Ayasofya Camii’ne doğru

1991 yılından beri iki vakit namaz kılınabilen Hünkâr Kasrı’na 2016’da imam atayan, minarelerinden beş vakit ezan okutan Hükûmet, Ayasofya’nın içini tamamen ibadete açmalı, Müslüman Türk halkını ve İslâm sancağının Osmanlı’nın elinde yüceldiğini bilen tüm Müslümanları bahtiyar etmelidir. Bunun kanunî zeminini de hazır etme gayreti bize Temmuz başını göstermekte ve heyecanımız her geçen gün artmaktadır.

TARİH boyunca Osmanlı, fethettiği topraklarda gayr-i Müslimlerin hayat ve ibadetlerine müdahale etmediği gibi, ibadethanelerine de pek dokunmamış, hattâ yenilerinin yapılmasına da mâni olmamıştır. Ancak İstanbul, Bizans kiliselerinin çoğunun camiye çevrilmesi konusunda istisnadır.

Bugün İstanbul dâhil, yurdun hemen her yerinde tarihî kilise ve sinagogların bulunmasından bunu gayet net anlayabiliyoruz. Bunların içinde dinî faaliyetlerine devam edenlerin olduğunu da biliyoruz. O hâlde Ayasofya’nın camiye çevrilmesinde bir husûmet ve inanç özgürlüğüne müdahale aramak doğru olmaz.

Ayasofya’nın kilise olarak kullanılması talebinin yanında nüfus açısından buna ihtiyaç da olmadığına göre, bugün yapılması gereken ya müze olarak korunması ya da nüfusun çoğunluğunun inancı göz önüne alınarak cami olarak ibadete açılmasıdır.

Halkın çoğunluğunun inancı gereği olan talep de göz ardı edilemez elbette.

İktidarlar bunun için vardır aslında…

İşte Ayasofya’nın yeniden İslâm’a hizmet etmesi için yapılan hazırlıklar da bu yüzden zarurîdir!

Neden Ayasofya?

İstanbul’da, Bizans dönemine ait 10-15 kilise Osmanlı döneminde camiye çevrilmiş olduğu hâlde sadece Ayasofya için yaygara koparılıyor. Ona yakın tarihlerde yapılmış olan diğer büyük ve tarihî kiliseler görmezden geliniyor. Peki, Ayasofya neden bu kadar önemli?

“Ey Süleyman, seni yendim!”… Bizans İmparatoru Jüstinyen, üçüncü defa inşâ edilen Ayasofya’nın açılış konuşmasında kullanmış bu ifadeyi. O zamana kadar bilinen en büyük tapınak olan Süleyman Tapınağı’ndan daha büyük bir katedral yapmış olmanın gururudur bunu söyleten.

537 yılının sonlarında biten ve yaklaşık 15 asırdır ayakta duran bu ibadethane, ona sahip olanın gurur duyduğu bir yapı olmuştur sürekli. Neredeyse bin yıl boyunca dünyanın en büyük ibadethanesi olarak kalan Ayasofya, hükümdarların taç giyme ve zafer törenleri ile bir kudret sembolü hâline gelmiştir.

Zaman içinde birtakım kutsal hazînelerin de bu yapının içinde muhafaza edildiği ve hâlen bazılarının burada bulunduğu iddiaları da Ayasofya’nın önemini arttırmıştır.

Bu arada Ayasofya, Bizans’ın Hıristiyan şeriatını benimseyen devlet yapısının da sembolü olmuştur. Tâ ki, 29 Mayıs 1453’e kadar…

Aslında şehrin ilk camii değil Ayasofya. Daha 1200’lerde Müslümanların da şehre giriş çıkışları yoğunlaştığı için İstanbul’da cami olduğu biliniyor. Ancak merkezî konumu, büyüklüğü ve fethin azâmetini gösterdiği için, müjdelenmiş fethin müjdelenmiş komutanı Fatih Sultan Mehmed Han, şehri aldığı gün girdi Ayasofya’ya. İlk Cuma gününe sadece üç gün vardı.

Bir mühendis bilgisiyle ölçüp biçti, bir mimar aklıyla hayâl etti ve Ayasofya’nın Cuma namazına kadar hazırlanmasını emretti o kutlu komutan. O muhteşem yapı, adı değiştirilmemiş olsa da artık bir katedral değil, cami olarak devam edecekti hizmetine.

Fethin üçüncü günü Fatih Sultan Mehmed’in Cuma namazını kılmasından beri de hem İslâm’ın, hem de Türk’ün gurur kaynağı oldu tarihî Ayasofya. Müjdelenmiş bir fethin sembolü olması sebebiyle de Müslümanlar için Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ’dan sonra İslâm’ın dördüncü kutsal mekânı muamelesi gördü.

Türk-İslâm mimarisinin Bizans’tan etkilendiği en önemli unsurudur herhâlde kubbeler. Ve Ayasofya, kubbeli bir yapı olarak cami mimarisine en uygun yapıydı zaten.

Meselâ gotik mimarisine sahip bir katedrali camiye çevirmek onlarca yıl sürer ve aslıyla alâkası kalmayan bir yapı çıkardı ortaya. Dolayısıyla Ayasofya’nın mimarî yapısı da Fatih’in seçiminde önemli olmuştur.

