DÜNYA sanki tufan
öncesi bir bilinmezlikle çalkalanıyor. Yeryüzü çatırdıyor, gökyüzü devasa
fırtınaları ağırlıyor. Zulüm kol geziyor.
Pozitif
bilimlerden tıp, sükûtun eşiğinde çırpınıyor. Tarih gerçekleri bir bir kusuyor.
Hakikatin ışığını örten küfrün perdeleri lime lime dökülüyor. İnsan yeniden,
bir kez daha, insanlığının farkına varıp rûhunu köleleştiren sistemlerden hesap
soruyor.
Öte
yandan, yaratılış gâyesini yitirmiş olanlar kaotik bir sürüklenişle maddî-mânevî
hezeyanları normalden saymaya devam ediyor.
Habil
ile Kabil’den beridir hak ile bâtılın amansız mücadelesi milyonlarca yıl sonra
bile aynı iştah, aynı hırs, aynı körlük ve aynı cüretle devam ediyor.
Bugün
8 milyar nüfuslu dünyada ibrete, hayrete, idrake gözlerini kapatan insanlık,
kendi gibi insan olan, ancak evvelâ efendi, sonra tanrı olma cüretini kendinde
bulan birkaç bin kişinin kurduğu sistem çarkları arasında ezilmeye amâde öylece
akıp gidiyor.
Batı/l
muhterisler emellerine ulaşmak için dünyayı laboratuvar, insanları kobay hâline
getirmenin süflî gururunu yaşıyorlar. Tarih tekerrür ederken, Firavunların,
Süfyanların, Leheblerin tahtı hiç boş kalmıyor.
İnsanlık
nereye bakıyorsa, insan teki kalbî ve aklî olarak ne barındırıyorsa, onunla
okuma yapıp kabullerini yahut reddiyesini gerçekleştirme refleksi gösteriyor.
Bir
vahim durum karşısında kimi feveran ederken, kimi de “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” öğretisiyle kendisi için
oluşturulmuş putların gölgesine saklanarak insana köle olmaya devam ediyor.
***
Hâlbuki
dünya hiç olmadığı kadar hızlı çalkalanıyor. Ve artık Batı/l kendi icat ettiği
silahlarla vurulacak kadar çâresiz.
Dün
kıtalar arası zulümlerden, savaş sonrası fecaatten, işgallerden, tacizlerden,
tavizlerden haberdar olamayan insanlık, bugün teknolojinin mucidi ülkelerin her
hakkı mahfuz olan konforuna darbe vuruyor.
Dünyanın
neresinde olursa olsun, insanın fıtrî kodlarına aykırı bir olay
gerçekleştiğinde, Batı/lın icat ettiği kaynaklar aracılığı ile tüm insanlık
haberdar olabiliyor. Ve Batı’da insanlık, rûhunda hissettiği ayaklanmanın tezâhürünü
eylem olarak nasıl ve hangi cesaret ile hayata yansıttığının farkına bile
varamadan, gayr-i ihtiyarî, kendisine revâ görülen ezânın hesabını soruyor.
Dünya
imanını arıyor. İnsanlık, taptığı putlardan medet ummaktan yorgun; özüne
ulaşmak için son bir gayretle çırpındıkça sahte tanrıların yüzündeki peçe
açılıyor. Maskelerin ardındaki hırs çirkin yüzüyle sırıtırken, her gülüşün bir
korkuyu sakladığından söz ediyor.
Dün
gemi ambarlarına istiflenen, kafeslere doldurulup pazarlanan kölelerin ruhları,
bugün uyanıyor. Ve muhtemel, avaz avaz “Uyuma!” diye haykırıyor ki dünün kendilerinden
başkasına efendilik taslayanların, son bir asırdır cüretkârlıkta sınır
tanımayarak kendilerini tanrı ilân etmekte beis görmeyen güçlerin rahatını
bozuyor.
