İÇ savaş, ülkeleri âdeta birer harabeye çevirirken çok sayıda insanı da
yerinden, yurdundan, vatanından kopararak sığınmacı ve mülteci konumuna
sürüklüyor. Günümüzün en önemli meseleleri arasında yer alan bu mesele, çok
yönlü sosyal ve psikolojik yönlerinin olması, ekonomik, sosyolojik ve
demografik bağlamda derin sorunlar oluşturması açısından büyük bir meseledir.
Mülteciler ve sığınmacılar içerisinde son derece
eğitimli insanlar olduğu gibi, orta düzey eğitime sahip olanlar da var.
Azımsanmayacak bir kısmı da ya temel eğitim almış ya da hiç eğitim almamış
insanlardan oluşuyor. Yurtlarını terk ederken malını, mülkünü, toprağını geride
bırakarak bir bilinmeze doğru yola çıkan sığınmacı ve mülteciler, aynı zamanda
geride umutlarını ve hayâllerini de bırakıyorlar. Ama gittikleri yerde yeni
hayâl ve umutlar yeşertiyorlar.
Neden
tehdit olarak görülüyorlar?
Mültecilerin çok büyük bir kısmı, gittiği yerde
asgarî yaşam koşullarıyla hayatını devam ettiriyor. Birçoğunun yaşam standardı,
geldiği yerden daha kötü durumda. Aralarında çok azı gittiği yerde daha iyi
yaşam standardına kavuşuyor.
Gittikleri yerde, bulundukları ülkenin asgarî
ücretinin yarısı ya da üçte biri fiyatına çalışmak zorunda kalan sığınmacı ve mültecilerin
çoğu sigortasız olarak çalışma zorunda kalıyor. Bir evde, bir odada onlarca
kişiyle beraber yaşamak zorunda kalan sığınmacı ve mültecilerin özel yaşamları
da hâliyle asgarîye iniyor.
Asgarî ücretle çalışan birçok insan, kaçak,
sigortasız ve düşük fiyatlara çalışmalarından dolayı mültecileri kendi ekmeklerine
ortak olarak görüyorlar. Hattâ birçoğu kaçak, sigortasız ve düşük fiyatlara
çalışmalarından dolayı mültecilerin kendi işlerini ellerinden alacağını
düşünüyorlar. Başta insanî ve vicdanî nedenlerle mültecilere olumlu bakan çok
sayıda insanınsa, işini ve aşını kaybetme korkusuyla karşılaşınca mültecilere
bakışı negatife dönüyor.
Mülteciler içerisinde eğitimli ve son derece
yetişmiş olanlar ve gittikleri yerlere entegre olma yeteneğini geliştirenler, bulundukları
bölgenin eğitimli ve statü sahibi insanları tarafından kendilerine tehdit
olarak görülüyorlar.
Dil
sorunu entegrasyonu zorlaştırıyor
Mültecilerin gittikleri bölgelerde karşılaştıkları
bir sorun da dil ve eğitim sorunu. Gittikleri yerin dilini bilmeyen sığınmacı
ve mülteciler ve gelen sığınmacı ve mültecilerin dilini bilmeyen ev sahibi
ülkenin halkı, birbirini anlamakta ve empati geliştirmekte zorlanıyor. Bu da
entegrasyonun hızını asgarîye indiriyor.
Ayrıca küçük bir diyalogla çözüme kavuşabilecek
küçük problemler veya yanlış anlaşılmalar dahi dil problemi yüzünden çözüme
kavuşmuyor. Bazen bu küçük problemler, büyüyüp başka problemleri doğuruyor.
Mülteciler, dil probleminden dolayı topluma entegre olamadıkları için
kendilerini dışlanmış hissediyorlar. Art niyetli kişiler de bu durumu kullanarak
mültecileri gayr-i meşru işlerde kullanıp suça sürüklüyorlar.
Suça sürüklenenlerin mülteciler olduğunu gören ev
sahibi ülkenin halkı, bu kez mültecilere karşı olumsuz tutum içerisine giriyor.
