İNSANI diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerin başında fikir üretme, düşünme ve akıl erdirme gelir. Tutarlı ve mantıklı düşünme eylemini gerçekleştiren akıllı kişiler, his, heves ve tutkularına karşı kendisini kontrol edebilenlerdir. His, hız, heves ve haz kontrol edilmediği zaman, insan hürriyetini kaybeder ve kendi çukuruna düşer.
Mantıklı, tutarlı, anlamlı ve mânâ odaklı düşünmek ölçü, idrak, kavrama ve kalbin vicdanlı bir şekilde akıl erdirmesiyle mümkündür. Anlamlı ve tutarlı düşünmenin merkez noktalarından biri, aklın maksatlı, düzenli ve devamlı olarak evrenin, eşyanın ve her şeyin bilgisine ulaşmasıyla mümkündür.
Tutarlı düşünmenin ölçüsü, insanın acizliğinde gizlidir. İnsanın eşya, madde ve evrene dair bilgileri o kadar kısıtlıdır ki bu durum adım adım tutarlı düşünme ve fikir üretmekle üst seviyelere çıkarılabilir. Özellikle günlük hayattaki maddî prangalar insanı köleleştiriyor. Bu, insanın kendi nefsine köle olmasına kadar düşer.
Düşünmenin iki temel noktasından biri eşya ve evren olurken, diğeri acizliktir. Acizlik, insanın mükemmel bir durum karşısında kendi yetersizliğini idrak etmesidir. Yani evrendeki her şeye mânâ-yı harfi penceresinden bakıldığında görülen durumdur bu.
Fikir/düşünme kavramı, eşyanın bilgisine ulaşmak için aklın mantıklı, düzenli ve maksatlı olarak gösterdiği faaliyetlerdir. Eşya ise aynî haklara ve hukukî işleme göre mâlik olunan her türlü şey olarak ifade edilir. Buna göre iki türlü şeyin mantıklı, maksatlı ve düzenli faaliyetleri ortaya çıkıyor. İnsan açısından boş fikirlere bir kaçış yolu bırakılmıyor.
Eşyanın mal olarak kullanılması ise servet ve zenginliği ifade edecek bir içerik olarak idrak edilmelidir. Bu zenginlik iki türlü olabilir: Birincisi maddî anlamda ekonomik değeri olan kıymetli maddeler; ikincisi ise maddenin perde arkasındaki sırrı görüp kesif olan maddeden mânâya yükselmektir.
Maddeden mânâya yükselmek de iki türlü olur: Birincisi, maddede acizliği görüp mükemmel oluşumları aciz olan maddeye vermemektir. İkicisi ise, maddenin tamamını temsil edebilecek zerre/nokta ölçeğinde hiçlikten varlık âlemine intikali sağlayan ve onu her şeye nüfuz edebilen zerrenin cevelanı olarak görmektir.
Zerrenin cevelanı fikir ve düşüncenin mantıksal silsilesinde bilimden teknolojiye, maddeden mânâya geçebilecek bütün matematiksel formüllerin ve geometrik şekillerin temsili olduğu idrak edilmelidir.
Fikir ve düşüncenin temelinde her şey görünürken, madde olarak anlam öne çıkıyor. Buna göre her şeydeki ortak eşya düşüncesi manidardır. Zira her şeyden bir şeye geçiş bu şekilde mümkündür. Her şeydeki bir şeyi görmeden mânâya geçmek zordur. Çünkü mânâ, “her şeyde kastedilen şey” demektir. O zaman her şeyde kastedilen şeye odaklanmak insandan beklenendir. Bu fikirler sosyal oluşumlara da beşiklik yapar.
Sosyal fikirlere kaynak oluşturan bu yorumlar doğru, mantıklı, düzenli ve maksatlı olmadığından, doğru yoldan çıkmalar sıklıkla yaşanır. Maksattan murad edilen şey ise insanın sözle anlatması gerekenlerdir. Bunlarsa kulun her şeye hükmeden Yüce Bir Yaratıcıyı zikretmesi, O’na şükretmesi ve verdiği nimetler için O’nu düşünmesidir.
İnsanın bu dünyada ve ölüm sonrasında da huzuru, mutluluğu ve saadeti esastır. Maddî prangalardan kurtulmak istediğinde ölçülerini doğru koyup yoluna öyle devam etmesi, kişinin kendisine kılavuzluğudur. Bu nedenle doğru, mantıklı ve maksatlı düşünceler insanı huzura çıkarırken, yanlış ve yalan fikirler insanın başına belâ olur.
İnsanın niyeti düzgün olduğunda işi de düzgün olur. İşini düzelten insanın ahlâkı da düzgün hâl üzere ilerler. Ahlâkı düzgün kişilerin yolu düzelir ve dünyası değişir. Bu değişim, düşüncenin bir eylem olarak ilmek ilmek işlenmesiyle mümkündür.
Fikir üretme ve doğru düşünme eylemi, İslâm geleneğine can veren insanî bir gayrettir. Bu nedenle düşünme ile ilgili kelimelerin izlerini çizmek gerekir. Düşünme ifadesi için bazen “tefekkür, tedebbür, tezekkür, zikir, akl (taakkul), nazar ve i’tibâr” kelimeleri de kullanılır. Ancak bunlar tamamen aynı şeyler değildir.
