Aya bakmak

Özellikle Karadeniz ve Akdeniz üzerinden yapılacak her eylem, doğal olarak Türkiye ile ilgilidir. Kaldı ki Türkiye, ABD’nin Rusya’ya karşı “caydırıcı bir güç olarak” kurduğu 6 bin 400 askerî personelden oluşan ve “NATO‘nun mızrak ucu” olarak nitelendirilen Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti’nin (VJTF) komutasını Polonya’dan devralmış bir ülkedir.

“RUMELİ’de eski bir gramofon çalar/ Sen Hicaz Faslı’nda bekleyip durursun/ Kurtlar sofrasında bir dilim soğan ve tuz/ Ve geçmişin mumları yanar Bizans kiliselerinde/ Sonra bir ezan sesi Kosova ovasından/ Kovulmuş rüzgârlar getirir/ Gelen atın üstünde o muydu yoksa? Yoksa/ Ihlamur ağaçlarına konan kuşlar mıydı?/ Ağır aksak bir tanbur taksimiyle Vardar  sularında/ Yahya Kemal dizeleri akıntıya kapılır/ Bit pazarında fesime püskül bulurum/ Saatime köstek yokmuş diyor kunduracı Silo/ Bir zamanlar… Ah bir zamanlar… Bu yerlerde/ Taşın dibinden gül biterdi/ Ölüye ağıt/geline türkü yakılırdı/ Şimdi…/ Rumeli’de yorgun bir gramofon çalar/ Sen Hicaz Faslı’nda bekleyip durursun...”

“Adalet ve İstimalet” devletinin kaybedilmiş topraklarını gezerken, okurken, anlatırken, adres sormayan bir kurşun gibi gelir vurur sizi Ethem Baymak’ın “Yorgun Gramofon”unun dizeleri… Oysa siz Hicaz faslından Eviçe, Acem Aşîrana, Nihavende, Segâha doğru kaçmak istersiniz, ama nafile! Tam bu kaçış ânında Raci Efendi’nin, “Aziz-i vakt idik a’dâ zelil kıldı bizi,/ Esir-i bend-i belâ vü sefil kıldı bizi;/ Bi-gayri hakkın atıp habse bir nice eyyâm,/ Mudîk-i ye’s ü sitemde alîl kıldı bizi”[i] diye yazdığı mısraları eritilmiş bir kurşun gibi boşalır yüreğinizin üstüne…

Bir zamanlar her türlü ihtişam ile devletin bütün imkânlarının seferber edildiği topraklarda, şimdilerde yâd ellerin fütûrsuzca at koşturuyor olması kanınıza dokunur. Sessizce saldırırsınız tarihe, coğrafyaya… Nedenleri, niçinleri sorgular durursunuz. İçinizde patlayan sessiz çığlıkların eşliğinde…

İşte bu gönül coğrafyamızın içinde yer alan mekânlardan biridir Dedeağaç…

Dedeağaç’ın hikâyesi

Dedeağaç, 1354-1355 yılından (93 Harbi sonrası kısa bir süreyi saymazsak) 1913 yılına kadar Osmanlı toprağı olma özelliğini yaşamış yer… Kabrini ve tekkesini, 1715 yılında Mora Seferi sırasında Sultan Üçüncü Ahmet’in ziyaret ettiği Nefes Baba’yla onurlanmış asırlar boyu. İsmini orada yaşayan bir evliyanın, tekkesinde bulunan asırlık bir meşe ağacının altında oturmayı âdet edinmiş olmasından aldığı söylenir. Bir rivayet, o evliyanın Nefes Baba olduğu yönündedir. Bir başka rivayet ise, burada bulunan asırlık bir meşe ağacının altında bir dervişin mezarının bulunduğu ve ismini buradan aldığı şeklindedir. Bazıları da sahilinde çok yaşlı meşe ağaçları bulunduğundan bu ismi aldığını söyler.

1870’lere kadar küçük bir balıkçı köyüdür Dedeağaç, 1870’lerin ortasında Ferecik’e bağlı bir nahiye merkezi olur. 1293/1876 tarihli Edirne Salnamesi’nde nahiye merkezi olduğu ve limanının adının da “Ferecik Limanı” olduğu yazılıdır. 1876 yılında nahiyelikten çıkarılıp Dimetoka sancağına bağlı bir kaza merkezi hâline getirilir Dedeağaç. Rumeli demiryollarının yapımı ile ayrı bir önem kazanır ve çok kısa sürede gelişir. Bir yıl sonra, 1877 yılında büyük gelişme kaydeden Dedeağaç’ın gelişmesi, 1878 yılında Ruslar tarafından işgal edilince durur. 6 Şubat 1878 tarihinde başlayan Rus işgali, her türlü yağma ile birlikte, Osmanlı Rumeli Demiryollarına ait bin 130 vagon ile 56 lokomotif ve 50 millik demiryolu raylarının (Sofya-Plevne arasında kullanılmak üzere) Ruslar tarafından çalınmasıyla 1879 yılının Şubat ayında sona erer.

