Avrasya siyasal kültürünün biçimlenmesi süreci

Avrasya’da yaşanan savaşlar, zorunlu göçler, istilâ ve fetih hareketleri, toplumların kültürlerinin etkileşimine yol açmıştır. Bu etkileşim sonucunda baskın kültürler, zayıf kültürlerin değişimine sebep olmuşlardır. Hiç kuşkusuz bu değişimler, siyasal yapıların ve otoritelerin kontrolü ile gerçekleşmiştir.

BİREYİN en temel özelliği, sosyal ve siyasal bir varlık olmasıdır. Dünyaya geldiği andan itibaren sosyal hayata dâhil olmaktadır. Bu yapı içerisinde toplumun üyeleri ile etkileşim kurarak kimliğini oluşturmaktadır.

Kesintisiz devam eden bu süreç boyunca bireyin yaşamını belirleyen en önemli unsur ise kültürdür. Kültür, her toplumun kendine özgü davranış ve yaşam tarzının göstergesi olarak birey üzerinde önemli rol oynamaktadır. Kültür, bireyin öğrendiği ve kazandığı bilgi, sanat, ahlâk, gelenek ve alışkanlıklarını kapsayan homojen bir bütündür.

Siyasal kültür ise, ilk çağlardan günümüze kadar toplumların siyasal ve sosyal gelişmelerinin araştırılmasında kullanılan eski bir kavram olmasına rağmen sosyal ve siyasal bilimlere yeni girmiş bir kavramdır. “Siyasal kültür” kavramı, farklı toplulukların tutumları ve bu tutumların ne şekilde ortaya çıktıkları üzerine odaklanarak kültür ve siyaset alanları arasındaki bağlantıyı kurma gereksinimidir.

Siyasal kültür aynı zamanda, siyasal sistem içinde siyasal roller ortaya koyan bireylerin davranışlarını, siyasal taleplerinin içeriğini ve onların kanunlar karşısındaki tepkilerini şekillendiren bir kavram olarak çok yönlü bir yapıya sahiptir. Bu bağlamda siyasal kültürü toplumun siyasal objelere karşı tutum ve eğilimleri olarak tanımlamak mümkündür.

Bununla birlikte “Avrasya” kavramı ve Avrasya’nın neresi olduğu hakkında uluslararası ilişkiler, iktisat ve sosyoloji disiplinleri de fikir birliğine varamamışlardır. Başka bir ifadeyle, Avrasya’nın sınırlarının hangi esaslara göre çizilmesi gerektiği netlik kazanamamıştır. Geniş bir coğrafya ve kültürel yayılma alanı içerisinde olan Avrasya kültürü, sosyal bilimciler tarafından önemli bir inceleme konusu olmuştur. Bu makalede Avrasya toplumlarının siyasal kültür yapılarının biçimlenmesi sürecindeki dinamikleri analiz edeceğiz.

Avrasya ve siyasal kültür

Avrasya’da tarih boyunca kesintisiz olarak göçebe-yerleşik çatışması ve diyalektiği yaşanmıştır. Avrasya coğrafyasındaki etnik kimliğin çeşitliliği ve bu çatışmaların yoğunluğu, toplumların ve devletlerin etkileşimine yol açmıştır. Bu bağlamda insanlığın en köklü ve büyük medeniyetleri Avrasya bölgesinde kurulmuştur. Başka bir deyişle, Avrasya’yı “devletlerin kurulması, yerleşik devlet ile göçebe toplumların arasındaki gerilim ve birçok imparatorluğun yükselip çöküşüyle karakterize olmuş bir bölge” olarak tanımlamak mümkündür.

Avrasya’da Türk, Rus, Çin, Fars ve Hint gibi köklü ve farklı kültürler etkileşim hâlinde olmuşlardır. Bu kültürlerin etkileşimi ile birbirinden farklı kültürel doku ve gelenekler ortaya çıkmış olsa da hiçbiri dış etkenlerden ve birbirinden izole olmamışlardır. Dolayısıyla Avrasya bu farklı kültürler arasındaki temasın tarihsel süreçte gittikçe artan düzeyde yaşandığı bir bölge olması açısından dikkat çekmektedir. Bu karşılıklı temaslar ticaret yolu ile kültürün taşınmasını ve yayılmasını sağlamıştır.

