EZELDEN beridir
yazılmıştı kaderimize iyilik ve kötülüğün, hayr ve şerrin, siyah ile beyazın
mücadelesi…
İnsanlığın
Habil ile Kabil’den bu yana bitip tükenmez imtihanı tekerrür gibi görünse de,
âdemoğlunun nisyan ile malûl oluşundandır ki, hep dinamik, hep yenidenlere
duçar kaldı menkıbelerimiz.
Üstelik
zaman ilerledikçe, insan değiştikçe değişti dilimiz, derdimiz, eylediğimiz,
söylediğimiz. Fakat ibret levhası ayetler ile bildirilen hakikat hiç değişmedi!
İş ki, gözümüzü yummayalım. Gündüzü kendimize gece yapmayalım!
Kimimiz
yakın olduk, kimimiz yakîn kılındık.
Kimimiz
bildik, kimimiz bildiğimizi eyledik.
Kimimiz
bile isteye hüsrana talip olurken, kimimiz zulme “Dur!” dedik.
Kimileri
zalim olmayı akletmekten saydı. Güçlüye yazdı adını.
Kim,
kimler, kimseler hep birer insanlık hikâyesinin iyi ya da kötü kahramanları
olarak geçti kayıtlara. İsmi belli liderler, ismi malûm ülkeler, şehirler,
medeniyetler tarihin seyrine ivme kattı.
Bir
de isimsiz kahramanlar vardır ki, onlar vatan için, devlet için, milletin
namusu için toprağa şehadet ile düştüler. Adlarıyla birlikte şehitler ülkesine
uçtu ruhları. Ve Türkiye’nin “15 Temmuz Zaferi”, yalanlanamayacak biçimde zamana
iz bırakmakla kalmayıp, gelecek neslimize ve dünya insanlarına hainlerin
uğradığı hezimeti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dirayeti, Türk milletinin
muazzam zaferi hem tarihe, hem hafızalara altın harflerle yazıldı.
İyiler
kazandı! İyiliği esas alanlar kazandı! Hem mânen, hem maddeten inşallah…
Bildiğim
bir şey vardır ki, iyi olmak, kötü olmaktan daha zordur. Hatta sevmek de nefret
etmekten daha zordur. Sevmek için çokça gerekçe yokken ortada, nefreti
körükleyecek bir neden muhakkak vardır.
Bir
de, iyilerin iradelerini idare etmeleri için prensipleri vardır. Erdem
sahibidirler. İlâhî kameralarla seyredildiklerine inandıklarından,
çirkinleşmekten, haksızlıktan, korkaklıktan, küfürden, çalıp çırpmaktan hayâ
ederler. İhmâl konforuna tutulmamak için de her daim dinamik bir irade ile
adımlarlar hayatı. Ve işte böylece iyilerden olma yolculuğu meşakkatlidir.
Ölçüsü
olmayanın kolaydır çirkinliğe meyli. Dünyevî kameralara takılıp şöhret olma
gibi küçük hedeflerle çirkinliğin, kötülüğün basamaklarını yükselme aracı
olarak görürler. Prensip zannettikleri değerlerini küçük bedellerle takas
edebilirler meselâ... İnanç gibi ulvî, vatan gibi kavi, hürriyet gibi daimî hedeflerden
yoksun olduklarından, günü kurtarmanın sevincine tez kapılırlar. Hatta bir
araya gelip kısa günün kârını ballandıra ballandıra anlatır, kutlama yaparak
kendi başarılarını kendilerine benzeyenlerle kutsarlar. Alanlarından ve
çevrelerinden pek dışarı çıkmadıklarından, iyilerin arasına karışmadıklarından,
kötülüklerini kıyaslayacak değerlerden ve kriterlerden de yoksun olunca,
eylemlerini başarıdan saymak kaçınılmaz olur. Bu bir özgüven bahşeder onlara.
Cahilin fütursuzluğuna müsavi bu öz yanılgılarıyla ne yapsalar haklı, ne
eyleseler başarı, ne söyleseler zekice gelir kendilerine. Dünyevî mâkâmların önünde
iki büklüm oluşlarından bîhaber, tahta manken şıklığında poz verirler.
