Ayasofya Camii ne zaman, nasıl kapatıldı?

Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinin İstanbul ile ilgili bölümünde, İstanbul’un Fethi’ni, fetih sonrası savaş ganimetlerinin nasıl paylaşıldığını anlattıktan sonra, Ayasofya Camii’nin de şehrin fatihi Sultan İkinci Mehmed’in payına düştüğünü yazıyor. Yani esasen Ayasofya Camii, Sultan İkinci Mehmed’in şahsî emvalindendir. Şehir işgal edilip hak ve hukuk tanımayan yabancılar eline geçmedikçe, bir başkasının bu mülk üzerinde tasarruf etme yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Ayasofya, şartlı olarak kamuya vakfedilmiş özel bir mülktür.

BUNDAN 85 yıl önce tam da bugünlerde, Ayasofya Camii, bir Bakanlar Kurulu Kararı ile sessiz sedâsız müzeye çevirilmişti.

Sultan İkinci Mehmed’in İstanbul’un Fethi’nden sonra yaptığı ilk iş, burayı bir İslâm şehri hâline getirmek oldu. Fatih Camii’ne ait vakfiyenin mukaddimesinde şöyle denir: “Sultan Mehmed, Konstantiniyye’yi Allah’ın yardımıyla fethetti. Orası bir putlar şehri idi. Sultan, şehrin güzel süslemeli kiliselerini medrese ve cami hâline getirdi.”

Camiye çevrilen altı ve medreseye çevrilen bir kilise vardı. Asıl ilginci, Aya-Marina Manastırı, Baba Haydarî dervişlerine verildi. Şehrin en güzel yerleri ya askeriyeye ya da tarikatlar da dâhil olmak üzere ilmiyeye mensup kişilere tahsis edildi.

Sultan, fethin ikinci günü St. Sophia (Ayasofya) Kilisesi’ne gitti. Kiliseyi camiye çevirdi ve orada, şehrin bir İslâm şehri oluşunu temsilen ilk duâsını etti. Ayrıca şehre, Müslümanların yüzyıllardır büyük Konstantin şehrini (Konstantiniyyetu’l-Kübrâ) bir İslâm şehri hâline getirme arzusunu yansıtan “İslâm-bol” adını verdi. Halk genellikle Osmanlı öncesi Türk ismi İstanbul’u kullansa da yeni isim özellikle ulema arasında muhafaza edildi.

Evliyâ Çelebi’nin anlattığına göre, fetihten sonraki ilk Cuma günü kılınan namazda şöyle denilmiştir: “Müezzinler yanık bir sesle, ‘inn’Allahe ve melâiketehû’ âyetini okumaya başladıklarında, Ak Şemseddin, Sultan’ı kolundan tutarak büyük bir saygıyla minbere getirdi. Orada çok derin ve müteessir bir sesle, ‘Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır’ dedi; camide hazır bulunan gaziler de sevinç gözyaşlarına boğuldular.” (İnalcık, 1995:247-248)

Fernard Grenard da o tarihî günü şöyle anlatmaktadır: “İkinci Mehmed şehre girdi, tenha sokaklardan geçerek duâ etmek üzere, camiye çevrilmiş olan Ayasofya’ya gitti.” (Grenard, 1992:60)

Bir başka Batılı müellif Francis Marion Crawford, fetih gününü ve Ayasofya’da yaşananları kendi muhayyilesine göre şöyle anlatıyor: “Sultan İkinci Mehmed tarafından gerçekleştirilen son saldırı sert ve acımasızdı. Bizans imparatorlarının sonuncusu, kendi başkentinin kapılarında çâresizce çarpışırken can vermişti. ‘Ve kuşatmanın fatihi, atının üstünde Ayasofya’nın güney koridorunda, en yakınındaki sütuna kor gibi tüten elini basmış ve bugün bile zaferinin işareti olarak kabul edilen izini bırakmıştı. Bu büyük caminin loş dehlizlerinde, Doğu’nun bütün gizem ve tarihi müşterek bir merkez bulmuş oldu. O işarette bırakıldığı an Doğu ile yüz yüze gelen Batı dünyası, Doğu’ya yenik düştü. Var olan her şey rüyalar ülkesinin derinliğine gömülerek geçmişe karıştı ve gelecek şimdiki zamana dönüştü. Eski imparatorluğun son kalesi yeni düzenin kurucuları tarafından istilâ edilmiş, Konstantin, Jüstinyen ve eski Rum imparatorlarının Konstantiniye’sinin varlığı sona ermişti.” (Crawford, 2015:4)