Bundan sonrasında Dedeağaç için yine güzel günler başlar, çünkü Osmanlı Devleti için, lojistik açıdan, Rumeli demiryollarının (İstanbul-Selânik) stratejik bir merkezidir. O nedenle 1884 yılında sancak merkezi yapılır. 1884 yılında nüfusu 81 bin 817’dir Dedeağaç’ın.

Dedeağaç bir liman şehri olarak gelişiminin zirvesindeyken Balkan Harbi yaşanır. Balkan Harbi, Dedeağaç’ın bizimle yollarımızı ayırır. Dedeağaç, 1913 yılından 1919’a kadar Bulgarlara bırakılır, ardından Birinci Dünya Harbi galipleri (İtilaf Devletleri) ile mağlûp Bulgaristan arasında 27 Kasım 1919 tarihinde imzalanan Neuilly Antlaşması ile Bulgaristan’dan alınıp öncelikle devletsiz bölge ilân edilir. Ardından İtilaf Devletleri marifetiyle Yunanistan’a işgal ettirilir ve (Türk azınlığının özerklik haklarını devam ettirmesi şartıyla) Yunanistan’a bırakılır.

Bu yazının konusu Dedeağaç’ın tarihi değil elbette. Bu yazının konusu, ABD’nin, Türkiye sınırına 30 kilometre mesafede yer alan bu şehirde son 2-3 yıldır “tatbikat” adı altında yaptıklarıdır. Dedeağaç’ta neler oluyor gerçekten? ABD’nin Dedeağaç’taki askerî yapılanmasının temel gaye ve hedefleri nelerdir? ABD’nin plânlarının genellikle uzun vadeli olduğu düşünülürse, yakın ve uzak gelecekte Dedeağaç merkezli ne/ler yapılacaktır? Gelin, konuya ilgili kısa bir yolculuk yapalım…


ABD’nin Dedeağaç’taki yapılanması hangi amaçlara matuf?

Bu yolculukta önce, işin başlangıcına doğru, 5 Ekim 2019’a uzanalım ve oradan devam edelim.

5 Ekim 2019 tarihinde, ABD ile Yunanistan arasında, 1990 yılında imzalanmış olan Karşılıklı Savunma ve İşbirliği Antlaşması’na ek bir protokol imzalanır. Ek Protokol, 1990 yılında imzalanmış olan antlaşmanın güncellenmesi ve geliştirilmesini içermektedir. Bu kapsamda, ABD’nin Yunanistan’da bulunan Selânik ve Kavala üslerinin yanında, Girit adasındaki Souda Askerî Üssü’nün modernize edilmesi, Larissa Havalimanı’nın yenilenmesi, Stefanovikeio (Valos ve Larissa arasında) Hava Üssü’nün tahkim edilmesi ile (ilk defa) Dedeağaç Limanı’nın genişletilmesi ve modernize edilmesi gündeme gelir ve bu konuyla ilgili çalışmalar başlar. Bu, aynı zamanda Dedeağaç’ta bir ABD üssü kurulması fikrinin de saklı başlangıcıdır.

Gelişmelerin içine eski CIA Başkanı ve dönemin ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun 20 Mart 2019’da İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Yönetimi liderleriyle Kudüs’te buluşmasını, (Kuzey) Makedonya’nın NATO üyeliğinin önündeki engelin kaldırılmış olmasını ve 2018 yılında gerçekleşen Selânik Fuarı’na ABD’nin onur konuğu olarak davet edilmesini, ABD’nin 2020 Eylül’ünde Yunanistan ile ortak tatbikat yapmasını katmak gerekir.

Gelişmeler bu kadarla sınırlı değil elbette. Ayrıca, ABD’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimini silahlandırmasını, ABD’nin Yunanistan Özel Kuvvetlerine 9 milyon dolar değerinde askerî yardım yapmış olmasını, ABD’nin Yunanistan’a 9 adet AH-64D Apache saldırı helikopteri, 50 adet OH-58D saldırı helikopteri, 350 adet M-2A2 zırhlı personel taşıyıcı paletli tank, 60 adet MLRS paletli roketatar, 120 adet M-109A5 paletli Obüs tipi tank, M-119 kısa menzilli top, HEMTT mühimmat taşıyıcı araç ve MRAP zırhlı personel taşıyıcı araçtan oluşan bir hibe programı yapacağını (gizlice) duyurmasını ve ABD’nin Mısır, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İtalya ve Ürdün’ün bulunduğu Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na katılmasını da unutmamak gerekir.