Evet,
tarih gerçekleri bir bir kusuyor. Fizikî uyumadan söz etmiyor bu avaz, bu
sesleniş. Uyuyan zihinleri, rehâvete kapılmış nefisleri, dünyayı bâki sanan rûhları,
haz uğruna peşkeş çekilen bedenleri uyaran bir uyanış çığlığı bu...
Köle
pazarlarının kokusu sirâyet ediyor şimdi pek çok ülkenin caddelerine. Bilmem
kaçıncı keredir tarihe geçiyor Siyahîlerin Batı/lın ırkçılığına başkaldırışı. Köle
tacirlerinin putları devriliyor teninin renginden evvel kalbiyle, aklıyla, rûhuyla
insan olduğunu hatırlayan, hatırlatanlar tarafından. Ne yazık ki, bu dalga
dalga yayılan insan haklarını tahsil gayreti güden ayaklanmalar, söz konusu
Batı/lı ülkelerin devlet yönetimleri tarafından tarihlerini deşifre edememenin
çıkmazında eriyip gidiyor.
Bakın
şu işe ki, dünyayı hallaç pamuğu gibi atan, insanları sokağa döken gerekçe,
“polisin orantısız güç” ile Minneapolis’te George Floyd’u ve Atlanta’da
Rayshard Brooks’u öldürmesi olarak yansıyor dünya gündemine.
Hangi
alanda orantılı bir güç ve imkân dağılımı tesis edilmiş ki bu iki vakada gücün
orantısızlığına isyan ediyor Batı ülkelerinin halkları?
Filistin’de
avucu büyüklüğünde taştan başka elinde silahı olmayan çocuklar ölürken, Suriye’de
ülke yönetimini sivil halkı öldürmesi için kışkırtırken, Afganistan’da
demokrasi ve özgürlük pazarlayarak halkı ölüm ve yoksulluğa sürüklerken, Doğu
Türkistanlılara modern kölelik uygulamaları sürüyorken, Afrika’nın madenleri
sömürülürken, Fransız doktorların Covid-19 aşısını denemek için Afrika’yı adres
gösterme cesaretini üç beş cümle ile kınayıp geçerken, dünya hangi akla ziyan
matematikle susuyordu da şimdi ayaklandı ve orantısız gücün hesabını soruyor?
Bu
soruya ve soruna verilecek cevap, zamanın içinde saklı kalmaya bir süre daha
mahkûm…
Öyle
ya, gücün orantılı olması adaletin ve huzurun ikâmesini gerektirir. Böyle bir
talep yeryüzü tanrılarının hesaplarını altüst eden bir memnuniyetsizliktir. 330
milyonluk nüfusun birkaç bini sokağa dökülünce sığınağa giren, orduyu harekete
geçirmeye yeltenen Trump’un ahvali, aslında dünyaya çok şey söylüyor.
Tanrılar
(!) ölümden korkarlar mı hiç? Ne oldu, birkaç bin Siyahî ve onların halklarını
savunan birkaç bin daha Beyaz Amerikalının bir araya gelmesinden mi korktu?
Yeryüzü
tanrılarının kuklalarından sadece biri olan Trump, hani bundan hepi topu bir ay
evvel “Covid-19” tedavisi için önce deterjan önerisinde bulunup sonra yeni icat
edecekleri aşıya “ışık hızından daha hızlı” anlamına gelen “Warp Speed"
adını verdiklerini gayet lakayt biçimde ve övgüyle duyururken hayli metindi.
Işığın, renklerin, imkânların, maddelerin, şeylerin, hâsılı Âlemlerin Rabbine
meydan okumakta bir ay önce nasıl da cesurdu!
***
Evet,
işte dünya, tutarsızlıklardan mülhem bir sürüklenişle dönerken, insanlığı
metalaştırıp her bir insan tekini sermayeden, üründen, eşyadan sayadursun,
insanlığın rûhu bastırılmış isyan çığlıklarıyla uyuduğu derin uykudan uyanarak orantısız
gücün ve orantısız cesaretin hesabını soruyor.
