“RUMELİ’de eski bir
gramofon çalar/ Sen Hicaz Faslı’nda bekleyip durursun/ Kurtlar sofrasında bir
dilim soğan ve tuz/ Ve geçmişin mumları yanar Bizans kiliselerinde/ Sonra bir
ezan sesi Kosova ovasından/ Kovulmuş rüzgârlar getirir/ Gelen atın üstünde o
muydu yoksa? Yoksa/ Ihlamur ağaçlarına konan kuşlar mıydı?/ Ağır aksak bir
tanbur taksimiyle Vardar sularında/ Yahya
Kemal dizeleri akıntıya kapılır/ Bit pazarında fesime püskül bulurum/ Saatime
köstek yokmuş diyor kunduracı Silo/ Bir zamanlar… Ah bir zamanlar… Bu yerlerde/
Taşın dibinden gül biterdi/ Ölüye ağıt/geline türkü yakılırdı/ Şimdi…/ Rumeli’de
yorgun bir gramofon çalar/ Sen Hicaz Faslı’nda bekleyip durursun...”
“Adalet ve İstimalet” devletinin kaybedilmiş topraklarını
gezerken, okurken, anlatırken, adres sormayan bir kurşun gibi gelir vurur sizi
Ethem Baymak’ın “Yorgun Gramofon”unun dizeleri… Oysa siz Hicaz faslından Eviçe,
Acem Aşîrana, Nihavende, Segâha doğru kaçmak istersiniz, ama nafile! Tam bu
kaçış ânında Raci Efendi’nin, “Aziz-i vakt
idik a’dâ zelil kıldı bizi,/ Esir-i bend-i belâ vü sefil kıldı bizi;/ Bi-gayri
hakkın atıp habse bir nice eyyâm,/ Mudîk-i ye’s ü sitemde alîl kıldı bizi”[i]
diye yazdığı mısraları eritilmiş bir kurşun gibi boşalır yüreğinizin
üstüne…
Bir
zamanlar her türlü ihtişam ile devletin bütün imkânlarının seferber edildiği
topraklarda, şimdilerde yâd ellerin fütûrsuzca at koşturuyor olması kanınıza
dokunur. Sessizce saldırırsınız tarihe, coğrafyaya… Nedenleri, niçinleri
sorgular durursunuz. İçinizde patlayan sessiz çığlıkların eşliğinde…
İşte
bu gönül coğrafyamızın içinde yer alan mekânlardan biridir Dedeağaç…
Dedeağaç’ın
hikâyesi
Dedeağaç,
1354-1355 yılından (93 Harbi sonrası kısa bir süreyi saymazsak) 1913 yılına
kadar Osmanlı toprağı olma özelliğini yaşamış yer… Kabrini ve tekkesini, 1715 yılında Mora Seferi
sırasında Sultan Üçüncü Ahmet’in ziyaret ettiği Nefes Baba’yla onurlanmış
asırlar boyu. İsmini orada yaşayan bir evliyanın, tekkesinde
bulunan asırlık bir meşe ağacının altında oturmayı âdet edinmiş olmasından
aldığı söylenir. Bir rivayet, o evliyanın Nefes Baba olduğu yönündedir. Bir
başka rivayet ise, burada bulunan asırlık bir meşe ağacının altında bir dervişin
mezarının bulunduğu ve ismini buradan aldığı şeklindedir. Bazıları da sahilinde
çok yaşlı meşe ağaçları bulunduğundan bu ismi aldığını söyler.
1870’lere kadar küçük bir
balıkçı köyüdür Dedeağaç, 1870’lerin ortasında Ferecik’e bağlı bir nahiye
merkezi olur. 1293/1876 tarihli Edirne Salnamesi’nde nahiye merkezi olduğu ve
limanının adının da “Ferecik Limanı” olduğu yazılıdır. 1876 yılında nahiyelikten
çıkarılıp Dimetoka sancağına bağlı bir kaza merkezi hâline getirilir Dedeağaç. Rumeli
demiryollarının yapımı ile ayrı bir önem kazanır ve çok kısa sürede gelişir. Bir
yıl sonra, 1877 yılında büyük gelişme kaydeden Dedeağaç’ın gelişmesi, 1878
yılında Ruslar tarafından işgal edilince durur. 6 Şubat 1878 tarihinde başlayan
Rus işgali, her türlü yağma ile birlikte, Osmanlı Rumeli Demiryollarına ait bin
130 vagon ile 56 lokomotif ve 50 millik demiryolu raylarının (Sofya-Plevne
arasında kullanılmak üzere) Ruslar tarafından çalınmasıyla 1879 yılının Şubat
ayında sona erer.