Düşünmek ama nasıl?
Tefekkür ve nazar, “kalp gözüyle bakmak ve nazarî araştırmalarda bulunmak” anlamına gelir. Buna göre tefekkür ve nazar, bir işin akıbeti konusunda düşünmektir. Tedebbür ise “bir işin sonucunu baştan hesaplama” tipinde bir düşünme terimidir. Tezekkür, “geçmişe yönelik hatırlama, anma” tarzında bir düşünme biçimini ifade eder. Hem lisanen, hem de kalben anma/hatırlama olan zikir ile tezekkür aynı kapıya çıkar.
Başta belirttiğimiz üzere, insanı diğer canlılardan ayıran, düşünme ve anlama melekesi anlamındaki düşünme tarzı akletmedir, “akl”dır, “taakkul”dur. Buna göre insan iki şeyi birbirinden ayırmak, farklı olanları ayırt etmek, idrak etme sorumluluğuna sahiptir: Akla ilk gelen ayırma neticesine göre insan iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırmakla sorumludur.
Diğer bir ifadeye göre, düşünme melekesinin dehlizlerine inilen ayırma gücündeki akıl, varlığın hakikatini idrak eden, maddenin şekillerinden soyunarak onları kavram hâline getiren, kavramlar arasında ilişki kuran ve kıyas yapabilen bir güçtür.
Bu güç doğru kullanılmadığında, gideceği yolların sonunu kestirmek zor değildir. Bu öyle bir güçtür ki, akılsız baştaki akıl, insanın başına belâ olur. Bu belâdan kurtulmanın yolu, aklı doğru kullanma kılavuzuyla buluşturmaktır. Bu yollar açısından Müslüman ülkeler şanslıdır.
Aklı doğru kullanma kılavuzlarından biri, çevrede ve evrende ne varsa fen, sosyoloji, mühendislik, hikmet ve sağlık gibi alanlardaki bilimsel verilere odaklanmaktır. Doğru elde edilen ve doğru ölçülen bilimsel veriler, sadece doğru anlama yol verir. İnsanlar sadece bu bilimin söylediğini dinleyebilirler.
Her bilim kendi lisanıyla araştırılan bilimsel olayların hakikatini idrake yol gösterir. Akıl bu uğurda mantıklı, düzenli ve maksatlı olarak doğru bir şekilde kullanıldığında eşyanın gerçek bilgisine eriştirir. Kavramlar arasındaki ilişki neticesinde daha evrensel ve geniş bir kıyaslama gücüyle de akla uygun ve mantıklı olanı görür. Bu nedenle insanın aklını doğru kullanmasına kılavuzluk eden birinci yol, evrendeki her şeyi mantıklı, düzenli ve maksatlı bir şekilde açıklayıp anlamlandırabildiği kâinat kitabını bilimsel açıdan okuma tekniğidir.
Bu yol insanların sadece “bilimsel” olarak veri elde edip teknoloji ve sanayiye aktarımından ibaret değildir. Günümüz dünyasında hâkim olan görüş ve tanımlamalara göre bilim, belli şeyler hakkında çalışma yapıp veri elde etmek üzere kurulu dar bir çerçeve ile sınırlandırılmıştır. Bilimin günümüz tanım ve kullanımı doğrudur ancak kalıbından çıkmalı ve insanın mânâ denizine yol verecek şekilde kıyasın genişletilmesine imkân vermelidir.
Bu durum bütün dünyada bir handikap içerisindedir. Bilimsel verileri kullanarak teknolojiye, oradan da sanayiye aktarılarak yüklü miktarda ekonomik getiri sağlayan bazı insanlar bunu insanlığa karşı bir silah olarak kullanabiliyorlar.
Günümüzde madde, dijital teknoloji ve akıl ile insanlık yararına ortaya çıkarılan yapay zekâ çok kullanışlı ve yararlı bir neticeyken, Yüce Yaratıcıyı inkâr aracı olarak sunulmak istenmesi manidardır. Çünkü en başta “bilimin” dar çerçevedeki tanımı ileri bir yoruma girmeyi ihtiyaç olarak görmüyor. Bilim aklın gözü olduğunda ve Müslümanlar açısından fiilî bir dua olarak görüldüğünde daha iyi bir dünyada yaşamaya başlanır.
Müslümanların düşünme eyleminin vizyonu
Günümüzde Müslüman ülkelerin bilimsel çalışmalara yaptığı katkı çok azdır. Bu yönün darlığı bilimsel verilerin Müslümanlar açısından az yorumlandığı mânâsına gelir ki bu da ayrıca bir anlam daralması oluşturur.
İslâm açısından fiilî duanın çok önemli olduğu düşünüldüğünde, bu yolda geri kalmanın bedeli de ağır olacaktır. İnsanın aklını doğru kullanmasına kılavuzluk eden ikinci ve üçüncü yol olan Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin getirileri ortadadır. Bu kılavuzluğu oraya havale ediyoruz. Zira bu yolda yeteri kadar veri mevcuttur.
