Ateş topuyla hakikate uçulmaz

Her insanın kendisine ait bir hakikati vardır. Kişi kendisindeki bu hakikati sahnede sergilediği ölçüde kendisi olur ve bağımsızlık bayrağını dalgalandırır. Bu kişide parlayan öyle bir hakikattir ki, insana gerçeklik kazandıran özdür. Bu hâl, bireyin tam olarak hür olması anlamına karşılık gelir. Hakikatten nasiplenmeyen bedenler her bahar farklı açarlar. Bu açış en büyük yalandır.

DOĞRU olan şey ve hakikat, sözlükte “gerçek” kelimesiyle ifade edilir. “Hakikat” kelimesi, “hakk” kökünden türemiştir. Hakikatin korunmasından maksat, bayrak ve sancak gibi değerlerin himayesidir. Özgür olmayanın bayrağı da olmaz. Vatanın bağımsızlığını bayrak temsil ederken, bireyin bağımsızlığı hiçleştiriliyor.

Zamanla değişmeyen değerler, riyadan arınmış amel ve maksada uygun söz, “hakikat” kelimesinin anlamları arasında yer alır. Zamanın kendisine benzetmediği kişi, makbul olandır. Bu kişilerin nadir sayıda olduğunu görmek gerekir. Mal, mülk, para ve arsa prangasına bağlı kalmayan kaç kişi var?

Matematikçiler bilirler; zamana bağlı bir ifadenin pozitif ve negatif gibi iki kökü, o ifadenin çözümüdür. Ancak fizikçiler de bilirler ki, bu çözümlerden negatif olan, gerçek değildir. Bunun tek nedeni, geçmişin geri döndürülememesidir. Bu nedenle matematiksel olan bu çözüm, fiziksel bir çözüm değildir.

Bazı insanlar ekonomik olarak doyum noktasına ulaştıklarında ve dünyadan beklentileri kalmadığında hakikati söylemeye başlarlar. Hayattan göçen insanların kıymetleri sonradan anlaşılır. Aksi durumda sadece karinelerden bile hayatları kararan insanlara şahit olunması, gözle görülenlerin bile dillendirilmesine engel teşkil ediyor.

Her bahar, güller aynı renkte açar. Yağmur hep bilindik şekilde toprakla buluşur. Rüzgâr, aynı esintiyi muştular. Tohum hep aynı ağacın filizini toprak altından çıkarıp gösterir. İşte zamanla çevrede değişmeyen hakikat budur! Zamanın kendisine benzetmediği kişiler de böyledirler. Tabiat olaylarının çevreyle uyumlu ve hep aynı baharda pembenin açılması bir ölçü ve işarettir. Bahar pembesini açarken bir hesap yapmaz, çıkara bakmaz. Gül, sadece kul olan dalda pembe açar.

Gerçek/hakikat, sözün özle uyumu anlamına da gelir. Diğer bir ifadeyle, kişinin düşüncelerinin dış dünya ile olan ahengidir. Özü sözü bir olmak, takdir edilen ve makbul olan bir kişilik durumudur. Söz ve öz uyumu, ender rastlanan bir durumdur. Bu yolda çok engel ve tuzaklar vardır. Kişinin kendisine koyduklarının yanında toplum ve çevrenin de koydukları bağlar vardır.

Aldanılışın en büyüğü, bu bağlara insanın kendi rızasıyla girmesidir. Buna girerken, hak etmediklerini elde etme tercihi yapar. Sorumluluk tamamen kişinin tercih ettiğidir. Bir toplumda böyle tercihler çoğalırsa deccâl kaçınılmaz olur. Deccâl tutunulacak dal olarak görüldüğünde, deniz bitmiş demektir.

Deccâl, niteliğin egemenliğini bilirken niceliğin egemenliğinde yol yürür. Ancak takipçileri bütün idraklerini bu prangalarla kapatırlar. Hayat süren leşler bunlardır. Deccâl, niteliğin hakikatini, niceliğin egemenliğine çevirme yalancılığında öncüdür. Hayatı böyle noktalananlar, yuvarlanan ateş topunun sadece kalınlığını arttırırlar.

Evrende sadece hakikat vardır. İnsan hem söyleminde, hem kendi hayatında, hem de bıraktığı izde geleceklere en azından bu hakikatlerin gözeneklerinden bakmayı göstermelidir. Aksi takdirde gözeneklerin içi dışa, dışı içe çevrilirse hava delikleri birer zehirli oka çevrilip kişiyi vurur ve zehrini bedenine enjekte eder.

Her insanın kendisine ait bir hakikati vardır. Kişi kendisindeki bu hakikati sahnede sergilediği ölçüde kendisi olur ve bağımsızlık bayrağını dalgalandırır. Bu kişide parlayan öyle bir hakikattir ki, insana gerçeklik kazandıran özdür. Bu hâl, bireyin tam olarak hür olması anlamına karşılık gelir. Hakikatten nasiplenmeyen bedenler her bahar farklı açarlar. Bu açış en büyük yalandır.

Deccâl ve şürekâsı, birer plâstik insan derecesinde güneşten eridikçe ateş topunda dönerler. Evrende ne varsa yakıp kavururlar. Böylece rahmetten nasiplenemezler. Ateş topuna karşı koyup gençlik ve geleceğin yangından kurtulması şarttır.

“Vaadine sadakat katmak” olan “sıdk” kelimesi, yalanın karşıtıdır. Çıplak gerçeklik “hak”, bunun aslına uygun biçimde anlatılıp yaşanılması da “sıdk” kavramıyla ifade edilir. “Vaat” ise, sözü söyleyen kişinin zihnindeki, vicdanındaki bilgiyle uyumdur. Aslında kişinin Yaradan’a ve kendisine verdiği söz olarak görmek de yanlış olmaz. Şimdiki hayat ise, fani olan ve gözün gördüğü toprak dünyada yaşarken verdiği sözün eylem ile sınanmasından başka bir şey değildir. Bu sınanmada en büyük bağ, yalan dünyaya dört elle sarılırken vaade ne kadar sadakat gösterip gösterilmediği hakikat olarak karşıda duruyor.