Bundan sonrasında
Dedeağaç için yine güzel günler başlar, çünkü Osmanlı Devleti için, lojistik
açıdan, Rumeli demiryollarının (İstanbul-Selânik) stratejik bir merkezidir. O
nedenle 1884 yılında sancak merkezi yapılır. 1884 yılında nüfusu 81 bin 817’dir
Dedeağaç’ın.
Dedeağaç bir liman şehri
olarak gelişiminin zirvesindeyken Balkan Harbi yaşanır. Balkan Harbi, Dedeağaç’ın
bizimle yollarımızı ayırır. Dedeağaç, 1913 yılından 1919’a kadar Bulgarlara
bırakılır, ardından Birinci Dünya Harbi galipleri (İtilaf Devletleri) ile mağlûp
Bulgaristan arasında 27 Kasım 1919 tarihinde imzalanan Neuilly Antlaşması ile Bulgaristan’dan
alınıp öncelikle devletsiz bölge ilân edilir. Ardından İtilaf Devletleri
marifetiyle Yunanistan’a işgal ettirilir ve (Türk azınlığının özerklik
haklarını devam ettirmesi şartıyla) Yunanistan’a bırakılır.
Bu yazının konusu Dedeağaç’ın tarihi değil elbette. Bu yazının konusu, ABD’nin, Türkiye sınırına 30 kilometre mesafede yer alan bu şehirde son 2-3 yıldır “tatbikat” adı altında yaptıklarıdır. Dedeağaç’ta neler oluyor gerçekten? ABD’nin Dedeağaç’taki askerî yapılanmasının temel gaye ve hedefleri nelerdir? ABD’nin plânlarının genellikle uzun vadeli olduğu düşünülürse, yakın ve uzak gelecekte Dedeağaç merkezli ne/ler yapılacaktır? Gelin, konuya ilgili kısa bir yolculuk yapalım…
ABD’nin Dedeağaç’taki yapılanması
hangi amaçlara matuf?
Bu yolculukta önce, işin
başlangıcına doğru, 5 Ekim 2019’a uzanalım ve oradan devam edelim.
5 Ekim 2019 tarihinde, ABD ile Yunanistan
arasında, 1990 yılında imzalanmış olan Karşılıklı Savunma ve İşbirliği
Antlaşması’na ek bir protokol imzalanır. Ek Protokol, 1990 yılında imzalanmış
olan antlaşmanın güncellenmesi ve geliştirilmesini içermektedir. Bu kapsamda, ABD’nin
Yunanistan’da bulunan Selânik ve Kavala üslerinin yanında, Girit adasındaki Souda
Askerî Üssü’nün modernize edilmesi, Larissa Havalimanı’nın yenilenmesi,
Stefanovikeio (Valos ve Larissa arasında) Hava Üssü’nün tahkim edilmesi ile
(ilk defa) Dedeağaç Limanı’nın genişletilmesi ve modernize edilmesi gündeme
gelir ve bu konuyla ilgili çalışmalar başlar. Bu, aynı zamanda Dedeağaç’ta bir
ABD üssü kurulması fikrinin de saklı başlangıcıdır.
Gelişmelerin
içine eski CIA Başkanı ve dönemin ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun 20 Mart
2019’da İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Yönetimi liderleriyle Kudüs’te
buluşmasını, (Kuzey) Makedonya’nın NATO üyeliğinin önündeki engelin kaldırılmış
olmasını ve 2018 yılında gerçekleşen Selânik Fuarı’na ABD’nin onur konuğu
olarak davet edilmesini, ABD’nin 2020 Eylül’ünde Yunanistan ile ortak tatbikat
yapmasını katmak gerekir.
Gelişmeler
bu kadarla sınırlı değil elbette. Ayrıca, ABD’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimini
silahlandırmasını, ABD’nin Yunanistan Özel Kuvvetlerine 9 milyon dolar değerinde
askerî yardım yapmış olmasını, ABD’nin Yunanistan’a 9 adet AH-64D Apache
saldırı helikopteri, 50 adet OH-58D saldırı helikopteri, 350 adet M-2A2 zırhlı
personel taşıyıcı paletli tank, 60 adet MLRS paletli roketatar, 120 adet
M-109A5 paletli Obüs tipi tank, M-119 kısa menzilli top, HEMTT mühimmat
taşıyıcı araç ve MRAP zırhlı personel taşıyıcı araçtan oluşan bir hibe programı
yapacağını (gizlice) duyurmasını ve ABD’nin Mısır, İsrail, Yunanistan, Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi, İtalya ve Ürdün’ün bulunduğu Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na
katılmasını da unutmamak gerekir.