Aklı kullanma kılavuzunun bilimsel yöntemini sosyal, psikolojik, dinî, lisanî ve sosyolojik açıdan genişletmek mümkündür. Günümüzde bu sahalar hız, haz ve hisler ile işgal edilmiş durumdadır. Aklı anlamlı, mantıklı ve maksatlı olarak düşünmenin bir kılavuzu olarak kullanmanın yolu, aynı zamanda düşünmeyi olumlu ve hayırlı neticelere götürecektir. Aksi durumda işgal altındaki his, heves, hız ve haz, geleceği yok edecektir.
“Gelecek” denilince akla doğal olarak gençlik gelir. Bugün Batı gençliği sıradanlaştırılmış, birer dolgu malzemesi olarak görülmüş ve hiçleştirilmiştir. Ekonomik açıdan rahat olan gençlik, birer meta gibi maddî prangalarla parmaklıklar arkasına gönderilmiştir. Bu yapılırken teknolojinin nimetleri gençliğe birer tuzak ve silah olarak çevrilmiştir. Bu tuzaktan gençliğin çıkmasının günümüzde en kolay yolu, akıl kılavuzluğunu fiilî dua olarak görüp Yüce Bir Yaratıcıya mutlak mânâda eriştiren bilim anlayışının inşasıdır. Batı bu yolda olmadığından iş Müslüman ülkelere düşmektedir. Ancak Müslüman ülkelerdeki gençlik de Batı kaynaklı teknolojik, sosyolojik ve psikolojik prangalarla zincirlenmek istendiğinden iş çok kolay görünmüyor.
Her insanın olduğu gibi her gencin de kendisini bulması ve kendisiyle Rabbi arasındaki bağı kesmemesinin yolu, fikrin doğru kılavuzluğuna erişmesindedir. Günümüzde evren olmazdan öncesine dair düşünce, asırlar evvelinde en azından birer fikir olarak İslâm coğrafyasında vardı. Son yüzyılda, evrenin varlık âlemine geçmeden öncesine dair fikirler bilimsel olarak Batı tarafından ortaya konulsa da ayrılık oluşmuştur. Bu duruma bir örnekle bakalım…
Madde ve anti-madde bir araya gelerek yok/hiç olabiliyor. Ya da hiç/yok olan bir yerde madde, varlık âlemine intikal edebiliyor. Bu temel bilgi en azından kuantum fiziğine girişte öğrencilere anlatılır. Bu keşfi yapan bilim insanları bile bu gerçeği açıklamaktan çekindiği gibi, hâlâ bu bilimsel verileri insanlığa haykırmaktan çekinir hâldedir.
Bu hakikati insanlığa haykırmamanın üç nedeni vardır: Birincisi, insanlık dar “bilim” kavram çerçevesi içerisinde kalmaktadır. Bilimsel sonucun ne anlam ifade ettiğini, insanlığa ne gösterdiğini düşünmeye gerek görmeyen bir durum bu. İkincisi, Hıristiyan Batı dünyasının Skolastik görüşten sıyrılamamasıdır. Üçüncüsü ise bu hakikatin insanlığa iyi bir dünya sunacak neticeye evirilmesi ve İslâm’ın görüşüne perde aralıyor olmasıdır.
Bu ayrılık ve kaçış, gençliği ve geleceği kontrol edip onları deist ve ateist yapmak için kullanılmaktadır. Zira bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gençlik arasında deist ve ateist olanların sayısındaki artışın perde arkasında yer alan düşünce budur.
Gençliği bu düşünceye kanalize etmek ve onları hiçleştirmek için iştahı kabartan, ağzı sulandıran, hayâlleri tavana vuran his, hız, haz ve heves ile gençlik tuzağa çekiliyor. Bu tuzağa düşen gençliğin kültürel değerleri de altıüst oluyor. Maya, doku, gelenek ve kültürel değerleri altüst olan gençliğin kimliği de unutturuluyor.
Aklı mantıklı, maksatlı ve hedef odaklı doğru kullanmanın kılavuzlarından olan Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin hayatı zaten ortadadır. Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin hayatının günlük yaşamda ne derece yaşandığını ve içselleştirildiğini okuyucuya bırakıyoruz. Ancak, kâinat kitabını okurken takip edilen bilimsel yolun ortaya koyduğu neticeden kaçarak gençliği tuzaktan kurtarmanın yolu fikir, akıl ve bilimsel sonuçları yorumlama melekesinin istenen düzeyde olması gereği vardır. Bu da müfredat ve ders içeriklerini değiştirmekle mümkündür.
Özellikle yüz yüze eğitim-öğretimde “yaparak öğrenme” ile çıkan bilimsel sonuçların ne anlam ifade ettiğini akla uygun kullanmak gerekir. Bu kolay değil, ancak bunu dünyada ilk yapabilecek ülkeler arasında Türkiye vardır. Türkiye’nin yapacağı ilk iş, bu uğurdaki potansiyelini vakit kaybetmeden harekete geçirmektir ve buna şiddetle ihtiyaç duymaktadır.