Sığınmacı ve mültecilerin yüz binde birinin karıştığı bir suç, tüm mültecilere
mâl edilebiliyor. Bu durum sığınmacı ve mültecilere karşı beslenen duyguların
yönünü negatife çeviriyor.
Kültürel farklılıklar nedeniyle davranış kalıpları
ve geliştirilen toplumsal cinsiyet rollerinde farklılıklar olan sığınmacı ve mülteciler,
ev sahibi toplumun içine ya hiç girmek istemiyor ya da halkın içine girmekte
zorlanıyor. Ev sahibi toplum da aynı nedenlerden dolayı mültecileri içine
almayı hiç istemiyor. Bu da mültecilerin entegrasyonunu zorlaştırıyor.
Gettolaşma
suçu doğuruyor
Mülteci
konumuna düşen azımsanmayacak kadar kadın, ya bulunduğu yerde kötü niyetli
kişiler tarafından fuhşa sürükleniyor ya da bir başkasına ikinci, üçüncü, hattâ
dördüncü eş olmayı kabul etmek zorunda kalıyor. Bu hem mülteci kadınlar, hem de
ev sahibi toplumun aile düzeni için ciddî bir tehdit olarak ortaya çıkıyor.
Mültecilerin
azımsanmayacak bir kısmı ya gittikleri ülkeler ya da uluslararası kuruluşlar
tarafından oluşturulan kamplarda yaşamaya mecbur kalıyor. Son derece zayıf koşulların
olduğu bu kamplarda mülteciler, herhangi bir gelecek plânlaması yapamıyorlar.
Kamplarda hareket etme özgürlüğü de kısıtlı olduğundan, sığınmacı ve mültecilerin
toplumsallaşma içgüdüleri baskılanıyor. Bu nedenlerle kamplarda yaşayan
mülteciler, belirsizlik duygusu ile umutsuzluk duygusunu çok derinden
hissediyorlar.
Belirsizlik
ve umutsuzluk duygusu, ilk önce insanın psikolojik bütünlüğünü tehdit eder. Bu
nedenle kamplarda yaşayan sığınmacı ve mülteciler çok geçmeden kampları terk
ederek, ne pahasına olursa olsun, toplumsal hayata katılmaya çalışıyorlar.
Hareket
etme özgürlüğü, toplumsallaşma içgüdüsü, belirsizlik ve umutsuzluk duygusundan
kurtulma isteği, mültecileri bulundukları kampları terk etmeye zorluyor. Bu
nedenle mültecileri kamplarda uzun vadede tutmak güçleşiyor. Ayrıca uzun vadede
bu kampların suç yuvalarına dönüşme ihtimâli de sorunun çözümünde kampların
kullanılma olasılığını azaltıyor.
Kamplardan
ayrılan ya da bu gerekçelerle kamplara hiç gitmeden toplum yaşamına katılan sığınmacı
ve mülteciler, genellikle gittikleri şehirlerin kenar mahallelerine
yerleşiyorlar. Zaman içerisinde sayıları artan, hattâ yerleşik nüfustan daha
fazla olan bu yerler gettolaşmayı doğuruyor.
Kısa
vadede gettolar, sığınmacı ve mültecileri toplumsal hayatın içerisine bir
müddet zayıf bağlarla entegre etse de orta ve uzun vadede sorunun çözümüne
katkı sunmuyor. Çünkü uzun ve orta vadede bu gettolar fuhuş, uyuşturucu, insan
kaçakçılığı ve mafyatik eğilimli suçların merkezine dönüşüyor.
Zaman
içerisinde suç ve suçlularla anılmaya başlayan bu gettolar ve bu gettolarda
yaşayanlar, kaçınılmaz olarak toplum tarafından “öteki” olarak görülmeye başlanıyor.
Bu da toplumsal barışı tehdit ediyor.
Mültecilerin
sağlık ve eğitim giderlerinin karşılanması da ayrı bir sorun olarak göze
çarpıyor.
(Devam edecek…)