Avrasya bölgesinin stratejik önemi

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin öncülüğünde uluslararası sistemin jeoekonomik tablosu değişim yaşarken, Avrasya’nın merkezinde yer alan eski sosyalist ekonomiye sahip ülkelerin oluşturduğu bölgede de bir çekim alanı ortaya çıkmıştır. Bu yeni alan, Avrasya Birliği oluşumunun temelleri olarak da kabul edilebilir.

ÜNLÜ İngiliz jeopolitikçi H. Mackinder’in, “Kesin dünya hâkimiyetini tesis etmek için Avrasya hâkimiyeti gerekmektedir” şeklindeki düşüncesinden görülebileceği üzere, stratejik öneme sahip olan Avrasya bölgesinin anlaşılabilmesi için öncelikle Avrasya kavramının ne anlama geldiğinin bilinmesi gerekir.

Avrasya, coğrafî tanıma göre “Avrupa yarımadası ile Asya kıtasını kapsayan coğrafî bölgeye verilen isimdir”. Avrasya, kelime olarak Avrupa ile Asya kelimelerinin birleşiminden yani “Avr” ile “Asya” sözcüklerinin birbirine iliştirilmesinden meydana gelmekte olup, Avrupa kıtası ile Asya kıtasını kapsayan coğrafî bölgeye verilen isimdir.

“Avrasya” denince, aklımıza Avrupa ve Asya gelir; ancak gerçekte Avrasya'nın harita üzerinde çizilmiş bir sınırı yoktur. Sovyetler Birliği veya Asya’dan ibaret olduğu düşünülen Avrasya’nın Orta Asya’dan Kafkasya ve Balkanlara kadar uzandığı konusunda bir görüş birliği vardır. Avrasya merkezinde Türkistan’ın yer aldığı coğrafya, Türk, Rus, Hint, Çin ve Fars uygarlıklarının ortak merkezidir.

Son zamanlarda sıkça adı geçen Avrasya’nın özelliği, hâlen dünyanın en hareketli ve kritik bölgelerini kapsamasıdır. Dünyanın en önemli siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmeleri bu coğrafyada gerçekleşmektedir. Dolayısıyla büyük aktörler başta olmak üzere uluslararası camianın dikkati de bu bölgeye çevrilmiş durumdadır. Günümüzde önemini koruyan Avrasya’nın küresel düzlemde merkez olması rastlantı değildir. Dünya tarihine bakıldığında Avrasya, sürekli dikkatleri üzerine çekmiş, içten ve dıştan birçok askerî ve siyâsî gücün ilgi, rekabet ve bu rekabetten dolayı oluşan çatışma alanı hâline gelmiştir.

Dünya nüfusunun ve enerji kaynaklarının dörtte üçünü, toplam üretimin yüzde 60’ını barındıran Avrasya’nın jeoekonomik özellikleri ve kaynakları ile bu ana kıtanın merkezini teşkil eden Orta Asya’nın demografik yapısı arasındaki dengesizlikler, bölgeyi muhtemel stratejik rekabetin önemli alanlarından biri hâline getirebilecek özellikler taşımaktadır. Bu bağlamda Çin’in insan kaynağının fazla olması ile Orta Asya ve Sibirya’nın doğal kaynak fazlalığı arasındaki denge problemi, Avrasya’daki dengenin önemli jeoekonomik gerilim alanlarından birini oluşturmaktadır.

Avrasya aynı zamanda dünyanın siyasal olarak en iddialı ve dinamik devletlerinin bulunduğu yerdir. Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra en büyük altı ekonomi ve en büyük altı silah alıcısı Avrasya’da bulunmaktadır. Dünyanın -biri hâriç- resmî olarak bilinen tüm nükleer güçleri ve de gizli nükleer güçlerinin tümü Avrasya’da bulunmaktadır.

Sınırlarını kesin olarak çizmenin zor olduğu bu bölge, Orta Doğu coğrafyasından iki kat daha büyüktür. Küreselleşen dünyada enerji uluslararası ekonominin itici gücü hâline gelirken, gelecek yüzyılda da ekonomik ve sosyal gelişme açısından öneminin giderek artması beklenmektedir. Soğuk Savaş’ın bitmesi ve ardından 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıyla şekillenmeye başlayan, ABD’nin hâkim olduğu yeni dünya düzeninde en çok dikkatleri çeken bölge, Avrasya coğrafyası olmuştur.

Avrasya bölgesinin gerek sahip olduğu zengin doğal kaynak rezervleri, gerekse jeopolitik konumu Avrupa ve ABD’nin bu bölgeye olan ilgisini arttırmıştır. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan ve açık bir pazar hâline dönüşen coğrafyadaki muhtemel entegrasyon hareketleri incelendiğinde, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun yer aldığı bölgede gerçekleşme olasılığının yüksek olduğu görülmektedir.

Bağımsız Devletler Topluluğu’nu oluşturan Azerbaycan, Beyaz Rusya, Ermenistan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Rusya Federasyonu, Moldova ve Ukrayna’nın arasında henüz zayıf bölgesel anlaşmaların dışında ekonomik anlamda bir entegrasyonun gerçekleşmemesi, bölgenin ekonomik açıdan gelişmesi yönünde de önemli bir engel olarak görülmektedir.

Avrasya coğrafyasında yer alan Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinin ortak bir tarihsel geçmişe sahip olmaları, iktisâdî birlik kurma açısından oldukça önem taşımaktadır. Sahip oldukları zengin petrol ve doğalgaz kaynakları ile birlikte doymamış bir pazar durumunda bulunmaları nedeniyle de bölgeyi hızlı bir büyüme içerisine sokmaktadır.

Bununla birlikte Orta Asya cumhuriyetlerinin özellikle petrol ve doğal gaz rezervleri açısından önemli bir potansiyele sahip olmaları, küresel rekabette dikkatleri bu ülkeler üzerine çekmiştir. Ayrıca bölgedeki Hazar Havzası’nın zengin enerji kaynaklarına sahip olması ve bu kaynakların Batı pazarlarına ulaştırılmasında kullanılan karayolu taşımacılığı, boru hatları ve Doğu-Batı enerji koridorlarının mevcûdiyeti, bölgeyi uluslararası diplomasinin ilgi alanı hâline getirmektedir. Amerika, Avrupa ve Pasifik olarak adlandırılan ve tarihî, coğrafî ve ekonomik açıdan birbirinden farklı ve birbiriyle rekabet hâlinde üç büyük jeoekonomik alandan oluşan uluslararası düzen, Sosyalist Birliğin yıkılmasının ardından değişime uğramıştır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin öncülüğünde uluslararası sistemin jeoekonomik tablosu değişim yaşarken, Avrasya’nın merkezinde yer alan eski sosyalist ekonomiye sahip ülkelerin oluşturduğu bölgede de bir çekim alanı ortaya çıkmıştır. Bu yeni alan, Avrasya Birliği oluşumunun temelleri olarak da kabul edilebilir.