Ayasofya konusunda hukuk demagojisinden vazgeçilmelidir!

Kara Kuvvetleri Komutanlığı’mızın kuruluş tarihini gururla Milât öncesi 209’a dayandırılmasını tescil eden hukukumuz, Ayasofya’nın Osmanlı Devleti tarafından 1453’te mülk edildiğini, ancak 1923 itibariyle ortada Osmanlı Devleti’nin olmadığını ve Ayasofya üzerindeki tasarrufun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tasarrufunda olduğunu iddia etmektedir. Burada tüzel kişilik hukukundan bahsedilerek bir hukuk demagojisi yapılmaktadır.

TÜRKİYE’DE bugüne dek tek bir vesayet hakkında konuşuldu. Buna “askerî vesayet” dediler. Ancak vesayet anlayışı tektir; askerîsi veya siyasîsi olmaz.

Bu anlamda Türkiye’deki vesayet de Devlet-i Âli’nin Anadolu bâkiyesinde kalan topraklarına çöreklenmek üzere kendi kripto hanedanlarını dayatan egemenlere ait oldu. Bu egemenler, varlıklarını Devlet-i Âli şahsında İslâm’a ve Türklüğe gösterdikleri düşmanlıkla elde ettiler ve borçlarını da bu düşmanlığı nazara getirmekle ödediler. Bu hâlen aynıyla vâkidir.

Bu egemenler, kripto varlıklarını gizlemek adına Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni seven ve bu devlet için fedakârlık ve feragat yollarına giren asil hüviyetteki azınlıkları bu devlete düşman etmek üzere onların mülklerine göz dikmiş ve bu sebeple “vergi” adı altında alçakça işlere dahi imza atmışlardır. İşte onların bu toprakları sömürmek üzere el aldıkları odakların masalarına koymak istedikleri en ileri senetlerden biridir Ayasofya!

Dedik ya, vesayetin şusu busu olmaz, egemenlerin vesayet kanallarından en konforlu olanı hukuktur. Ayasofya’nın cami iken müzeye çevrilmesini sağlayan da, bu işin tartışılmasını isteyen işlem de ve bugün bu işlemi çözecek kurum da dolayısıyla hukuktur. İdarî bir kararın işlenip çözümleneceği en yüksek mahkeme de Danıştay’dır.

Danıştay da bir mahkemedir. Ve mahkemeler, delillerle hareket eder, delillere göre hüküm verirler. Batı’nın hukuk sistemini kullanan ülkemizin bu anlamda çözümsüzlüğe çeken bir etki alanı içinde olduğunu söylememiz gerekir. Çünkü yazılı belgeye “delil” gözüyle bakan mahkeme, “şâhitlik” kurumuna aynı değeri vermemektedir.

Şâhitlik, delilin yanı sıra bilimle beraber vicdanı da yan yana getirir. Vicdan, adaletin olmazsa olmazıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, birçok kurumunun tarihi bakımından Osmanlı’yı, hattâ Göktürk Devleti’ni baz alırken, Ayasofya konusunda bu ilkeyi çiğnemeye yönelmektedir.

Şöyle ki, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’mızın kuruluş tarihini gururla Milât öncesi 209’a dayandırılmasını tescil eden hukukumuz, Ayasofya’nın Osmanlı Devleti tarafından 1453’te mülk edildiğini, ancak 1923 itibariyle ortada Osmanlı Devleti’nin olmadığını ve Ayasofya üzerindeki tasarrufun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tasarrufunda olduğunu iddia etmektedir.

Burada tüzel kişilik hukukundan bahsedilerek bir hukuk demagojisi yapılmaktadır. Hâlbuki Ayasofya, böyle bir durumda da değildir. Zira İstanbul’u fetheden Güzel Kumandan Fatih Sultan Mehmed Han, fethettiği şehirde her şeyi bırakırken bu yapıyı kendi öz mülküne geçirmiştir. Burada devletler hukuku değil, bireysel hukuk işler.

Güzel Kumandan Fatih, bu yapıyı kendi öz mülkü olarak yine öz sermayesiyle kurduğu vakfa işlemiştir. Bu durum da devletler hukukuna aykırıdır.

Hiçbir devlet, geçmişten bugüne, sahibi bulunan herhangi bir mülkü kendi hesabına işgal etmez, edemez!

Ancak egemenler, bizzat yapamadıkları işlemi, kendilerini devlet yerine koyarak, devleti istismar ederek ve kullanarak gerçekleştirmişlerdir. Osmanlı’nın yapmadığı, Osmanlı’ya, Osmanlı’nın öz bakiyesindeki devlet tarafından böylece uygulanmıştır.

