Avrupa’nın kararsızlığı: Mülteciler mi daha tehlikeli, Covid-19 mu?

Ölümden kaçan kim? Mülteciler mi, Avrupalılar mı? Meselâ Almanya’da halkın Covid-19’dan dolayı paniğe kapıldığı, korku ve endişe içinde olduğu, tokalaşmak bir yana, evlerine kapandıkları ve marketleri yağmalarcasına stok yaptıkları haberlere yansıyor. Ölmemek için savaştan kaçıp gelen göçmenlerden korkup, onları sınırlarında ve denizlerde öldürüyorlar. Bir yandan da ölmemek için küresel bir salgına sebep olan virüsten korkarak evlerine kaçıyorlar.

HEM göçmen krizi, hem de Covid-19 salgını tüm dünyada devletlerin sınır ve seyahat güvenliğinin yanı sıra ticâret ve turizm gibi konularda radikal değişikliklerin yaşanacağının işaretlerini veriyor.

Meselâ Türkiye-Irak sınırında ticaretin devam edebilmesi için tampon bölgede tırların sterilize edilerek römork ya da şoför değiştirmesi uygulaması başlatılacağı söyleniyor. Diğer yandan Türkmenistan sınırlarını kapatmış, ülkelerine dönmek için Türkmenistan’dan çıkmak isteyen yabancı şoförler de ülkede mahsur kalmış.

Küresel organizasyonlar olan IMF ve Dünya Bankası, Washington’daki geleneksel bahar buluşmalarını “sanal bir format” ile yapacaklarını açıkladı.

Almanya İçişleri Bakanı, basına açık bir toplantıda Başbakan Merkel’in elini sıkmayarak toplumdaki endişenin boyutlarını ortaya koymuş oldu.

Enfekte olma ve ölüm oranının da yaşlılarda çok yüksek olduğu biliniyor. Yaşlı bireylerin çok etkilendiği bir virüs olan Covid-19 ile nüfusunun dörtte üçü yaşlı olan Kıta Avrupası’nın kitlesel ölümlerle karşı karşıya kalma ihtimâli var.

İtalya’da karantinaya alınan şehirler var. Havayolu şirketleri sefer iptali yapıyor ve bugün sosyal medyada yer alan bir paylaşıma göre İtalyan bir basın mensubu, canlı yayın konuğunu kendisine 1 metreden daha çok yaklaşmaması için uyarıyor.

İran’da Ruhani bugün açıklama yaptı: “Tüm şehirlerimizde Coronavirüs vakası var!”

İran’da bazı bakanlara ve önemli sayıda milletvekiline bile virüs bulaşmış durumda. Aslında başta Türkiye, İran’ı uyarmış ve “Kum kentini karantinaya alın” demişti. Ama dinlemediler. Şimdi ise yardım ve bilgi alışverişi için gelmek istediklerini bildirmişler.

Tabiî cevap, “Skype üzerinden görüşelim, gelmenize gerek yok” şeklinde olmuş.

***

Türkiye’de Sağlık Bakanımız, uzun uzun alınan tedbirleri açıkladı ve yurtdışından gelen tüm vatandaşlarımızın kendilerini evlerinde gönüllü karantinaya almaları ve maskesiz dışarıya çıkmamaları konusunda uyardı. Ülkemizde henüz Coronavirüs vakası olmadığını ama her ülke gibi tehdit altında bulunduğumuzu, tedbirler konusunda kamuoyunun hassasiyeti ve işbirliğinin önemini anlattı.

Amerika’da hızla ölümler artıyor ve hükûmet, tedbirlerini arttırmaya çalıyor. Çin’i konuşan bile kalmadı; çünkü artık tüm dünyaya yayılmış durumda virüs. Tecrit edilen, uçuşa kapatılan ülkeler var.   

Diğer yandan İdlib krizi sonrası bölgeye harekât başlatan Türkiye, 40’a yakın evlâdını şehit vermesinin ardından göçmenler için kapıları açtı ve Avrupa yönünde açık kapı uygulamaya başladı. Artık göç baskısını tek başına taşıyamayacağını belirterek tüm dünyanın bu yükü paylaşması gerektiğini vurguladı.

Bunun üzerine ilk saatlerden itibaren Avrupa kapısına yığılan yüz binlerce mültecinin varlığı, Avrupa’nın insanlık, insan hakları, ortak güvenlik, müttefiklik gibi tüm değerlerinin ve iddialarının anlamsızlaştığı bir durumu kendi kendilerine utanç ve acziyet içinde itiraf ettikleri bir manzara ortaya çıkardı.

Yunan sınır polisi ve askeri, hedef gözetmeksizin ateş ediyor ve çocuk, genç, kadın, erkek, yaşlı ayırmaksızın ölümle tehdit ediyor. Şaka değil, gerçek!

Yunan polisi, göçmenlerin parasını ve telefon gibi değerli eşyalarını gasp ediyor, dövüp hakaret ederek, şiddet uygulayarak işkence ediyor, bazı göçmenlerin bu soğukta tüm elbiselerini alarak “Geri gidin!” deyip kovalıyor.