Dalgaları
Amerika’da, İngiltere’de, Rusya’da, Fransa’da, İspanya’da, Kanada’da, Japonya’da,
Almanya’da, Napoli’de, Polonya’da ve daha pek çok ülkede hissedilen bu hak
arayışı, “arı kovanına çomak sokar” gibi ülke tarihlerinin zaaflarını ortaya
döküyor.
Siyahîler
ve onların asırlık kederine ortak olanlar, olmayanlara inat, neredeyse 20
gündür, dünyayı hayrete düşüren görüntüler vererek yürüyorlar.
İlkin,
kendi yaşam haklarını talep ederken, mâzinin derin yaralarını eşiyorlar.
Ardından, köleleştirilmiş atalarının hatıraları taşıyor yaşadıkları ülkelerin
sokaklarına da devlet yöneticileriyle hesaplaşıyorlar.
Fakat
ne acıdır ki, bu dalga dalga dünya ülkelerine yayılan hak arayışı, sadece bu
süreçte gündemi meşgul edip bir süre sonra esâmesi okunmaz bir ayaklanma olarak
geçecek tarihî kayıtlara.
Söz
konusu ülke yöneticileri, kendilerine uzatılan mikrofonlara yine olabildiğince
ciddî ve olabildiğince rol kesilmiş pozlarıyla demokrasiden, insan haklarından,
eşitlikten ve özgürlükten dem vurup bir parmak bal çalacak ayaklananların
ağzına.
Onlar
henüz yutkunamadan, insanlığa “Nefes
alamıyorum” çığlıkları attıracak yeni projeleri, yeni plânları ve yeni
tuzakları devreye sokmak için işlerinin başına dönecekler.
Derin
dünyanın Haçlıları, Evanjelistleri ve Masonları, sürülmüş suçlular ve taşınmış
kölelerle 4 Temmuz 1776’da kurdukları Amerika için vazgeçilmez “tanrıcılık imparatorluğu”
emellerine yatırım yapmaya koyulacaklar…
Dünya
biraz siyah, biraz beyaz görünürken, onlar yeşil 1 dolarının üzerinde şekillendirilmiş
her bir hedefe adım adım yürüyecekler…
Uzaya
gönderdikleri uydular ve 5G teknolojisiyle o meşhur piramit üzerindeki tek göz
tahayyüllerini gerçekleştirirken, kendilerini tanrı, tüm insanlığı piyon olarak
görmeye devam edecekler.
İsimler
markalaşacak. İngiltere Bristol’da yerinden sökülerek nehre atılan 17’nci
yüzyılın ünlü köle taciri Edward Colston’un heykelinin tarihçesini merak edecek
kimileri. Jamaika kökenli Siyah şair, oyun yazarı ve aktör Alfred Fagon’u merak
edecek insanlar…
Hitler destekçisi olarak suçlanan Robert Baden-Powell’in katliamlarına
şâhit olacak belki de bazıları...
Londra
Docklands Müzesi’nde sergilenen Batı Hint adalarında ticaret yapan köle sahibi
Robert Milligan’ın heykeli, Londra Guy’s ve St. Thomas Hastanesi Vakfı’nda boy
gösteren köle taciri Robert Clayton ve Thomas Guy’ın heykelleri bir süre,
insanlığın balık hâfızasına istinaden inzivaya çekilecek.
Winston
Churchill’in heykelinin üzerine sprey boyayla “O bir ırkçıydı” ifadesi yazıldı
ya hani, o bir süre sonra silinecek ve pîr ü pâk olacak ırkçılığa dair ne
varsa… Demokrasi ve eşitlik çanları aynı büyülü ritmiyle çalacak.
***
Hani
“Bir parmak bal çalınacak ırkçılık karşıtı ayaklananların ağzına” demiştik ya
yukarıda, Hollywood oyuncusu ve şarkıcı Barbra Streisand, Disney’deki
hisselerini George Floyd’un 6 yaşındaki kızına bağışlayarak bu baldan bizi
haberdar etti bile.
