AYASOFYA’NIN mahzun hâli sona erdi. Bizlere bugünleri gösteren Rabbimize hamdolsun!
Tarihî hâdiseler
kendimizi sorgulamak, oturup düşünmek, fabrika ayarlarına dönmek ve lüzumsuz takıntılarımızdan
kurtulmak için birer fırsattır. 569 sene önce Fetih ile birlikte Ayasofya’nın
camiye tebdili böyle bir zamandı. 86 senelik aradan sonra tekrar aslına rücû
edişi de yine önemli bir tarihtir.
86 sene boyunca
birçok dâvâ insanı Ayasofya’nın aslına dönüşü için mücadele etmiş, sürekli duâlar
edilmiş, hakkında şiirler ve nesirler yazılmış ve “Bir gün açılacak!” diye nesillere umut aşılanmıştır. Ayasofya bir taraftan
bir istiklâl sembolü hâline gelmiş, onun esareti bu topraklarda yaşayanların öz
yurtlarında garip kalmalarına sebep olmuştur.
Nihâyet hasret
sona ermiş, Ayasofya Camiî ibadete açılmıştır. En önemlisi de, Fâtih Sultan
Mehmed Han’ın bedduâsı, ülkemizin üzerinden kalkmış oldu. Şimdi bize düşen, bu
tarihî günü bir milât kabul ederek hem kendimiz, hem de insanlık adına işin
mânâ tarafına katkı yapacak çalışmalar yapmak olmalıdır.
İşe kendimizden
başlamalıyız! Her şeyde ilk dersi kendimiz için çıkarmalıyız. Hayatımızın
gidişatının bizi nereye götürdüğü, varacağımız netîceninse Ayasofya’nın ihtivâ
ettiği mânâya ne kadar muvafık olduğuna bakmalıyız.
Ayasofya, içine
girdiğimiz zaman bizden incinmemeli. Kendimizi madden ve mânen tekâmül ettirme
derdinde olmalıyız. Her günümüz bir öncekinden daha iyi olmalı, bunun için
tembellik etmeden cehd ve gayret içinde olmalıyız. Öyle bir kimlik inşâ
etmeliyiz ki, kâlimizden çok hâlimiz dürüst, güvenilir, kendisinden emin
olunan, karakterli ve vakarlı bir duruşun numûnesi olmalıdır. Yaşantımız, ait
olduğumuz gruplara, inandığımız dine lâf getirmemeli. Dilimizle olduğu kadar
hâlimizle de iyiliği emretme ve kötülüklerden men etme gayretiyle hareket
etmeliyiz.
Çevremizdeki
insanlarla münasebetlerimiz, “kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi
başkalarına da yapmama” düsturu ile şekillenmeli, adaletli olmayı her zaman en
temel prensip kabul etmeliyiz. Kendimizi ve mensubiyet duyduğumuz grupları
merkeze alarak herkesi yargılamamalı, diğerlerinin de en az bizim kadar iyi
insanlar olabilme ihtimâlini göz ardı etmemeliyiz.
“Her şeyi en iyi
ben bilirim” mantığı, gurura ve kibre götürür; diğer insanları kendimizden
uzaklaştırır ve diğerlerinden alacağımız derslere mâni olur. Kendi nefsimizi
kötü bilirsek, ancak o zaman ıslah edebiliriz onu.
Ayasofya milâdı
ile birlikte sosyal hayatta israfın önüne geçelim. Ticarî ilişkilerimizde
aldanma ve aldatma olmasın. Cemiyet hayatımızı Batı’nın bâtıl değerlerine göre
değil, kendi değerlerimize göre dizayn edelim.
Ayasofya, ümmetin
ortak derdinin de sembolü olmalıdır. Dünyanın her neresinde olursa olsun, sıkıntıda
olan mazlumların dertleri, derdimiz olmalıdır. Meselâ Doğu Türkistan’da olan
biteni daha yakından takip ederek onların maruz kaldıkları zulümlere daha çok
ses çıkarmak gerekir. Ayasofya sonrasında Kurtuba Mescidi, Mescid-i Aksâ ve
dünyanın neresinde olursa olsun mahzun bekleyen tüm mescitlerimiz de
gündemimizde olsun. Bununla İslâm kardeşliğini diri tutalım.
Kendimize,
çevremize, içinde yaşadığımız topluma ve tüm dünyaya dair bir derdimiz olsun.
Dünyanın fâniliğinin şuurunda olarak hayatımıza yeniden çekidüzen verelim. Bir
gâye için yaşayıp bir gâye için de ölebilmeyi becerelim.
Son olarak,
mademki Ayasofya Camiî milâdımız olacak, tüm camilerimizi bütün vakitlerde
dolduralım. Eğer Ayasofya bir müddet sonra vakit namazlarında filan cemaatsiz
kalırsa, eski hâlinden daha hazin bir hisse kapılacaktır. Onu mahzun etmeyelim,
hep şen olsun…