***

Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinin İstanbul ile ilgili bölümünde, İstanbul’un Fethi’ni, fetih sonrası savaş ganimetlerinin nasıl paylaşıldığını anlattıktan sonra, Ayasofya Camii’nin de şehrin fatihi Sultan İkinci Mehmed’in payına düştüğünü yazıyor. Yani esasen Ayasofya Camii, Sultan İkinci Mehmed’in şahsî emvalindendir. Şehir işgal edilip hak ve hukuk tanımayan yabancılar eline geçmedikçe, bir başkasının bu mülk üzerinde tasarruf etme yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Ayasofya, şartlı olarak kamuya vakfedilmiş özel bir mülktür.

Osmanlı Devleti, Ayasofya’yı fetihten sonra her dönem bir ulu mabed olarak gördü. Etrafını medrese ve padişah türbeleriyle şenlendirdi. 1 Eylül 1846’da, Ayasofya yakınında bir üniversitenin temeli atıldı (Yorga, 1948:432). Caminin içinde bir büyük kütüphane, son zamanlara kadar faaliyet gösterdi.

1918 yılındaki Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’un işgal edildiği günlerde, Ayasofya da esaretten sembolik payını aldı. İşgal güçlerinin komutanı olan Fransız general, “İstanbul Rumlarının kendisine hediye ettikleri kır bir at ve serilen kırmızı halıların üzerinde tıpkı Fatih Sultan Mehmed’in yaptığı gibi Ayasofya’ya kadar yürümüştü” (Glosneck, 1998:7).

İstanbul, beş yıl düşman işgali altında kaldıktan sonra Refet Bele komutasındaki Türk Ordusu tarafından tekrar teslim alındı. Refet Paşa, İstanbul’u işgalden kurtaran ordunun başında İstanbul’a girmişti. Ertesi günü, İstanbul tekrar heyecanlı tezahürata sahne olmuştu. Refet Paşa’nın Maiyet Jandarma Bölüğü, Sirkeci’de karaya çıkmış, alkışlar ve “Yaşa millî ordu!” avazeleri arasında Sultanahmet Meydanı’na doğru yürümüştü. Cuma namazı çok kalabalık bir cemaat ile Ayasofya Camii’nde kılınmış, cemaatin gösterdiği arzu üzerine Refet Paşa müezzin mahfiline çıkarak bir hitabede bulunmuş, hem cemaati ağlatmış ve hem de kendisi ağlamıştı (Cebesoy, 2007:156).

***

Cumhuriyet’in ilânının ardından Ayasofya Camii ve çevresiyle ilgili garip gelişmeler olmaya başladı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın İstanbul’u emanet ettiği şahıs olan Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’in yazdığına göre, “ne yazık ki, 1934’te Ayasofya Fatih Medresesi, anlaşılmaz bir nedenle yıkılmıştır” (Mesera, Kazancıgil ve Sayar, 2017:214).

Bir süre sonra Ayasofya Camii’nin de hedefte olduğu anlaşılır. İstanbul’un Fethi’nin sembolü Ayasofya Camii, 1935 yılı başlarında kamuoyu bilgilendirilmeden verilen tartışmalı bir karar sonunda sessiz sedâsız müzeye çevrilmiştir. Bu caminin Türk tarihi, kültürü ve merkez cami olarak İstanbul halkı için ifade ettiği değerin büyüklüğüne rağmen, karara hiç tepki gösterilmemiş olması ise çok şaşırtıcıdır. Bu da kararın bir emrivaki şeklinde uygulandığını gösterir. Basının itiraz seslerini duymazlıktan gelmesi ve haberin büyütülmeden verilmesi konusunda uyarıldığına dair ciddî işaretler de vardır.