Belki
ardından birkaç reklâm, bir iki bilboard afişinde göreceğiz Floyd’un henüz
dünyanın çirkinliklerini fehmedemeyecek kadar saf ve temiz yavrusu Gianna’yı…
Ve
bir süre sonra her şey normale dönecek. Yahut dönmüş gibi yapılacak…
Siyahîler
ve onlarla hak arayışı derdine düşenler birkaç zamanlık ses çıkarıyor, söz
söylüyor ve hak iddia ediyor olmanın konforuyla kendilerine saygı duymaya ve
umut biriktirmeye devam edecekler.
“Lives
Black Matter” dövizleri bir slogan olarak kalacak.
İşte
tek kâr ve tek atraksiyon bu olacak!
Her
modern kalkışma gibi, ölenlerin anısına yürüyüşler düzenlenecek sene-i
devriyesinde.
Ve
Haçlı ordusu bildiğini okuyacak. Tek farkla: İnsanlık için kansız ve cansız bir
gelecek tayini yapılacak!
Tâ
ki, insanlık neden yaratıldığının, dünyadaki varlığının kendisine yüklediği
sorumluluğun ne’liğini, niteliğini ve niceliğini sorgulayıncaya kadar… “Hangi
merciden ne talep edilir, kim haklarını ve özgürlüğünü kendilerine verebilir?” sorusunun
hesabını tutuncaya kadar…
Evet,
dünyanın çalkalandığı, tarihin gerçekleri kustuğu, insanlığın uyandığı doğrudur,
ancak yetmez! Bu uyanış kendisi için saâdet getirecek, maddî-mânevî bir
disipline muhtaç olduğunu anlayıncaya kadar bu part-time tragedya zaman zaman
dünyanın farklı bölgelerinde cereyan edecek ve hayat ekranına yansımaya devam
edecek.
Bir
İlâhî sisteme ihtiyacı olduğunu anlayana kadar süregidecek bu yürek hoplatan, duygu
sömüren, biraz atraksiyon ve biraz heyecan ile bir parça özgüven tahsilinden
başka işe yaramayacak gösteriler.
İnsanlık;
Gerçek İlâhını buluncaya kadar, mevzuu farklı, aktörleri değişken, faktörleri
kurgulanmış hikâyelerin birer parçası olacak.
Tüm
dünya Siyahîleri ve onlarla aynı kederi paylaşanlar Habeşli Bilâl’in “el-edad”
deyişinden haberdar olmadıkça huzura erişemeyecek. Ve üzerinde tepinilen
haklarının tahsilini yapmaktan mahrum kalacak…
Gianna’ya,
ülkeme ve bütün insanlığa…
Ve
üzgünüm Gianna, babacığının ölümü dünyayı değiştirmeye yetmeyecek! Daha önce
sizlerin haklarınızı savunan ve size zulmeden, haklarınızı hiçe sayan,
atalarınızı kullanarak onlara orantısız güç uygulayan zihniyete inat bir Malcom-X
gelip geçti tarihinizden ve bir büyük uyanış doğdu içinizde. Belki yeniden o
tadını bildiğiniz uyanış canlanırsa içinizde, o vakit daha tesirli olacak
sesiniz, sözünüz, attığınız adımlarınız ve dünyayı etkisi altına alan
sloganlarınız.
Ne
zaman baban gibi orantısız güce maruz kalmış insanlar kendisini yaratan ve
nefes almasını sağlayarak yaşatan İlâhı arar ve bulursa o zaman dünya ve
insanlık kurtulacak.
Bugün
bu sözlerim sana erişmeyecektir. Erişse de anlamakta zorluk çekebilirsin. Fakat
Âlemlerin Rabbi Allah dilerse, sen büyüdüğünde bu hakikat nasibin olabilir!
Ama
nasip, aramaya ve bulmaya talip olmayı gerektirir.
