“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak”

Yalanın meşru bir siyâsî terminolojiymişçesine kabul görüşü, yalancıların aynalardan utanmayışı, göz bebeklerimize baka baka ihanet plânlarının yapılışı, sadece yitirilmiş değerlerden söz etmiyor son çeyrek asırdır. Artık omuzlara dostça dokunan eller azaldı. Vatan sınırlarını hiçe sayacak kadar edna bir seviyeden uzanıyor milletin kalbine derin yaralar açacak vahşi pençeler. Dilleri anlaşılmaz, hedefleri süfli bir heyecanla koşuyorlar hedeflerine...

EZELDEN beridir yazılmıştı kaderimize iyilik ve kötülüğün, hayr ve şerrin, siyah ile beyazın mücadelesi…

İnsanlığın Habil ile Kabil’den bu yana bitip tükenmez imtihanı tekerrür gibi görünse de, âdemoğlunun nisyan ile malûl oluşundandır ki, hep dinamik, hep yenidenlere duçar kaldı menkıbelerimiz.

Üstelik zaman ilerledikçe, insan değiştikçe değişti dilimiz, derdimiz, eylediğimiz, söylediğimiz. Fakat ibret levhası ayetler ile bildirilen hakikat hiç değişmedi! İş ki, gözümüzü yummayalım. Gündüzü kendimize gece yapmayalım!

Kimimiz yakın olduk, kimimiz yakîn kılındık.

Kimimiz bildik, kimimiz bildiğimizi eyledik.

Kimimiz bile isteye hüsrana talip olurken, kimimiz zulme “Dur!” dedik.

Kimileri zalim olmayı akletmekten saydı. Güçlüye yazdı adını.

Kim, kimler, kimseler hep birer insanlık hikâyesinin iyi ya da kötü kahramanları olarak geçti kayıtlara. İsmi belli liderler, ismi malûm ülkeler, şehirler, medeniyetler tarihin seyrine ivme kattı.

Bir de isimsiz kahramanlar vardır ki, onlar vatan için, devlet için, milletin namusu için toprağa şehadet ile düştüler. Adlarıyla birlikte şehitler ülkesine uçtu ruhları. Ve Türkiye’nin “15 Temmuz Zaferi”, yalanlanamayacak biçimde zamana iz bırakmakla kalmayıp, gelecek neslimize ve dünya insanlarına hainlerin uğradığı hezimeti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dirayeti, Türk milletinin muazzam zaferi hem tarihe, hem hafızalara altın harflerle yazıldı.

İyiler kazandı! İyiliği esas alanlar kazandı! Hem mânen, hem maddeten inşallah…

Bildiğim bir şey vardır ki, iyi olmak, kötü olmaktan daha zordur. Hatta sevmek de nefret etmekten daha zordur. Sevmek için çokça gerekçe yokken ortada, nefreti körükleyecek bir neden muhakkak vardır.

Bir de, iyilerin iradelerini idare etmeleri için prensipleri vardır. Erdem sahibidirler. İlâhî kameralarla seyredildiklerine inandıklarından, çirkinleşmekten, haksızlıktan, korkaklıktan, küfürden, çalıp çırpmaktan hayâ ederler. İhmâl konforuna tutulmamak için de her daim dinamik bir irade ile adımlarlar hayatı. Ve işte böylece iyilerden olma yolculuğu meşakkatlidir.

Ölçüsü olmayanın kolaydır çirkinliğe meyli. Dünyevî kameralara takılıp şöhret olma gibi küçük hedeflerle çirkinliğin, kötülüğün basamaklarını yükselme aracı olarak görürler. Prensip zannettikleri değerlerini küçük bedellerle takas edebilirler meselâ... İnanç gibi ulvî, vatan gibi kavi, hürriyet gibi daimî hedeflerden yoksun olduklarından, günü kurtarmanın sevincine tez kapılırlar. Hatta bir araya gelip kısa günün kârını ballandıra ballandıra anlatır, kutlama yaparak kendi başarılarını kendilerine benzeyenlerle kutsarlar. Alanlarından ve çevrelerinden pek dışarı çıkmadıklarından, iyilerin arasına karışmadıklarından, kötülüklerini kıyaslayacak değerlerden ve kriterlerden de yoksun olunca, eylemlerini başarıdan saymak kaçınılmaz olur. Bu bir özgüven bahşeder onlara. Cahilin fütursuzluğuna müsavi bu öz yanılgılarıyla ne yapsalar haklı, ne eyleseler başarı, ne söyleseler zekice gelir kendilerine. Dünyevî mâkâmların önünde iki büklüm oluşlarından bîhaber, tahta manken şıklığında poz verirler.