İyilerin
ve kötülerin aralarındaki fark ile şekillenir imtihanlarımız. Bireyden topluma,
toplumdan kavimlere, kavimlerden ülkelere sirayet eder insan olmaklığın temel
dinamikleri. Böylece insanın değişimi, dönüşümü ve özellikle inanç
prensipleriyle milletlerin ve halkların kültürel birikimleri şekillenir. Bu
biçimleniş ülke halklarını diğer toplumların birikimlerinden ayıran özellikleri
belirler. Tarihler boyunca milletleri kültürel anlamda ayıran en belirgin
disiplin, dinler olmuştur. Ve hiç hız kesmeden, insanlık var olduğundan bugüne,
hep din savaşlarının türlü biçimleriyle ülke halkları etki altına alınmaya,
sınıflandırılmaya, ötekileştirilmeye çalışılmıştır.
Ancak,
cihanşümul değerlere haiz olanlar, son din İslâm’ın prensiplerine iman edenler
için Rabbimiz tarafından müjdeli ayetler inzal olunmuştur. Yeni zaferlere adım adım
yol almak için, aslımıza rücû etmekten başka çıkar yolumuz da yoktur. Vahyî
prensipler, Anadolu geleneklerimiz, öz kültürümüz ve millî değerlerimizle daha
kavi bir bağ kuracağımıza, toplumumuzun kültürel bağışıklığını korumak için
ihtiyacımız olan direniş aşısının kendi mirasımızda saklı olduğuna inanmalıyız.
Çünkü
“kuzu postuna bürünmüş kurt” tabiri ahir zamanda, bizim vatanımızda, barındırdığı
anlamdan fazlasını işaret eder oldu. Ki bu kendiliğinden gelişmiş bir refleks
olmayıp, sair inanç ve sair dünyaperest disiplinlerin “şirketokrasi”leri
aracılığı ile gerçekleştirildi. Ürkütücü bir hakikattir ki, kurtlar kuzulara
postlarını gönüllü verirlerken, kuzular kurtlaşıp önce kendi insanına, kendi
vatanına, kendi milletine diş biler hâle getirildiler.
Ne
acıdır ki, o kurt postlarına bürünmeye bile isteye teşne oldu kimileri!
Başımıza silah dayanmadan, kodlarımızla oynayarak başardılar bunu. Şimdi kurt
postuna bürünmüş kuzularımız mı var, kuzu postuna bürünmüş kurtlarımız mı? Cevapsızlığımız,
en temel sancımız!
Karmakarışık
bir ahvâl ile duruyoruz yan yana. Bir zamanlar dost bilinenler, şimdi ihanete
meyyâl sürüler hâlinde aramızda dolaşıyorlar. Ve 2023 hedefine koşuyorlar
zincirinden boşalmış vahşi bir akledişle...
Yalanın
meşru bir siyâsî terminolojiymişçesine kabul görüşü, yalancıların aynalardan
utanmayışı, göz bebeklerimize baka baka ihanet plânlarının yapılışı, sadece
yitirilmiş değerlerden söz etmiyor son çeyrek asırdır. Artık omuzlara dostça
dokunan eller azaldı. Vatan sınırlarını hiçe sayacak kadar edna bir seviyeden
uzanıyor milletin kalbine derin yaralar açacak vahşi pençeler. Dilleri
anlaşılmaz, hedefleri süfli bir heyecanla koşuyorlar hedeflerine...
Durup
seyretmek yahut aslımıza rücû edip ibadet eder gibi gayrete düşmek için şunun
şurasında hepi topu 2 yıllık bir süreç var. Akif’in tavsiyesine kulak vermeli
ve gelecek için kanatlanmalı... Ki aslımıza rucû edebilelim.
“Âtiyi karanlık
görerek azmi bırakmak;
Alçak bir ölüm
varsa, emînim, budur ancak.
...
Ey dipdiri meyyit,
‘İki el bir baş içindir’.
Davransana...
Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket
yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun
bana... Sen böyle değildin.”