Unutulmaması gereken bir diğer gelişme de, dost ve müttefikimiz ABD’nin sadece düşmanları için uyguladığı CAATSA yaptırımlarını Türkiye’ye de uygulamış olmasıdır.

Bütün bunların ardından NATO, 2020 yılında üstelik Yunanistan’ın katılmadığı Defender Europe 20’ Tatbikatı’nda Dedeağaç’ı lojistik merkez yapmıştır.

İşte 2020 Temmuz’unda Dedeağaç’ta bir ABD üssü kurulması, böyle gelişmelerin eşliğinde hazırlanmış kanlı bir yemeğe benzer!

Bu gelişmelerin de ardından, ABD tarafından NATO’nun Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Estonya, Almanya, Macaristan, Kosova, Karadağ, Kuzey Makedonya, Polonya, Romanya ve Slovenya’da yapacağı Defender Europe 21’ Tatbikatı için bin 800’den fazla zırhlı araç, yüz on adedi Black Hawk, on adedi Chinook ve yirmi beş adedi Apache tipi saldırı helikopteri olmak üzere 145 helikopter nakli ve yirmi binden fazla asker intikâli gerçekleştirilmiştir.

ABD tarafından bu antlaşma ve gelişmeler doğrultusunda yapılanların Türkiye’ye rağmen Türkiye’ye karşı bir hamle olmadığı söylenmiş olsa da farklı birçok boyutu ve nedeni olduğu çok açıktır. Öyleyse ABD’nin Dedeağaç’taki bu yapılanmasının nedenleri nelerdir?

ABD’nin Dedeağaç’ta askerî üs kurması, uluslararası hukuka aykırı bir durumdur. Geçmişte Saddam Hüseyin’in kimyasal silahları olduğu bahanesiyle Irak’a giren güç, bugün olmayan bir askerî tehdit vasıtasıyla yanı başımıza konuşlanmaktadır.   

Dedeağaç’taki yapılanmanın nedenleri

ABD’nin Dedeağaç’taki bu yapılanmasının bir nedeni olarak, ABD’nin -bölgede ve dünya çapında- Rusya’ya karşı ekonomik ve askerî rekabette güçlü olma isteğinin olduğu düşünülebilir. Bu çerçevede ABD’nin, Rusya’nın Almanya ile imzaladığı Kuzey Akım-2 projesine alternatif olarak ortak olduğu Doğu Akdeniz Gaz Forumu vasıtasıyla Doğu Akdeniz’de doğal gaz çıkarmak ve bu doğal gazı Yunanistan üzerinden Avrupa’ya intikâl ettirerek pazardan pay alma düşüncesi olduğu da bilinmektedir. Yine bu çerçevede, ABD’nin dilediğince giremediği ve muhtemelen bu nedenle geçmişte Ukrayna’ya Kırım’ı kaybettirdiği Karadeniz’de askerî bir güç olmak isteği de önemli bir faktör olarak değerlendirilebilir.

ABD’nin Dedeağaç’taki bu yapılanmasının bir diğer nedeni olarak da Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Libya ile Münhasır Ekonomik Bölge başlıklı deniz alanları antlaşması ve işbirliği yapması ile KKTC çevresi olan bölgede doğal kaynak arama faaliyetlerinden duyduğu rahatsızlık da ifade edilebilir. ABD’nin Dedeağaç’taki bu yapılanmasının bir diğer nedeni olarak da Yunanistan’ın AB tarafından isteklerinin karşılanmaması üzerine ABD’ye yakınlaşma ihtiyacı duyması da varsayılabilir.

Çok dillendirilmese de, ABD’nin Dedeağaç’taki bu yapılanmasının bir diğer nedeni olarak, Türkiye’nin kuşatma altına alınması ve Türkiye ile Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığı arasında fiilî bir tampon bölge oluşturulması da düşünülebilir.

Bu nedenlerin hemen hemen hiçbirinde Türkiye’nin denklem dışında tutulması mümkün değildir. Hâl böyleyken Türkiye, denklem dışında tutulmak istenen ve aleyhinde gelişmeler yaşanan ülke durumuna doğru itilmektedir. Özellikle Karadeniz ve Akdeniz üzerinden yapılacak her eylem, doğal olarak Türkiye ile ilgilidir. Kaldı ki Türkiye, ABD’nin Rusya’ya karşı “caydırıcı bir güç olarak” kurduğu 6 bin 400 askerî personelden oluşan ve “NATO‘nun mızrak ucu” olarak nitelendirilen Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti’nin (VJTF) komutasını Polonya’dan devralmış bir ülkedir.