İyilerin ve kötülerin aralarındaki fark ile şekillenir imtihanlarımız. Bireyden topluma, toplumdan kavimlere, kavimlerden ülkelere sirayet eder insan olmaklığın temel dinamikleri. Böylece insanın değişimi, dönüşümü ve özellikle inanç prensipleriyle milletlerin ve halkların kültürel birikimleri şekillenir. Bu biçimleniş ülke halklarını diğer toplumların birikimlerinden ayıran özellikleri belirler. Tarihler boyunca milletleri kültürel anlamda ayıran en belirgin disiplin, dinler olmuştur. Ve hiç hız kesmeden, insanlık var olduğundan bugüne, hep din savaşlarının türlü biçimleriyle ülke halkları etki altına alınmaya, sınıflandırılmaya, ötekileştirilmeye çalışılmıştır. 

Ancak, cihanşümul değerlere haiz olanlar, son din İslâm’ın prensiplerine iman edenler için Rabbimiz tarafından müjdeli ayetler inzal olunmuştur. Yeni zaferlere adım adım yol almak için, aslımıza rücû etmekten başka çıkar yolumuz da yoktur. Vahyî prensipler, Anadolu geleneklerimiz, öz kültürümüz ve millî değerlerimizle daha kavi bir bağ kuracağımıza, toplumumuzun kültürel bağışıklığını korumak için ihtiyacımız olan direniş aşısının kendi mirasımızda saklı olduğuna inanmalıyız.

Çünkü “kuzu postuna bürünmüş kurt” tabiri ahir zamanda, bizim vatanımızda, barındırdığı anlamdan fazlasını işaret eder oldu. Ki bu kendiliğinden gelişmiş bir refleks olmayıp, sair inanç ve sair dünyaperest disiplinlerin “şirketokrasi”leri aracılığı ile gerçekleştirildi. Ürkütücü bir hakikattir ki, kurtlar kuzulara postlarını gönüllü verirlerken, kuzular kurtlaşıp önce kendi insanına, kendi vatanına, kendi milletine diş biler hâle getirildiler.

Ne acıdır ki, o kurt postlarına bürünmeye bile isteye teşne oldu kimileri! Başımıza silah dayanmadan, kodlarımızla oynayarak başardılar bunu. Şimdi kurt postuna bürünmüş kuzularımız mı var, kuzu postuna bürünmüş kurtlarımız mı? Cevapsızlığımız, en temel sancımız!

Karmakarışık bir ahvâl ile duruyoruz yan yana. Bir zamanlar dost bilinenler, şimdi ihanete meyyâl sürüler hâlinde aramızda dolaşıyorlar. Ve 2023 hedefine koşuyorlar zincirinden boşalmış vahşi bir akledişle...

Yalanın meşru bir siyâsî terminolojiymişçesine kabul görüşü, yalancıların aynalardan utanmayışı, göz bebeklerimize baka baka ihanet plânlarının yapılışı, sadece yitirilmiş değerlerden söz etmiyor son çeyrek asırdır. Artık omuzlara dostça dokunan eller azaldı. Vatan sınırlarını hiçe sayacak kadar edna bir seviyeden uzanıyor milletin kalbine derin yaralar açacak vahşi pençeler. Dilleri anlaşılmaz, hedefleri süfli bir heyecanla koşuyorlar hedeflerine...

Durup seyretmek yahut aslımıza rücû edip ibadet eder gibi gayrete düşmek için şunun şurasında hepi topu 2 yıllık bir süreç var. Akif’in tavsiyesine kulak vermeli ve gelecek için kanatlanmalı... Ki aslımıza rucû edebilelim.

“Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak;

Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.

...

Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir’.

Davransana... Eller de senin, baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.”