Suriye’de çoluk çocukla yollara düşen, çadır bile bulamayan, Esed’den kaçan göçmenler bir yanda, Avrupa’ya geçmeye çalışanlar bir yanda… Tam bir insanlık krizi ile karşı karşıyayız!

***

Suriye’de, Rusya ve İran destekli olan Esed rejimine karşı operasyon başlatan Türkiye, modern silahları olan Fırtına, Bora, Kargu, Hisar, Anka, Baykar gibi SİHA ve İHA teknolojisi ile yeni bir muharebe tarzı, savaş stratejisi ve doktrini ortaya koyarak dünya gündemine girdi.

Türkiye, bir yandan teröre karşı, bir yandan sınır boyunca örtülü savaş ile mücadele verirken, diğer yandan da mülteci krizi ve göçmen baskısına karşı mücadele veriyor. Ayrıca dünyanın çözüm aradığı Coronavirüs gibi sağlık alanında tedbir alırken, ekonomisini (üretim, ihracat, ticâret ve turizm) güçlü tutmaya çalıyor.  

Çin, Güney Kore, İran ve İtalya başta olmak üzere tüm dünyayı kasıp kavuran Coronavirüs konusunda en başarılı süreç yönetimini gerçekleştirmenin yanı sıra güçlü bilim kurulu ve insan kaynağı, tıbbî altyapısı ve sağlık sistemi ve ayrıca devletin tüm kurumlarının koordinasyonuyla Türkiye’nin kendisini ispatladığı bir dönemdeyiz.

Dost ve düşmanlarımızı daha iyi tanımakla beraber, ittifak ve müttefiklerimizi test ettiğimiz bu süreçlerde NATO, ABD ve tüm Batı’nın, gerçek anlamda güç paylaşımı için değil de tam aksine, kendisine mecbur ve mahkûm eden bir siyâsî akılla ilişki sürdürmek istediğini tekrar görmüş olduk.

Suriye kaynaklı tehdit, saldırı ve baskı altında bile tüm devlet kurumlarının ve görevli personelin, siyâsî otoritenin belirlediği yöndeki senkronizasyonu şapka çıkarılacak seviyede.

Diğer yandan, Türk devlet aklının aynı anda sınırlarını açmakla beraber Suriye’de Rejime karşı güçlü cevap verme refleksi ürettiğini, tüm denge, aktör ve güç kombinasyonlarını kararlılıkla uyguladığı bir siyâsî hedefe odaklandığını gördük.

Tüm toplumumuzun terörle mücadelede olduğu gibi, vatanın ve milletimizin güvenliği için Suriye içlerinde elde edilmesi gereken güvenli bölge hususunda icra edilen harekâtı sahiplendiğini ve asker millet olmanın beraberinde, kendisini nasıl canlı bir hâfıza ile bütünleştirdiğini, nasıl diri bir ruhla şehitlerine sahip çıktığını görmüş olduk. 

Libya’da verdiğimiz mücadeleyi anlayan ve Suriye’deki kararlılığımızı test eden tüm düşmanlarımızı ve dostlarımızı bizim de test etme, tanıma ve anlama imkânımız oldu. İçimizdeki hainlerle birlikte hangi odaklara hizmet ettiği belli olmayan sözde gazetecilerin, şehit bir istihbarat görevlimizi ifşa etmesi ile yine bizden devşirilenleri görüp tanımış olduk.

***

Bu haftanın akılda kalanlarından biri de şu: Milletimiz, Arif Nihat Asya’ya ait “Şehitler Tepesi” adlı şiiri hatırlamış oldu. Tabiî bilmeyenler de öğrendiler…

İnsanlık tarihinin en büyük göçmen krizi, Ege Denizi ve Yunanistan sınırları başta olmak üzere tüm Avrupa sınırlarında baş gösteriyor ve sanki tarih, intikam alıyor!

Geçen yüzyıl, özellikle de Afrika’dan zorla insan kaçırıp köle olarak getiren Avrupalılar ve Amerikalılar, şimdi kendiliğinden gelmek isteyen bu insanlara sınırlarında ateş edip denizde botlarını batırarak öldürüyorlar.

Ölümden kaçan kim? Mülteciler mi, Avrupalılar mı?

Meselâ Almanya’da halkın Covid-19’dan dolayı paniğe kapıldığı, korku ve endişe içinde olduğu, tokalaşmak bir yana, evlerine kapandıkları ve marketleri yağmalarcasına stok yaptıkları haberlere yansıyor.

Ölmemek için savaştan kaçıp gelen göçmenlerden korkup, onları sınırlarında ve denizlerde öldürüyorlar. Bir yandan da ölmemek için küresel bir salgına sebep olan virüsten korkarak evlerine kaçıyorlar.

Yani can korkusu Avrupalıda olunca tedbir alan, ama Suriyelide olunca duymazdan gelen bir Avrupalı tavrı var.

***

“Yaşam hakkı” diye bir kavram var medenî dünyada. Anayasalarında, BM sözleşmelerinde, Avrupa müktesebatında, inanılan tüm değerler ve kutsal sayılan kitaplarda bu hakka yer veriliyor.

Anlaşılan, bir eksik var: Yaşam hakkı var ama kime var, kime yok, yazılmamış!

Her şeyi olduğu gibi, bunu da kendilerine göre yorumluyorlar…