Ayakların c-esareti

Artık hürüm! Yalınayak girebileceğim temiz mekânlar seçiyorum. Tahammül sınırlarımı zorlayan düğümlerin, elimin tersiyle dışarıda bırakabileceğim zihnî ve ruhî huzuru armağan edecek zamanlara misafir oluyorum…

ESKİDEN çeşit çeşit ayakkabılar giyerdim. Artık hürüm! Ayaklarımla taşıdığım hegemonyaların pohpohlu sürükleyiciliğinden azadeyim. Hamallığını yaptığım, biriktirdiğim, servet harcadığım şey hayatımı kolaylaştırmadı, aksine beni tercihler arasına sıkıştırılmış bir köle hâline getirdi.

Zamana, mekâna ve giyime dair “göre” edatıyla bitirdiğim onlarca cümle olurdu. Haftanın gününe, günün saatine, giydiğim kıyafete, yürüdüğüm yola, gittiğim toplantıya, oturduğum meclise ve daha nice konuya ayrı ayakkabı, ayrı stil, ayrı kombinler hazırlamalıydım. Dar paçalara, bol pantolonlara, uzun eteklere, spor kıyafete, elbiselere uygun seçimler yapmalıydım. Emek sarf etmeli, para harcamalıydım. Zamanın neden daraldığını, bereketin neden azaldığını şimdi daha iyi anlıyorum.

Maddî güç göstergesi ayakkabılar, prestijli mesleklerin, modern ofislerin, heyecanlı gençlerin, şık hanım ve beylerin kabul görmesi için ufak bahaneler sanki. Markalarla donattığımız ayaklarımız kendi lisanınca özel teşrifatlarla ağırlanmak, böylece değer görmek istiyor. Bu ne kadar mantıklı olabilir?

Yüz yüze geldiğimiz her kişiyi hasım bellememizden midir baştan ayağa kuşanmalarımız, bu duruma zorunlu olmamız? 10 santimlik topuklu ayakkabıların esaretine teslim olmak mı daha kolay? Yoksa yukarıdan bakma zevkini bir de yaylaların, dağların patikalarından seyir tecrübesi mi? Hangisi insan ruhunda izler bırakır? Hangisi sıhhat ve afiyeti inşâ eder? Evet, bunları düşünüyorum…

Toprak, anne karnındaki bebeğin kordonundan beslendiği gibi besledi bizi. Ta ki ondan temasımızı kesinceye kadar... Hâlbuki o bizi omuzlarında gezdirirken arınıyorduk stres dediklerinden, küçük sorunlar meseleye dönüşmüyor, ufak rahatsızlıklar müzminleşmiyordu, öyle değil mi?

Ayaklarımdaki markalı prangalar, kendi öz maddemiz toprağa bariyer çeker çekmez başladı sorunlar. Hastalıklarımın çaresini hasta olduktan sonra aradım. Hastane kapılarında bekledim, sentetik ilaçlardan medet umdum ama çözüme ulaşabildim mi? Orası bir muamma! Hem sağlığımı ve zamanımı kaybettim, hem de kendi ellerimle teslim ettim binbir güçlükle kazandığım sermayemi fenomen indirimlere.        

Uzun yıllar boyunca benim topraktan, sudan ve güneşten soğurmak istediğim enerjiyi engelleyen şey, işte bu prangalarmış! Günlük meseleleri kafamda büyütüp çocukluk günlerimin neşesini unutturan yine onlarmış.

Markaların cicili bicili logolarla ayakkabılar üzerinden insana değer biçen hegemonist yaklaşımlarını benimsemiyorum. İnsan değerinin özüyle, yapıp ettikleriyle alâkası olduğunu düşünüyorum; modern dayatıların bir özgürlük gibi önümüze sunulması bana yalnızca bir esaret hikâyesini çağrıştırıyor. Bu yüzden kendimi önüme sunulan tüketim nesnelerinin bağımlılığından azat ediyorum.   

Artık hürüm!

Maddî güçlerin, sosyal statülerin ve ayakkabıların ön plânda olmadığı yerlerde yürüyorum. Kumsalda dalgaların hışırtısına ritim tutuyor adımlarım. Yüksek bir yaylanın kırlarında hafif nemli çimlerine basarken bulutları göz hizasından seyre dalıyorum. Işığın parıldamasını istiyorum beni ben yapan her şeyde. Bu yüzden toprak zeminli yollarda yürüyorum.

Toprağın kokusu, yüzyıllar öncesinden tevarüs ettiğim değerlerimi hatırlıyor, geçmişimi görüyorum. Benliğim onu değerli kıldığında değer kazanıyor zaman. Ona dönecek olmamla geleceğimi idrak etmeye çalışıyorum. Böylelikle paha biçilmez olanın elimdekiler olduğunu anlıyorum

Artık hürüm! Yalınayak girebileceğim temiz mekânlar seçiyorum. Tahammül sınırlarımı zorlayan düğümlerin, elimin tersiyle dışarıda bırakabileceğim zihnî ve ruhî huzuru armağan edecek zamanlara misafir oluyorum…