Haber, Ulus gazetesinin 1 Şubat 1935 tarihli nüshasında, birinci sayfanın sağ alt köşesinde şöyle verilir: “Ayasofya Müzesi, Cumartesi açılacaktır. Müzenin giriş yeri şimdilik Narteks kapısıdır. Sıva kısımları tamir edilince Alemdar Caddesi’ndeki büyük kapı giriş yeri yapılacaktır. Ayasofya’nın içindeki büyük levhalar indirilmiştir.”

Müzenin açılışı da 2 Şubat 1935 tarihli Cumhuriyet’te sıradan bir haberle duyurulur.

Beşir Ayvazoğlu, İsmail Hakkı Konyalı’dan nakille bu anlamda şu önemli iddiayı ortaya atar: “İbrahim Hakkı Konyalı’ya göre, başta Ayasofya olmak üzere, camiye çevrilmiş kiliselerdeki minarelerin de yıkılmasına karar verilmiş. Hattâ bu karar, 1936 yılında Küçük Ayasofya’nın minaresi yıkılarak uygulanmaya başlanmıştı. Ayasofya’nın minareleri ise yine Konyalı’ya göre, binanın statiğinde problemler ortaya çıkacağı yolunda bir rapor sayesinde kurtuldu.” (Ayvazoğlu, 2009)  

Ahmet Kabaklı da bu anlamda şu bilgiyi aktarır: “Duvarlarını kazıtarak eski Bizans fresklerini meydana çıkardılar. Caminin önündeki medreseyi temelden yıktılar. Hattâ minareleri bile yıkmaya kalktılar. Fakat uzman mimarlar, ‘Minareler aynı zamanda binaya destek olarak yapılmıştır. Onlar yıkılırsa kubbe ayakta duramaz’ deyince, bundan vazgeçmek zorunda kaldılar.” (Kabaklı, 1989:244)

Fatih’in vakfiyesini ve özel hukukunu hiçe sayan ve bir döneme ait siyâsî icraat olan bu Bakanlar Kurulu Kararı, Türkiye’ye artık zorla dayatılmamalıdır. Bakanlar Kurulu, bir an önce Ayasofya’yı müzeden camiye çeviren kararı alarak bu tarihî yanlışa son vermelidir.

Türkiye, Batı karşısında yenilmişliğin bir sembolü olan bu zillet halkasından artık kurtulmalıdır!

 

Kaynaklar

Ayvazoğlu Beşir, (2009), 24.09.2009  

Cebesoy Ali Fuat, (2007),Siyasi Hatıralar, İstanbul: Temel Yayınları

Crawford Francis Marion, (2015), 1890’larda İstanbul, İstanbul: İş Bankası Yayınları

Glosneck Johannes, (1998), Kurtuluş Savaşı, İstanbul: Cumhuriyet Gaz. Yay.

Grenard Fernand, (1992), Asya’nın Yükselişi ve Düşüşü, MEB Yay., İstanbul

İnalcık, Halil (1995), İstanbul: Bir İslam Şehri, İslam Tetkikleri Dergisi, Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 242-268.

Kabaklı Ahmet, (1989),Temellerin Duruşması, İstanbul: Türk Edebiyat Vakfı Yay.

Mesera Gülbün, Kazancıgil Aykut, Sayar Ahmet Güner, (2017), A.Süheyl Ünver Bibliyografyası, İstanbul: İşaret Yay.

Yorga Nicolea, 1948, Osmanlı Tarihi, (Son Cilt),Ankara Üniversitesi Yay, Ankara