İşte bugün koparılan yaygaranın sebebi, aslında Osmanlı’nın ve Müslümanların gözündeki Ayasofya’dır! Bizim yüklediğimiz anlamlar canını sıkmaktadır bazılarının. Zamanında Ayasofya değil de Aya İrini cami yapılmış olsa, bizim için aynı öneme sahip olacak ve bugün Aya İrini’nin müzeleştirilmesi üzerine tartışmalar yapıyor olacaktık. Bu tespit için “Acaba?” demeye gerek yok. Zira ne San Paolo Kilisesi’nin Arap Camiî, ne de Pantokrator Manastır Kilisesi’nin Zeyrek Camiî olarak kullanılmasında kimse bir sakınca görmüyor.

Bugün Mescid-i Aksâ’nın müzeye çevrilmesi ya da Müslümanların ibadetine kapanması söz konusu olsa, tüm İslâm âlemi gibi biz de dünyayı ayağa kaldırır ve bunu kabul etmeyiz. Ancak Ayasofya ile Mescid-i Aksâ’yı aynı kefeye koymak akıl kârı değildir. Biri Müslümanların ilk kıblesi ve Kur’ân-ı Kerim’de “Çevresini mübarek kıldığımız” ifadesiyle taçlanmış kutsallıktadır, diğeri ise stratejik bir semboldür.

Evet, yukarıda yazdığım gibi, İslâm’ın dördüncü kutsal mekânı gibi kabullenilmiştir Ayasofya, ancak bu, kutsallıktan ziyade İslâm sancağını taşıyan Osmanlı’nın merkezinde ve fethi sembolü olmasından kaynaklanır.

Dolayısıyla Ayasofya’nın kilise ya da müze olması İslâmî bir kayıp değildir aslında. Bu açıdan bakınca Ayasofya’nın cami olması da Hıristiyanlar için dinî bir kayıp sayılamaz. Bin 500 yıllık bu muhteşem yapı elbette bir dünya mîrasıdır. Ancak bu mîrası kendi amacı için kullanma hakkı, Fatih’in fethiyle “kılıç hakkı” olarak Osmanlı’ya geçmiştir. Aslını bozmamak kaydıyla (ki Fatih, duvarlarında namaza mâni olan mozaikleri bile ince bir sıva ile kapattırarak tarihe ve sanata saygısını göstermiştir) Türk-İslâm zihniyetine hizmet etmesi kadar normal bir durum olamaz.

Her ne kadar Osmanlı mîrasına sahip çıkmak bir yana, o mîrastan utanç duyan bir dönem geçirmiş olsa da, Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın medeniyeti üzerine kurulmuştur. Bizlere de Osmanlı’nın torunları olarak Ayasofya’yı, atamız Fatih’in vakfiyesi ile vasiyet ettiği şekilde kullanmak düşer.

Bir kez daha görüldü ki, CHP, kendi ülkesinin menfaatlerini savunmak yerine Bizans’ın mîrasçısı olduğunu iddia eden Yunanistan’ın yanında saf tutmuştur Ayasofya konusunda da.

Bir vekil çıkıp, “Hem Ayasofya, hem de Sultan Ahmed Camii müze yapılsın” diyecek kadar dalâlet içinde olabiliyor. Bir belediye başkanı, Yunan kanalına konuk olup, “Bunu siyâsî bir polemik hâline getirmeye gerek yok. Böyle bir ihtiyaç da yok” diyerek hakkındaki “Tekfur” yakıştırmasını tescilliyor.

Sosyal medya kullanıcısı muhalifler de hep bir ağızdan bu konuyu iç siyaset için atılmış bir adım olarak lânse edip Ayasofya’nın cami olmasını itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.  

MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin Mustafa Kemal hassasiyetiyle dile getirdiği yanlışı da ayrı bir yere koymak gerekir. Bahçeli, 1934’te atılan imzalarla müzeye çevrilen Ayasofya konusunda imzanın sahte olup olmadığı tartışmasına nokta koymuş, gerçek imza ile ancak sadece bahçesiyle sınırlı bir müze kararı alındığını iddia etmiştir.

Hâlbuki Ayasofya, 1935’te kapılarını müze olarak açtığında Mustafa Kemal hâlâ hayattadır ve ölümüne kadar geçen 45 ay boyunca “Ben bahçeye izin verdim, neden camiyi müze yaptınız?” dememiştir.

Sayın Bahçeli! Mustafa Kemal sizin mahreminiz olabilir, saygı duyarız, ancak onu hatâsızlaştırma gafletine düşerseniz toplumun sizi koyduğu yere haksızlık etmiş olursunuz. O ilâh değildir ve hatâ yapabilir. Bu konuda da hatâ yaptığı, attığı imzaya muhalefet etmenizle sabittir. O imzanın karşılığı olarak 85 yıldır Ayasofya Camii’nde namaz kılmak yerine Ayasofya Müzesi’nde turistik geziler yapıyoruz.

Başkan Erdoğan, son olarak 31 Mart Yerel Seçimleri’nden önce vermişti Ayasofya sözünü. Zemini hazırlanmış, zamanı gelmiştir artık bu uygulamanın!

1991 yılından beri iki vakit namaz kılınabilen Hünkâr Kasrı’na 2016’da imam atayan, minarelerinden beş vakit ezan okutan Hükûmet, Ayasofya’nın içini tamamen ibadete açmalı, Müslüman Türk halkını ve İslâm sancağının Osmanlı’nın elinde yüceldiğini bilen tüm Müslümanları bahtiyar etmelidir. Bunun kanunî zeminini de hazır etme gayreti bize Temmuz başını göstermekte ve heyecanımız her geçen gün artmaktadır.

Artık top Danıştay’da olsa da hüküm Erdoğan’da!