istedikleri en ileri senetlerden biridir Ayasofya!
Dedik
ya, vesayetin şusu busu olmaz, egemenlerin vesayet kanallarından en konforlu
olanı hukuktur. Ayasofya’nın cami iken müzeye çevrilmesini sağlayan da, bu işin
tartışılmasını isteyen işlem de ve bugün bu işlemi çözecek kurum da dolayısıyla
hukuktur. İdarî bir kararın işlenip çözümleneceği en yüksek mahkeme de
Danıştay’dır.
Danıştay
da bir mahkemedir. Ve mahkemeler, delillerle hareket eder, delillere göre hüküm
verirler. Batı’nın hukuk sistemini kullanan ülkemizin bu anlamda çözümsüzlüğe
çeken bir etki alanı içinde olduğunu söylememiz gerekir. Çünkü yazılı belgeye
“delil” gözüyle bakan mahkeme, “şâhitlik” kurumuna aynı değeri vermemektedir.
Şâhitlik,
delilin yanı sıra bilimle beraber vicdanı da yan yana getirir. Vicdan, adaletin
olmazsa olmazıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, birçok kurumunun tarihi
bakımından Osmanlı’yı, hattâ Göktürk Devleti’ni baz alırken, Ayasofya konusunda
bu ilkeyi çiğnemeye yönelmektedir.
Şöyle
ki, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’mızın kuruluş tarihini gururla Milât öncesi
209’a dayandırılmasını tescil eden hukukumuz, Ayasofya’nın Osmanlı Devleti
tarafından 1453’te mülk edildiğini, ancak 1923 itibariyle ortada Osmanlı
Devleti’nin olmadığını ve Ayasofya üzerindeki tasarrufun Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin tasarrufunda olduğunu iddia etmektedir.
Burada
tüzel kişilik hukukundan bahsedilerek bir hukuk demagojisi yapılmaktadır.
Hâlbuki Ayasofya, böyle bir durumda da değildir. Zira İstanbul’u fetheden Güzel
Kumandan Fatih Sultan Mehmed Han, fethettiği şehirde her şeyi bırakırken bu
yapıyı kendi öz mülküne geçirmiştir. Burada devletler hukuku değil, bireysel
hukuk işler.
Güzel
Kumandan Fatih, bu yapıyı kendi öz mülkü olarak yine öz sermayesiyle kurduğu
vakfa işlemiştir. Bu durum da devletler hukukuna aykırıdır.
Hiçbir
devlet, geçmişten bugüne, sahibi bulunan herhangi bir mülkü kendi hesabına
işgal etmez, edemez!
Ancak
egemenler, bizzat yapamadıkları işlemi, kendilerini devlet yerine koyarak,
devleti istismar ederek ve kullanarak gerçekleştirmişlerdir. Osmanlı’nın
yapmadığı, Osmanlı’ya, Osmanlı’nın öz bakiyesindeki devlet tarafından böylece
uygulanmıştır.
Danıştay’ın
Ayasofya’nın ibadete açılmasını bunca sefer reddinin sebebi budur. Zira onların
yazdıkları hukuk uygulanmaktadır. Bu hukukun acilen temizlenmesi, insana hizmet
etmesi, insanın, toplumun ve de devletin hakkını korumak üzere topyekûn revize
ve reforme edilmesi elzemdir.
Müzeye
çevirmenin amacı
Bir
dönem Türkiye’de camiler ahırlara, depolara, hattâ eğlence alanlarına
çevirilmişlerdi. İhtimâl şu ki, Ayasofya ve diğer büyük camiler de tıpkı
diğerleri gibi mezbeleliklere çevrilebilirdi. Ancak bu kadarına cesaret
edemediler. Her zamanki gibi Anadolulunun hışmından korktular.
Zira
o kadarına, hani o darbe vakitlerinde komuta ettikleri askerleri dahi râzı gelemez,
Anadolulunun yanında yer alarak onları bulundukları yerlerden alaşağı
ederlerdi.
Burada
bir siyaset izlendi ve hukuk plânını devreye soktular. İstekleri sadece intikam
almak değildi, İslâm’dan ve tarih şuurundan uzak tutmak istedikleri bir toplum
vardı hayâllerinde. Amaç bu anlamda sadece siyasî değildi. Zaten siyasî anlamda
tek başına ne amaçlanabilirdi ki?
Buradaki
siyâsî amaç, yaşandığı şekliyle görüldüğü üzere, yıllardan beridir toplumu bu
konuda ikiye, hattâ üçe ayıran bir fikrî kaostur. Birileri Ayasofya’nın ibadete
açılmasını isteyecek, birileri istemeyecek ve aralarında birbirlerine
girecekler, toplum huzuru kaçacak, o kadar!
Fakat
amaç sadece siyâsî değil! Amaç, doğrudan geleceğe yönelik yüz, hattâ iki
yüzyıllık bir plânı gerçekleştirmek.
Birileri,
“Ayasofya ibadete açıldığı takdirde çok
büyük tepki gösterecek ülkeler, ecdad yadigârı camilerimize misillemede
bulunabilirler” diye söyleniyorlar kendilerince…
Soralım:
Ecdad yadigârı camilerimiz hangi ülkelerde yer alıyor?
Bosna-Hersek,
Makedonya, Kosova, Macaristan, Arnavutluk, Irak, Suriye, Japonya, İrlanda, Sırbistan,
Hırvatistan, Mısır, Lübnan, Libya, Cezayir, Sudan, Suudi Arabistan, BAE,
Bahreyn, Kuveyt, Katar, Somali, Cibuti, Etiyopya, Ermenistan, Filistin, İsrail,
Ürdün, Yunanistan, Romanya, Gürcistan, Bulgaristan.
Bunların
arasından İslâm ülkelerini çıkaralım ve büyük çoğunluğu Hıristiyan olan
ülkelere bakalım…
Hattâ
Ortodoksların yoğun olduğu ülkeleri değerlendirelim…
Rusya’nın
Ayasofya konusunda herhangi bir açıklamasını okuduk mu, duyduk mu?
Oysa
birileri, Türkiye’nin yeniden 90’ları yaşamasını istiyor ve Yunanistan’ı, “Sen konuş, biz arkandayız” diyerek
kışkırtıyorlar. Rusya ise Türkiye ile yeni bir gerginlik alanı açmaktan imtina
edercesine bu konuda tek bir açıklama dahi yapmadı.
Türkiye
Ermenileri Patriği, Ayasofya’nın özüne uygun olarak ibadete açılmasını
desteklediğini açıklayarak “Ayasofya
ibadete açılsın” dedi! Hırvatistan, Bulgaristan, Makedonya, Romanya ve
Gürcistan bu konuda Türkiye’ye değil sert bir tepki göstermeyi, büyüyen ve
kendilerini destekleyen bir Türkiye’yi hiçbir alanda eleştirmiyorlar.
Yunanistan’da
kaç ecdat yadigârı olan cami sağ bırakılmış, hangi camide ibadete izin
verilmiş? Bırakın yadigârı, Müslüman soydaşlarımıza tek bir cami açma izni dahi
verilmiyor!
Yani
dememiz o ki, hangi ülke nasıl bir misilleme yapabilir?
Ha
Avrupa’da, Amerika’da, Rusya veya Çin’de camileri kapatmaya yeltenirlerse?
Covid-19 sürecinde Müslümanların ezanından medet umanlar, iki ay önce hangi duruma düştüklerini ve onlara kimin el uzattığını unutmasınlar!