Tarih boyunca Avrasya coğrafyasında karşıt görüş ve güçlerin etkileşimi söz konusu olmuştur. Bu bölgedeki etnik yapılar, toplumlar ve kabileler etkileşim içerisine girerek zamanla imparatorluklar hâline dönüşmüşlerdir. Avrasya’da devletleşme ya da siyasal yapılanma bağlamında göçebe akınları ve uygarlıklar arasında çatışmalar meydana gelmiştir. Bu göçebe ve yerleşik çatışması/savaşları ve etkileşimi sonucunda kültür aşılanması ortaya çıkmıştır.

Avrasya birçok milletin etkileşim hâlinde olduğu bir bölge olması bir yana, bu coğrafyada günümüz de dâhil olmak üzere Türk ve Rus kültürünün ve varlığının etkileri çok daha fazla öne çıkmaktadır. Türkler Avrasya’da önemli tarihsel olaylar gerçekleştirmişlerdir. Bu bağlamda neredeyse Avrasya’yı tamamen Türkleştirmişlerdir. Türklerle birlikte Ruslar da bu bölgede Türklerden edindikleri kazanımlar ve kendilerine özgü dinamikleriyle etkin rol oynamışlardır. Bu süreçlerin sonucunda ise Türkler ve Ruslar günümüze kadar Avrasya’nın iki belirleyici gücü olmuşlardır.

Özellikle iki milletin bölgedeki etkileşimi 15’inci yüzyıl sonrasına dayanmaktadır. Osmanlı Devleti ve Rusya, Avrasya bölgesinde aynı dönemlerde genişleme süreci içine girmişlerdir. Osmanlı sınırlarının dışına taşarken, Rusya ise bölgedeki Rusları birleştirmiş ve Avrasya’daki Rus olmayan yerlere doğru genişleme politikası izlemiştir.

Türkler Avrasya’nın güneyine ve batısına doğru genişlemişler, Ruslar ise daha çok kuzeye ve doğuya doğru yayılma göstermişlerdir. Bu bağlamda Türkler, Rusların batıdaki Slav ve Ortodoks toplumlarına karşı yayılma gerçekleştirmiş; Ruslar ise Türk milletinden olan Kazan, Astrahan, Sibir ve Yakutistan bölgelerindeki Türk ve Müslüman kavimlere karşı yayılma göstermişlerdir. Dolayısıyla Avrasya bölgesindeki bu iki aktör, sürekli savaş ve çatışma içerisinde olmuştur.

Her iki millet de hâkimiyet kurduğu topraklarda uzun süre varlıklarını devam ettirmiştir. Ancak Avrasya’da Osmanlı ve Rusya genişlemesinin bölge toplumları üzerindeki etkileri birbirinden farklı olmuştur. Bu bağlamda Türkler ya da Osmanlı daha hoşgörülü bir yaklaşım sergilerken, Ruslar ise daha fazla asimilasyon uygulamaya çalışmıştır. İki devletin coğrafî bağlamda yakınlığı ve siyâsî-kültürel benzerliği, işbirliği içerisinde olmalarından çok çatışmalarına neden olmuştur.

Nihâyetinde sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal dinamikler göz önüne alındığında, Avrasya’da kurulmuş olan devletler ve imparatorluklar, kırılgan yapılar olarak meydana gelmişlerdir.

Asırlar boyunca birçok imparatorluğa ve medeniyete tanıklık etmiş olan Avrasya, çok kültürlü bir bölge olarak kabul edilmektedir. Avrasya’da varlığını sürdürmüş olan aktörlerden kendilerine özgü kültürel özelliklerini bazısı korumayı başarırken, bazısı ise asimile olarak kendi benliğini kaybetmiştir. Başka bir deyişle, Avrasya’da yaşanan savaşlar, zorunlu göçler, istilâ ve fetih hareketleri, toplumların kültürlerinin etkileşimine yol açmıştır. Bu etkileşim sonucunda baskın kültürler, zayıf kültürlerin değişimine sebep olmuşlardır. Hiç kuşkusuz bu değişimler, siyasal yapıların ve otoritelerin kontrolü ile gerçekleşmiştir.