Danıştay’ın Ayasofya’nın ibadete açılmasını bunca sefer reddinin sebebi budur. Zira onların yazdıkları hukuk uygulanmaktadır. Bu hukukun acilen temizlenmesi, insana hizmet etmesi, insanın, toplumun ve de devletin hakkını korumak üzere topyekûn revize ve reforme edilmesi elzemdir.

Müzeye çevirmenin amacı

Bir dönem Türkiye’de camiler ahırlara, depolara, hattâ eğlence alanlarına çevirilmişlerdi. İhtimâl şu ki, Ayasofya ve diğer büyük camiler de tıpkı diğerleri gibi mezbeleliklere çevrilebilirdi. Ancak bu kadarına cesaret edemediler. Her zamanki gibi Anadolulunun hışmından korktular.

Zira o kadarına, hani o darbe vakitlerinde komuta ettikleri askerleri dahi râzı gelemez, Anadolulunun yanında yer alarak onları bulundukları yerlerden alaşağı ederlerdi.

Burada bir siyaset izlendi ve hukuk plânını devreye soktular. İstekleri sadece intikam almak değildi, İslâm’dan ve tarih şuurundan uzak tutmak istedikleri bir toplum vardı hayâllerinde. Amaç bu anlamda sadece siyasî değildi. Zaten siyasî anlamda tek başına ne amaçlanabilirdi ki?

Buradaki siyâsî amaç, yaşandığı şekliyle görüldüğü üzere, yıllardan beridir toplumu bu konuda ikiye, hattâ üçe ayıran bir fikrî kaostur. Birileri Ayasofya’nın ibadete açılmasını isteyecek, birileri istemeyecek ve aralarında birbirlerine girecekler, toplum huzuru kaçacak, o kadar!

Fakat amaç sadece siyâsî değil! Amaç, doğrudan geleceğe yönelik yüz, hattâ iki yüzyıllık bir plânı gerçekleştirmek.

Birileri, “Ayasofya ibadete açıldığı takdirde çok büyük tepki gösterecek ülkeler, ecdad yadigârı camilerimize misillemede bulunabilirler” diye söyleniyorlar kendilerince…

Soralım: Ecdad yadigârı camilerimiz hangi ülkelerde yer alıyor?

Bosna-Hersek, Makedonya, Kosova, Macaristan, Arnavutluk, Irak, Suriye, Japonya, İrlanda, Sırbistan, Hırvatistan, Mısır, Lübnan, Libya, Cezayir, Sudan, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Kuveyt, Katar, Somali, Cibuti, Etiyopya, Ermenistan, Filistin, İsrail, Ürdün, Yunanistan, Romanya, Gürcistan, Bulgaristan.

Bunların arasından İslâm ülkelerini çıkaralım ve büyük çoğunluğu Hıristiyan olan ülkelere bakalım…

Hattâ Ortodoksların yoğun olduğu ülkeleri değerlendirelim…

Rusya’nın Ayasofya konusunda herhangi bir açıklamasını okuduk mu, duyduk mu?

Oysa birileri, Türkiye’nin yeniden 90’ları yaşamasını istiyor ve Yunanistan’ı, “Sen konuş, biz arkandayız” diyerek kışkırtıyorlar. Rusya ise Türkiye ile yeni bir gerginlik alanı açmaktan imtina edercesine bu konuda tek bir açıklama dahi yapmadı.

Türkiye Ermenileri Patriği, Ayasofya’nın özüne uygun olarak ibadete açılmasını desteklediğini açıklayarak “Ayasofya ibadete açılsın” dedi! Hırvatistan, Bulgaristan, Makedonya, Romanya ve Gürcistan bu konuda Türkiye’ye değil sert bir tepki göstermeyi, büyüyen ve kendilerini destekleyen bir Türkiye’yi hiçbir alanda eleştirmiyorlar.

Yunanistan’da kaç ecdat yadigârı olan cami sağ bırakılmış, hangi camide ibadete izin verilmiş? Bırakın yadigârı, Müslüman soydaşlarımıza tek bir cami açma izni dahi verilmiyor!

Yani dememiz o ki, hangi ülke nasıl bir misilleme yapabilir?

Ha Avrupa’da, Amerika’da, Rusya veya Çin’de camileri kapatmaya yeltenirlerse?

Covid-19 sürecinde Müslümanların ezanından medet umanlar, iki ay önce hangi duruma düştüklerini ve onlara kimin el uzattığını unutmasınlar!