“Ay yüzlü çocukların mehtabına el konulmadan”

İşte bu gençlikten olmak, bu gençliği var etmek ve bu gençliği yetiştirmek adına yola çıkıyorum emin adım ve dualarla. “Uyanmalıyız” diyorum, “Artık uyanmalı!”. Uyanmalı ve Âsım’ın neslinden olmalı!

KİM bilir kaç yıldır uyuyoruz mışıl mışıl uyuması gereken çocukların yerine? Ne vakitten bu yana kapıyoruz gözlerimizi zulmü görünce?

Haykırasım geliyor “Açın gözlerinizi artık!” diyerek Filistinli çocuğun yerine. Tutup da ellerinden, parmak uçlarını öpe öpe anamın dizine sarılıveriyorum yaşlı gözlerimle.

Allah’a dualar ediyorum katliamın ortasında kalmış Srebrenitsalı bir çocuk olarak. Rabden birkaç damla su diliyorum Afrikalı bir çocuk olup. Ve soruyorum sizlere hiddetle: “O pek övündüğünüz insanlığınız nerede?”

Ne olacak bu insanlığın hâli? Kalmış mı ki içimizde dün yediğimiz ekmeğin ufak bir kırıntısı kadar insanlık? Kalmış mı ki özümüzde ecdattaki fedakârlık? Düşünüyorum bir genç olarak, nedir bu ecdadın beklediği benden? Nasıl olmalı, ne yapmalı, hele böyle vurdumduymazlığa bulaşmış, böyle körleşmiş bir hâle varmışken, nasıl ses olmalı mazlum coğrafyaya, nasıl açmalı körkütük bağlanmış gözleri?

Bir oraya, bir buraya koşuşturuyorum. Arayıp tarıyor, soruşturuyorum. Nasıl olmalıdır bu gençlik? Peki, bu gençliği var edecek olan ben, nasıl olmalıyım? Nasıl engellemeliyim bu zulmü, nasıl yol almalıyım, nasıl bir yol çizmeliyim kendime?

Okuyorum tarih kitaplarında Osmanlı’nın ne denli yardımsever bir ülke olduğunu, bu topraklarda yaşayan insanların din, dil, ırk ayrımı yaşamaksızın rahatlıkla geçinebildiklerini. Sonrasında ise dönüp bakıyorum şimdiki hâlimize. Birbirimizi nasıl da ötekileştiriyor olduğumuzu, yardımdan kaçar olmaya başladığımızı görüyorum. El uzatmıyoruz artık düşmüşe. Susayana bir bardak suyu, aça bir lokma aşı fazla görüyor olduğumuzu daha net idrak ediyorum.

Bu sorularla dertleniyorken, karşıma usta şair Mehmed Âkif Ersoy’un kaleminden süzülen şu dizeler çıkıyor: “‘Âsım’ın nesli’ diyordum ya, nesilmiş gerçek/ İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek!”

Bu dizeler için şöyle diyor Asım Yapıcı: “Burada ‘Âsım’ın nesli’ derken, iman, irfan, fazilet ve bilgi ile donanmış, karakterli, ahlâklı, kişilikli, vatanına, milletine ve dinine sahip çıkan, dahası bunları yüceltmek için tüm imkânları seferber eden bir gençlikten bahsediliyor.”

İşte bu gençlikten olmak, bu gençliği var etmek ve bu gençliği yetiştirmek adına yola çıkıyorum emin adım ve dualarla. “Uyanmalıyız” diyorum, “Artık uyanmalı!”. Uyanmalı ve Âsım’ın neslinden olmalı!

Kendimizi geliştirmeli, “Doğu da, Batı da Allah’ındır” düsturuyla Doğu’nun da, Batı’nın da ilmini, bilimini öğrenmeli, öğretmeli, yaşananların bilincine varmalı, gezmeli, görmeli, yazmalıyız. Doğruyu, hakkı, ilmi, zulmü, acıyı, zalimi yazmalı, insanların gözlerindeki o kara bağı çekip atmalı, bilinç kazanmalı ve ardından karşımızdakini bilinçlendirmeliyiz. Ve tüm bunların ötesinde, bilinçlendikçe daha da bilinçli, ahlâklı ve güzel nesiller yetiştirmeli, iyiliğe ve birlikteliğe kucak açmalıyız. Bu, kutlu ecdadın bize vasiyetidir.

“Geç kaldım/ Bölüşüldü gökler/ Talan edildi güneş/ El konuldu ay yüzlü çocukların mehtabına/ Yıldızlar sökülüp alındı gecelerimizden” diyor Ferman Karaçam “Kor Ayaklar” şiirinde. Bizler ise daha da geç kalmadan, gökler bölüşülmeden, güneş talan edilmeden, ay yüzlü çocukların mehtabına el konulmadan, yıldızlar sökülüp alınmadan gecelerimizden kendimize gelmeli, özümüze dönmeli ve uyanmalıyız artık!