Ayrıca, Dedeağaç’ın, ABD’nin Yunanistan’daki diğer ABD üslerinden farklı bir konumu ve doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren farklı bir uluslararası konumu ve durumu vardır. Çünkü Dedeağaç, 1913 ve 1914 yıllarında, Doğu Ege adalarının silahsızlandırılmasına ilişkin düzenlemeler ile Lozan Anlaşması’nın 12 ve 15’inci maddesinde yer alan benzer düzenlemelerin kapsamında olan bir bölgedir. Ayrıca Dedeağaç, Lozan Anlaşması’nın 13’üncü maddesinde, “Barışın korunmasını sağlamak amacı ile Yunan Hükûmeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkâm kurmayacak, Yunan savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasak olacak, söz konusu adalarda Yunan Silahlı Kuvvetleri, silah altına alınıp yerinde eğitilebilecek olan normal askerî birlikle ve tüm Yunanistan topraklarındaki jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak, bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacaktır” şeklinde yazılı hükmüne tâbi olan bir bölgedir.

Bütün bunlar ortaya konulduğunda, ABD’nin Dedeağaç’ta askerî üs kurması, uluslararası hukuka aykırı bir durumdur. Geçmişte Saddam Hüseyin’in kimyasal silahları olduğu bahanesiyle Irak’a giren güç, bugün olmayan bir askerî tehdit vasıtasıyla yanı başımıza konuşlanmaktadır.  

Ne yazık ki, bu gayr-i hukukî duruma Dedeağaç’ta bir avuç insandan başka kimse ses çıkarmamaktadır. Oysa bu konu uluslararası alanda dile getirilmeli ve ABD’nin Dedeağaç’ta üs kurmasına ve askerî faaliyet göstermesine karşı çıkılmalıdır. Küresel ısınmayla ilgili olarak BM kürsüsünden konuş(turul)an ve dünya liderlerine “Benim çocukluğumu çaldınız” diye seslenerek sözüm ona ders veren İsveçli Greta Thunberg kızımız nerelerdedir? Dedağaç’taki ve bölgede çocukların geleceğinin bir önemi yok mudur? Bu konuda o ve onun gibi diğer aktivistler, küreselciler, balina koruyucuları ve diğerleri neden herhangi bir açıklama yapmamaktadır?

Türkiye’nin bölgede belirleyici bir güç olmasına karşı olarak, farklı güç merkezleri tarafından sürekli hamleler yapılmakta olduğu bir gerçektir. Bu hamleleri, dolar üzerinden yapılan ekonomik ablukadan İHA’lara kamera malzemesi verilmemesine kadar uzanan geniş bir alanda görmek gerekmektedir. Bütün bunlar olurken, uluslararası arenada Türkiye’nin yalnızlaştırılmasını organize edenlerin, etmek isteyenlerin derdi, güçlü Türkiye’nin artık denklem dışında kalmadığı, bırakılamadığı gerçeğinden kaynaklanmaktadır. 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü esnasında Yunanistan’a kaçan hainlerin hâlâ iade edilmemiş olması, güneydoğuda farklı terör gruplarının dış güçler tarafından desteklenerek organize edilmesi elbette sebepsiz değildir. Tüm bunlar olurken Türkiye’de birilerinin (iktidara karşı olmak anlamında) ısrarla suni gündem oluşturma gayretleri dikkat çekicidir. 

Bütün bu gelişmeleri ve özellikle suni gündem gayretlerini, bir Çin atasözünü akılda tutarak ve ona göre hareket ederek takip etmek gerektiği çok açıktır: “Bir parmak ayı gösterdiğinde, akıllılar aya, aptallar ise parmağa bakar.”

Modern dönemde savaşların, şirketleştirilmiş ordular (vesayet savaşları), siber saldırılar ve millî ordularla birlikte yapıldığı ve komprodorluğun handiyse meslek hâline geldiği gerçeğini gözden uzak tutmadan, aya bakmak lâzım!

 


[i] “Zamanın, dönemin azizi, saygın insanıydık. Bizi, düşman(lar), zelil (rezil ve perişan) hale düşürdü./ Dert ve belâ bağıyla esir ederek bizi sefil hale düşürdü./ Günlerce haksız yere hapse atarak (bizi),/ Zulüm, eziyet, ümitsizlik içinde hasta etti.”