Bunu,
şimdi tüm kalbimle ben diliyorum; din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın saâdete
eriştirecek sistem olan İslâm ile tüm insanlık tanışsın istiyorum. Son din İslâm’ın
Peygamberi Hazreti Muhammed Mustafa, kölelere, Siyahîlere nasıl davranırdı,
haklarınız nelerdir, bilinsin diye duâ ediyorum.
Sizin
ırkınızdan, sizin renginizden bir Habeşli Bilâl (Hz.) var o sistemin içinde. Ve
onun sesinden duyulmuş ilk ezanın tercümesinde saklı insanlığın huzuru… Bilâl’den
haberdar olsun tüm Siyahîler ve ezanın cümlelerinde saklı çağrıya uysun tez
zamanda inşallah insanlık. Yoksa heder olacak bunca emek, bunca feryat, bunca
dalga dalga yayılan ırkçılık karşıtı ayaklanmaya verilen emek! Beyhude yere boy
atacak içinizde eşitliğe, hakka, hukuka dair o topraksız umut!
Gianna,
senin için ve senin kaderinle bağı olanlar için duâ ederken, bir de kendi ülkem
için duâ hükmünde bir hayâl kuruyorum…
***
Evet,
dünya çalkalanırken bugünlerde, Gianna ve onun kaderiyle bağı olan tüm mağdur
ve mazlumlar adına böylesi düşünceler içindeyken, George Floyd’un 25 Mayıs 2020
tarihinde ABD polisi tarafından hunlarca öldürülmesi ile aynı mevsime denk
gelen ve yedinci yılını devirdiğimiz 28 Mayıs 2013 tarihinde Gezi olaylarını
tezgâhlayanların aynı Haçlıların, Evanjelistlerin ve Masonların ortak plânı
olduğunu düşünüyor, Müslümanlar ve Siyahîlere zulmetmekte sınır tanınmayacağına
inanarak duâ hükmünde bir hayâl kuruyorum…
Kıtalar
ötesinden, vatanımda cereyan eden küstah darbe girişimini tezgâhlayan FETÖ
elebaşını hâlâ himayelerinde barındıran güçlere inat; Ayasofya, 15 Temmuz
gecesi, tam da masum halkı yaylım ateşine tutan, tankların üzerimize sürüldüğü vakitlerde
saatler 22:00’ı gösterirken ibadete açılsın ve güçlü kuvvetli, sesi güzel,
Siyahî bir Müslüman kardeşimiz ilk ezanı okusun!
Belki
insanlık; bir sabun köpüğü gibi eriyip gidecek ve aslî hedefe ulaşmayacak ve lâzım
olan ihtiyaçları karşılamayacak gayrete ulvî bir hedef belirler, Bilâl-i Habeşî’nin
dininden başka tesellileri olmadığını duyar ve anlar.
Yıktıkları
heykellerle köle tacirlerinin yapıp ettiğinden haberdar olmak isteyenler, belki
de Bilâl-i Habeşî’nin hayatını da merak ederler.
Ve
bir Siyahînin ölümünü hiçe sayıp, “Churchill’in
heykeline saldırı tehdidi utanç verici” diyenler için, kanlarına ırkçılık işlemiş
olanlar için dengeler bozulur, maskeler düşer, öfkeler yükselir belki, ama tüm
insanlığın hâfızası ezanın çağrısından haberdar olur!
Evet,
15 Temmuz akşamı saat 22:00’da, tüm dünyanın gözü üzerimizdeyken, canlı
yayınlarda, Asayofya’nın minarelerinde Müslüman bir Siyahî kardeşimizin güzel
sesiyle okuyacağı ezanla “Allah’tan başka ilâh olmadığı, O’nun en büyük olduğu
ve Hazreti Muhammed’in O’nun Resûlü olduğu” işitilir de, belki “Hayyâ ale’l-felâh” çağrısı, insanlık
için taze bir fehim ve yeni bir idrake vesîle olur…
Ah,
böyle bir şey gerçekleştiğinde, tanrıcılığa soyunmuş tüm zihinlere “Ankebut Sûresi”
âyet âyet cevap olur. (İnşallah!)