Ayasofya’da sancak sesi var!

Ayasofya bir diriliş ve meydan okumadır. Şükürler olsun ki, ümmet bundan sonra sahipsiz değildir. Peygamber’inin övgüsüne mazhar olmuş vefâlı Türk, atıldığı kuyudan çıktı ve kuyuya düşen kardeşlerine el uzatmaya başladı.

24 Kasım 1934-2 Temmuz 2020… Dile kolay, bu iki tarih arasında tam 86 yıl var!

Neden bahsettiğimiz açık; Fatih Sultan Mehmed Han’ın emaneti Ayasofya, 1934 tarihinde camilikten müzeliğe geçiş ayıbını yaşadı ve bu ayıptan kurtulmak için de tam 86 yıl bekledi.

Şükürler olsun ki, Danıştay, 2 Temmuz 2020 tarihinde bu talihsiz ve meşum kararı iptal ettiğini 9 Temmuz 2020 günü kamuoyuyla paylaştı.

Ne tuhaf, 1934 tarihindeki Hükûmet Kararnâmesinde, “Ayasofya’nın müze olmasının bütün Şark âlemini sevindireceği” gibi tarihimizin en gülünç ifadelerinden biri yer alıyordu. Aslında bir sevinç vardı elbet, ama sevinenler Şark değil, Garp âlemiydi.

E devran hep bir kararda duracak değil ya, gün geçti, devran döndü ve bu kez sevinme nöbeti hakikaten Şark âlemine geldi!

Ayasofya’nın tekrar cami olması, dünyanın her cihetindeki Müslümanları derin ve samîmi bir sevince gark etmiştir. Doğu Türkistan’dan Bosna-Hersek’e, Moritanya’dan Arakan’a kadar yeryüzünün muhtelif coğrafyalarında zulüm ve yokluk altında inleyen İslâm dünyası, Osmanlının tarihe vedâ ettiği Birinci Cihan Harbi’nden beri ilk defa ümitli bir sevinç yaşadı.

Ayasofya’nın 86 yıl sonra aslına rücû etmesi, öyle basit ve sıradan bir işlem değildir!

Bu karar; 86 yıllık bir vesâyete, 86 yıllık bir sütre altı anlaşmalar dizisine, tarih ve medeniyetimizin tersine doğru 86 yıllık bir yol alışa “Yeter artık!” diyen millî bir isyandır.

Bu karar; Doğu Türkistan’a umut, Filistin’e mücadele, Arakan’a direnç, Libya’ya ufuk, Yemen’e gayret olan bir karardır.

Bu karar; Hazreti Yûsuf’un kuyudan çıkıp aziz olacağı Mısır’a doğru yol alması, Ergenekon’a sığmayan ceddimizin demir dağı eritmesi, hakikat asâsının Firavun’un kılıcını kırması, Basat’ın yaman okunun Tepegöz’ün tepesindeki gözünü çıkarmasıdır.

Ayasofya’nın cami olması, Türkiye’nin tespih taneleri gibi dağılan tarih ve coğrafyasına yeniden dönüşünün müjdesidir.

İslâm dünyası, son asra kadar daima kuvvetli ve öncü devletlerin kanatları altında yaşadı. Emevîler, Abbasîler, Selçuklular, Eyyubîler,  Endülüs ve Osmanlılar… Osmanlı gideli bir asır oldu ve bu bir asırda İslâm dünyası, büyük bir İslâm devletinin himâyesinden yoksun bir yetime döndü. İstilâlara uğradı, bölündü, parçalandı, işgal edildi, manda ve vesâyet rejimlerine teslim edildi. Kaynakları sömürüldü, insanları devşirildi, katledildi, yerlerinden yurtlarından edildi...

Zulüm payidar olur mu? Olmaz! Nihâyet bin yıldır İslâm’ın sancaktarlığını yapan yiğit, zincirlerini kırıp zindandan çıktı!

Evet, Ayasofya’nın cami oluşu, sancaktar Türk’ün İslâm dünyasını yeniden fetih rûhuyla tutuşturduğu bir milât oldu. Bir asırdır zillet içinde yaşayan ümmet, kıpırdanmaya başladı. Ümmet içine nifak tohumu saçanları korku sardı.

Ayasofya bir diriliş ve meydan okumadır. Şükürler olsun ki, ümmet bundan sonra sahipsiz değildir. Peygamber’inin övgüsüne mazhar olmuş vefâlı Türk, atıldığı kuyudan çıktı ve kuyuya düşen kardeşlerine el uzatmaya başladı.

Uzattığımız el, yakında biat eli olacak ve asıl diriliş ondan sonra gelecektir. Bu ele şimdilik biat etmeyecek dört İslâm ülkesi olacak. Bunlardan biri tarihî ve mezhebî saiklerden dolayı İran… Diğerleri de ABD ve Siyonizm’in kuklacıkları Mısır, BAE ve Suudi Arabistan...

Tarih dinamik bir süreçtir. Bir millet yükselişe geçtiği zaman rüzgâr o yükselişe uygun akar ve olacak olan olur. Bizim biat elimizi tutmayan kukla rejimler, yakın bir zamanda öz halklarının eliyle hallaç pamuğu gibi atılacaklardır.

Ayasofya’nın cami oluşu, Türkiye öncülüğünde muazzam bir tevhidin müjdesidir. Ferasetim bana diyor ki, “çok yakında, önce Türkiye ve ardından da diğer İslâm ülkeleri prangalarından kurtulacak, kukla İslâm ülkelerinde rejimler el değiştirecektir. Müminlerin Firavun’u yenmesinin nişânesi olarak Türkiye liderliğinde bütün İslâm ülkeleri, Kahire’de buluşacak ve el ele tutuşarak ‘Allah-u Ekber’ nidâlarıyla Akdeniz sahiline yürüyecektir”!

Ayasofya’nın cami olması, Fatih’in fetih sancağının yeniden açılmasıdır. Peygamber Efendimiz, ümmete İstanbul ve Roma’nın fethini müjdelemiştir. Ümmetin övüncü Fatih Sultan Mehmed Han, fethin birinci ayağını tamamlamış ve diğerini gerçekleştirmek için Otranto’ya kadar da gitmiş, lâkin Roma’yı fethe ömrü vefâ etmemiştir.

Ayasofya’nın yeniden açılması, İlâhî iradenin bizi fetih sancağı altına tekrar çağırmasıdır. Efendimiz, “Ümmetim Roma’yı da fethedecektir” dediyse doğru söylemiştir.

Bahtımız geç açıldı ama talihli bir nesiliz. Ayasofya’nın açıldığını gördük ya, Roma’nın açıldığını (fethedildiğini) da muhakkak göreceğiz.

Acaba o müstakbel fethin vakfiyesi, hangimizin sînesinde saklıdır?

Ne mutlu o fethe, ne mutlu o sîneye, ne mutlu o sancak altında buluşanlara!

Vesselâm...