Unutulmaması
gereken bir diğer gelişme de, dost ve müttefikimiz ABD’nin sadece düşmanları
için uyguladığı CAATSA yaptırımlarını Türkiye’ye de uygulamış olmasıdır.
Bütün
bunların ardından NATO, 2020 yılında üstelik Yunanistan’ın katılmadığı Defender
Europe 20’ Tatbikatı’nda Dedeağaç’ı lojistik merkez yapmıştır.
İşte
2020 Temmuz’unda Dedeağaç’ta bir ABD üssü kurulması, böyle gelişmelerin
eşliğinde hazırlanmış kanlı bir yemeğe benzer!
Bu
gelişmelerin de ardından, ABD tarafından NATO’nun Yunanistan, Arnavutluk,
Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Estonya, Almanya, Macaristan, Kosova,
Karadağ, Kuzey Makedonya, Polonya, Romanya ve Slovenya’da yapacağı Defender
Europe 21’ Tatbikatı için bin 800’den fazla zırhlı araç, yüz on adedi Black
Hawk, on adedi Chinook ve yirmi beş adedi Apache tipi saldırı helikopteri olmak
üzere 145 helikopter nakli ve yirmi binden fazla asker intikâli gerçekleştirilmiştir.
ABD tarafından bu antlaşma ve gelişmeler doğrultusunda yapılanların Türkiye’ye rağmen Türkiye’ye karşı bir hamle olmadığı söylenmiş olsa da farklı birçok boyutu ve nedeni olduğu çok açıktır. Öyleyse ABD’nin Dedeağaç’taki bu yapılanmasının nedenleri nelerdir?
ABD’nin Dedeağaç’ta askerî üs kurması, uluslararası hukuka aykırı bir durumdur. Geçmişte Saddam Hüseyin’in kimyasal silahları olduğu bahanesiyle Irak’a giren güç, bugün olmayan bir askerî tehdit vasıtasıyla yanı başımıza konuşlanmaktadır.
Dedeağaç’taki
yapılanmanın nedenleri
ABD’nin
Dedeağaç’taki bu yapılanmasının bir nedeni olarak, ABD’nin -bölgede ve dünya
çapında- Rusya’ya karşı ekonomik ve askerî rekabette güçlü olma isteğinin
olduğu düşünülebilir. Bu çerçevede ABD’nin, Rusya’nın Almanya ile imzaladığı Kuzey
Akım-2 projesine alternatif olarak ortak olduğu Doğu Akdeniz Gaz Forumu
vasıtasıyla Doğu Akdeniz’de doğal gaz çıkarmak ve bu doğal gazı Yunanistan
üzerinden Avrupa’ya intikâl ettirerek pazardan pay alma düşüncesi olduğu da
bilinmektedir. Yine bu çerçevede, ABD’nin dilediğince giremediği ve muhtemelen bu
nedenle geçmişte Ukrayna’ya Kırım’ı kaybettirdiği Karadeniz’de askerî bir güç
olmak isteği de önemli bir faktör olarak değerlendirilebilir.
ABD’nin
Dedeağaç’taki bu yapılanmasının bir diğer nedeni olarak da Türkiye’nin Doğu
Akdeniz’de Libya ile Münhasır Ekonomik Bölge başlıklı deniz alanları antlaşması
ve işbirliği yapması ile KKTC çevresi olan bölgede doğal kaynak arama
faaliyetlerinden duyduğu rahatsızlık da ifade edilebilir. ABD’nin Dedeağaç’taki
bu yapılanmasının bir diğer nedeni olarak da Yunanistan’ın AB tarafından
isteklerinin karşılanmaması üzerine ABD’ye yakınlaşma ihtiyacı duyması da
varsayılabilir.
Çok
dillendirilmese de, ABD’nin Dedeağaç’taki bu yapılanmasının bir diğer nedeni
olarak, Türkiye’nin kuşatma altına alınması ve Türkiye ile Batı Trakya’da yaşayan
Türk azınlığı arasında fiilî bir tampon bölge oluşturulması da düşünülebilir.
Bu
nedenlerin hemen hemen hiçbirinde Türkiye’nin denklem dışında tutulması mümkün
değildir. Hâl böyleyken Türkiye, denklem dışında tutulmak istenen ve aleyhinde
gelişmeler yaşanan ülke durumuna doğru itilmektedir. Özellikle Karadeniz ve
Akdeniz üzerinden yapılacak her eylem, doğal olarak Türkiye ile ilgilidir.
Kaldı ki Türkiye, ABD’nin Rusya’ya karşı “caydırıcı
bir güç olarak” kurduğu 6 bin 400 askerî personelden oluşan ve “NATO‘nun mızrak
ucu” olarak nitelendirilen Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti’nin
(VJTF) komutasını Polonya’dan devralmış bir ülkedir.
