
YAŞAMI tek kelime üzerinden yorumluyor olsaydınız, sizin kelimeniz ne olurdu? Bazılarının “Koca hayat bir kelimenin içine sığar mı hiç?” diyeceğini, bazılarının ise “Hayat katman katman, her katmanına bir kelime icap eder” şeklinde cevap vereceğini düşünüyorum. Ama her insanın bir “dart tahtası” ve o tahtada hedeflerine nişan aldığı okları vardır.
Kimi “kariyer” der hayat için, kimi “para”. Kimi “aşk” koyar yaşamın adını, kimi “hırs”. İyilik yaparak bir kalbe dokunmayı, bir sırtı sıvazlamayı günün kârı sayar ya da hiç umursamaz şafağı da, gün batımını da. Ahir zamanın en mühim kabulü hâline gelen “güzellik” kavramının işgaliyle beğenilme arzusu çoğu kişinin ruhuna kâfi gelir. Bunlar elbette tahmin ve gözlemlere dayalı varsayımlardan ibaret çıkarımlar. Bir başka insandan emin olamasak da kendi hayat kelimemizi bildiğimizden eminizdir.
Hangi tercih üzerinden hayata yoğunlaşmış olursa olsun, insanoğlunun ortak paydası, zayıf ve yetersiz kaldığı durumların varlığının bu hayatın değişmez bir kaidesi olduğu gerçeğidir. Kendisine lütfedilen, aklî melekelerinden doğan kabiliyetleri sayesinde yeryüzünde devasa iş ve buluşların mimarı olan insan, buna rağmen üzülür, kırılır, yetersiz kaldığı birçok durumun da faili olur.
Kadim medeniyetler kurup toprakları imar ve iskân eden, uzaya çıkan, icat ettiği aletlerle dünyayı bir bakışa sığdıracak kadar küçülten insan ihtiyaçlı, zayıf ve kırılgan yaratılışının tenhalarında zaman zaman kaybolur. Bu kayboluşların dönüşü hiç olmadığı gibi, muhtaç olduğu ihtiyacını doğru tespit ettiğinde ise kendini onaracak, yaşamın savuruşlarında sarsılmayacaktır. “İhtiyaç” diye nitelendirdiğimiz durum, bağımsız ve başıboş olmadığını kabullenme, hatta bu kabule râm olma yolundan geçecektir. Bu merhalenin en kavi talimi ise kulluğun tescillendiği “dua” makamıdır.
Semavî ve dogmatik dinlerin hepsinde dua, insanın en çok müracaat ettiği sığınma ve teslim olma yöntemi olmuştur. İnancının gerektirdiği ibadetlere zaman ayırmasa da dua etme ritüelini daima hayatında tatbik etmiştir. Çünkü insan ne kadar aciz olduğunu duaya muhtaç olduğu durumlarda kabul etmiş, bîçareliğinin farkına ancak böylesi hâllerde varmıştır. Diğer türlü ayağı tökezlemese, düzeni hafif yerinden oynamasa, kibrinin heybetinden, “ben”liğinin dehşetinden kendi dahi ürker olurdu. Hayattaki ufak sarsıntılar, göğüsleri daraltan sıkıntılar onu kudret kapısına sürükleyerek varlığının yetersizliğini, kabiliyetlerinin miktarını hatırlatır bir nevi. Ve tüm evrenin Bir Sahibi’nin olduğu kabulü üzerinden had bilme kıvamına doğru yol aldırır.
Dua insanın en kavi zırhı olduğu gibi, hudutlarını da bilme eylemidir özünde. Dua, içinde köpüren benlik çağlayanının önüne bent vurarak kendine akacak bir yol bulmaktır. Teslim oluş, kabul ediştir dua. Cüz’î olan iradî ve de fiilî varlığının Küllî Olan karşısındaki kifayetsizliğinin kabulüdür. Avuçlarının içine fısıldanan cümleler yetersiz kalma, üstesinden gelememe, içindeki hâle gerek aklî, gerek fizikî gücünün yetmediğinin itirafıdır.
“Dünya dua üzerine döner” der büyükler. Dua ile kuvvet bulur, dua ile felaha ve huzura ulaşırız. Dua aslında bir tanışma hikâyesidir. Keşfetme yolculuğunun en kazançlı hâli... Rabbini buldukça bir seyyah gibi kendi diyarlarını aramanın yolu… Dua, Rabbi bulmayla ve bilmeyle ilişkili bir sığınış olduğu kadar, Rabbini zihninde tasavvur ettiğin kudret ölçüsünce de dile gelen bir hâldir. Büyük yakarışları olanların Allah’a olan güvenleriyle O’na olan teslimiyetleri de aynı paralelliktedir elbette. Her lisanın, her yüreğin bir yarası, o yaranın da bir merhemi vardır elbette. Yara, deva bulmak için “kul” olanı Yar’a diz çöktürür, boyun büktürür huzurda.
Toplum olarak duayı günlük dilimize yerleştirmiş, yapılan her iyiliğe hemen duayla icabet eden bir öğretinin vârisleriyiz. Özellikle Anadolu’nun kadim geleneklerinde dua, konuşma dilinin bir parçası, insanın hiçbir ânının Rabbinden gafil geçirmediğinin sahih bir nişanesi gibidir. Gün dua ile başlar ve dua ile sonlandırılır. Annelerin evlatlarına ettiği dualar bugünü, yarını, dünyası, ahireti gibi her durumuna bir teminat oluşturmak gayretidir. Asırlarca çileyle, mücadeleyle, direniş ve tevekülle harman edilmiş bu irfan ehli yurdun ari dillerinden dökülmüş dualara beraber “Âmin” diyelim.
Anadolu’da analar evlatlarına ve tabiî ki etrafında bulunanlara genellikle dua dilinden konuşur. İslâm’ın anne babaya verdiği kıymeti bilir ve kendisine lütfedilen bu haktan istifade etmenin en ulvi yöntemine sığınır. Her anne-baba, çocuklarının dünya hayatını bolluk ve bereket içinde geçirmesini dilediği gibi bir ömür boyu da gayret eder. Fiilî uğraşın yanı sıra dualarında da “Daş ata, altun tutasın oğul” (Taş atıp altın tutun) veya “Rabbi Teâlâ gökten yağdırsın, siz yerde yiyin inşallah” niyazı, Hakk’ın sınırsız hazinesinden sağanak sağanak istemenin ne güzel kurgulanmış, nice izahların yapılabileceği bir isteme şeklidir.
Anadolu’da kul, Rabbine tam tevekkül hâlindedir. Yazılı kaynaklara günümüzdeki ölçüde ulaşılamadığı yahut ulaşılsa dahi okuma imkânının olmadığı dönemlerde sözlü kaynaklardan beslenen halk, menkıbeler, kıssalar ve Siyer-i Nebî’den dinlediklerini dualarının içine katarak yardım dilemiştir. Her ne işi olursa olsun, onun kolaylıkla hâllolabilmesi için “Rabbi Teâlâ önüz sıra, Hızır Aleyhisselâm yanız sıra olsun” dediğinde öyle emindir ki Mevlâ’ya teslim edilen işin selâmet olacağından.
Yaşlılık zor zanaat, güçten kuvvetten düşünce hükmün kudreti de aynı oranda azalıyormuş. Bir bardak su, bir tas çorba, herhangi bir müşkülünün giderilmesi, dua kapısını aralayacak ne güzel imkânlar. “Cennet taamı olsun, önüne gelsin” veya “Fadime Anamıza komşu olasın” duaları işte bu yardım karşılığında ahiret yatırımına sunulan ne büyük katkı, ne yüklü bir ikram.
Evlenmek, dinini tamamlamaktır. Aile birliği, toplumun devamlılığını ve de kavi kalmasını sağlayan en mühim müessese. Bunun için evliliklerin uzun ömürlü olması istendiği kadar desteklenir de. “Bir nikâhla kocayasınız” duası kadar, “Ak gün görüp ak saç, ak sakal tarayın inşallah” duası da ömrün bereketine ve yuvanın saadetine yapılan kalbî yatırımdır. O yuvada dünyaya gelecek yavruların daha beşiğinin ipi tutulduğunda başlayan, büyük annelerin yorgun sinelerine baş koyarak işittiği “Analı kız, kınalı gelin olasın” ve “Bileğin tunç, adımın murat üstüne olsun” duaları, o küçük kulaklardan sızan, insanın kendini bir ömür emniyette hissedeceği bir yatırım gibidir.
İnsanın temel ihtiyaçlarından biridir kendini bir duanın içinde duymak ve hissetmek. Hele bir de böylesi duaların… Hızır’ın yoldaş edilip Fatıma Annemize (ra) komşu olmanın temennilerinin muhatabı olmak… Bir yol sürmeli Anadolu’ya. Bir bardak su verip bir anaya, hâl hatır sorup ak sakallı dedeye, yıllarca zikri kuşanmış lisanların dualarına karışmak lâzım. Bir gün batımında terini silip bir ananın ömrün bereketi için saçlarından sakalına kadar bir niyazın içine yerleşmek lâzım.
Seherde uyanıp kurdun kuşun tespihinin hürmetine Rabbin sınırsız hazinesinden dilenmek lâzım. Dua etmek her solukta, bir duada yer almak için dua gibi yaşamak lâzım.