Ayrıca,
Dedeağaç’ın, ABD’nin Yunanistan’daki diğer ABD üslerinden farklı bir konumu ve
doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren farklı bir uluslararası konumu ve durumu
vardır. Çünkü Dedeağaç, 1913 ve 1914 yıllarında, Doğu Ege
adalarının silahsızlandırılmasına ilişkin düzenlemeler ile Lozan Anlaşması’nın
12 ve 15’inci maddesinde yer alan benzer düzenlemelerin kapsamında olan bir bölgedir.
Ayrıca Dedeağaç, Lozan Anlaşması’nın 13’üncü maddesinde, “Barışın korunmasını
sağlamak amacı ile Yunan Hükûmeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında
hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkâm kurmayacak, Yunan savaş uçakları ve öteki
hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasak olacak,
söz konusu adalarda Yunan Silahlı Kuvvetleri, silah altına alınıp yerinde
eğitilebilecek olan normal askerî birlikle ve tüm Yunanistan topraklarındaki
jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak, bir jandarma ve polis örgütü ile
sınırlı kalacaktır” şeklinde yazılı hükmüne tâbi olan bir bölgedir.
Bütün
bunlar ortaya konulduğunda, ABD’nin Dedeağaç’ta askerî üs kurması, uluslararası
hukuka aykırı bir durumdur. Geçmişte Saddam Hüseyin’in kimyasal silahları
olduğu bahanesiyle Irak’a giren güç, bugün olmayan bir askerî tehdit
vasıtasıyla yanı başımıza konuşlanmaktadır.
Ne
yazık ki, bu gayr-i hukukî duruma Dedeağaç’ta bir avuç insandan başka kimse ses
çıkarmamaktadır. Oysa bu konu uluslararası alanda dile getirilmeli ve ABD’nin
Dedeağaç’ta üs kurmasına ve askerî faaliyet göstermesine karşı çıkılmalıdır. Küresel
ısınmayla ilgili olarak BM kürsüsünden konuş(turul)an ve dünya liderlerine “Benim
çocukluğumu çaldınız” diye seslenerek sözüm ona ders veren İsveçli Greta
Thunberg kızımız nerelerdedir? Dedağaç’taki ve bölgede çocukların geleceğinin
bir önemi yok mudur? Bu konuda o ve onun gibi diğer aktivistler, küreselciler, balina
koruyucuları ve diğerleri neden herhangi bir açıklama yapmamaktadır?
Türkiye’nin
bölgede belirleyici bir güç olmasına karşı olarak, farklı güç merkezleri
tarafından sürekli hamleler yapılmakta olduğu bir gerçektir. Bu hamleleri, dolar
üzerinden yapılan ekonomik ablukadan İHA’lara kamera malzemesi verilmemesine kadar
uzanan geniş bir alanda görmek gerekmektedir. Bütün bunlar olurken, uluslararası
arenada Türkiye’nin yalnızlaştırılmasını organize edenlerin, etmek isteyenlerin
derdi, güçlü Türkiye’nin artık denklem dışında kalmadığı, bırakılamadığı
gerçeğinden kaynaklanmaktadır. 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü esnasında
Yunanistan’a kaçan hainlerin hâlâ iade edilmemiş olması, güneydoğuda farklı
terör gruplarının dış güçler tarafından desteklenerek organize edilmesi elbette
sebepsiz değildir. Tüm bunlar olurken Türkiye’de birilerinin (iktidara karşı
olmak anlamında) ısrarla suni gündem oluşturma gayretleri dikkat
çekicidir.
Bütün
bu gelişmeleri ve özellikle suni gündem gayretlerini, bir Çin atasözünü akılda
tutarak ve ona göre hareket ederek takip etmek gerektiği çok açıktır: “Bir
parmak ayı gösterdiğinde, akıllılar aya, aptallar ise parmağa bakar.”
Modern
dönemde savaşların, şirketleştirilmiş ordular (vesayet
savaşları), siber saldırılar ve millî ordularla birlikte yapıldığı ve komprodorluğun handiyse meslek hâline
geldiği gerçeğini gözden uzak tutmadan, aya bakmak lâzım!
[i] “Zamanın, dönemin azizi, saygın insanıydık. Bizi,
düşman(lar), zelil (rezil ve perişan) hale düşürdü./ Dert ve belâ bağıyla esir
ederek bizi sefil hale düşürdü./ Günlerce haksız yere hapse atarak (bizi),/
Zulüm, eziyet, ümitsizlik içinde hasta etti.”