
ZAMAN mefhumu durmaksızın ilerliyor. Geçmişin kayıtları tarih kronolojisinde yerini alırken her geçen gün o çizelgeye yeni olaylar ekleniyor. Geçmiş zaman hatırlanırken insan genellikle hüzünlenir. Yaşanmış olayların iyi veya kötü olması değildir mesele, önemli olan, bir daha olmayacak oluşudur. Acısıyla, tatlısıyla sevabıyla, günahıyla yaşanıp bitmiş ve artık değiştirilemez olmasıdır.
İnsanoğlu zaman makinesi icadı hayalleri kurar. İlk başta gelecek için yapılması istenilmektedir diye düşünürdüm ama yanıldığımı kabul ediyorum. İnsan, aslında geçmişi merak ediyor. Çünkü gelecek, insanı korkutur. Ölümün olduğu geleceğe gitme cesaretini gösterecek çok az insan vardır. Oysa herkes geçmişin pencerelerini merak eder. Kimi dinozor çağını merak ederken kimi antik Mısır medeniyetinin inşâsını merak eder. Örneğin İstanbul’un Fethi’ni görmek isterdim. Cengiz Han dönemini, Sultan Celalettin Harezmşah ile olan savaşını ve o cesur, genç kumandanın, Cengiz Han’ın ordusunu nasıl yendiğini izlemek isterdim. Efendimiz döneminde yaşanan olayların kesitlerini ve onun mübarek meclisinde bulunmayı, Sultan Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü işgal eden Haçlılarla olan savaşını bilmek, o zafer sevincine şahitlik etmek isterdim.
Kudüs deyince nedense tüm yollar kapanıyor. Saatin tik takları duruyor ve keder bulutları yüreğimizde toplanıyor. Tarihin onca döneminde bulunmak istememe rağmen o mübarek beldenin ismi yine yüreğimizi titretmeye devam ediyor. Kudüs hususunda yaşananları yaşandığı dönemleriyle bilmek, aslında dünya tarihini özetlemek gibidir. Hz. İsa (as) Peygamberden Hz. Muhammet (sav) Efendimize, Hz. Ömer (ra) döneminden Osmanlı idaresine ve günümüze hemen her devirde orası bir tür yol ağzı oldu. Kesişmelerin en çok olduğu bölge olması nedeniyle Kudüs’ü bilmenin dünya tarihini bilmeye eş değer olacağını düşünmekteyim.
Geçmişte de günümüzde de aynı bedellerin ödendiği coğrafya sanki dünyanın tüm vebalını omuzunda taşıyor. Bin yıla yakın zaman önce başlayan o talihsiz seferler yalnızca bir savaş değildi. Haçlı Seferleri aslında dünyanı yüreğine vurulmuş bir hançerdi. Milletleri, dinleri birbirine düşman eden en büyük olaydı. Başlaması ve bitmesi tarihsel süreçte yaklaşık üç asır sürmüştür. Lakin etkileri bugün dahi iliklerimize kadar hissettiğimiz ve kanaması bir türlü bitmek bilmeyen yaraya dönüşmüştür. Osmanlı idaresi haricindeki zamanlarda huzurun uğramadığı, oralarda yaşayanların hep bir bedel ödediği ve bu bedelin genelde kan olduğu bir gerçektir.
Henüz yapılan ateşkes bile zalimin zulmünü bitirmiş değilken, soykırım günlerini aratmayan açıklamalar ve gelecek planların ortaya çıkması daha da acı. Dün topraklarını yani vatanını korumak uğruna devlere kafa tutan bir avuç yetimin zaferine tanık olduk. Allah’ın vaadi olan zafere sevinmemize fırsat olmadan yeni ve daha büyük sorunlarımızın olduğu ortaya çıkmıştır.
Bin yıllık ateş hattında zalimin aklı bir türlü kabullenemedi. Roma döneminden günümüze tüm Batı’nın gözünde o beldelere hâkimiyet arzusu sönmedi. Hedefleri için yapmadıkları vahşet, izlemedikleri soykırım, geri durmadıkları bozgunculuk kalmadığı gibi günümüzde de hâlen devam etmekteler. Yarına dair uçuk ve akıl ötesi planlarını ekranlarda deklare ederken utanmayı bırakın, sanki lütufmuşçasına söylemleri tam bir trajedidir. Gazze ve Filistin için tasarlanan planların konuşulduğu platformlara baktığımızda sanki evinin bahçesine bir havuz inşâ etmek isteyen mal sahibi biri gibi davranışları kabul edilemez. Savaşla, soykırımla yenemedikleri bir avuç yetimi politika ile yok etmenin yollarını aradıkları gün gibi ortada. Lakin hesaplamadıkları başka bir gerçek daha var. Evet, İslâm dünyası sessiz olabilir. Devletleri yönetenler sessiz olabilir ama inananlar sessiz değil.
Bıçağın kemiğe dayandığı noktada uykudan uyanan Türk, sessiz değil. Hani, “Oğuz’un uykusu derindir. Bıçak kemiğe gelmeden uyanmaz!” diye bir söz var, gerçekten ateşle oynadıklarının farkında değiller. Olmayacak rüyalara dalarak basit amaçlarını olur duruma getirme gayretlerini gören gözler, tartan dimağlar sessiz değil. Dünyanın efendisi rolünde olanların karşısında yükselen kitleler hiç sessiz değil.
Sessiz çığlıkların haykırışı, zamanla sesi yüksek çıkanları durduracağına inanıyorum. Bu zulüm elbette bitecek ve muhkem kuleleri içinde yeryüzüne hükmettiğini düşünen bedbahtlar yenilecek. Mesafe olarak yakınlara düşen bir bomba yüzünden sığınağa koşar adım kaçışlarını izledik, kaçamayacakları günleri de göreceğimize inanıyorum. Lakin bu son olmayacak ve öyle zannediyorum ki daha ağır imtihanlar sırada olacak.
Bir dostum, geçmiş yazılarımda genellikle bahsettiğim “yaklaşan şer” konusunda ne demek istediğimi, nasıl bir şer beklediğimi sordu. Kıymetli okurlarım, kötülük tellalı değilim. Lakin Allah’ın vaadi, Efendimizin hadisleri ışığında ahir zaman kavramının az çok içerisinde olduğumuz aşikâr. Örneğin, kıyametin küçük alametlerine göz attığımız vakit günümüzde yaşanan hayatın o alametleri taşıdığı gerçeği ne yazık ki mevcuttur. Zamanın sahibi Yüce Allah’ın takdiri nedir, bilinmez. Kıyametin vakti saati ne zamandır, bilinmez; lakin alametler bir bir gerçekleşiyor. Bu durum göstermektedir ki, zulüm artacak. Yeryüzünden kaldırılacak olan bazı kavramsal varlıkların (bereket, ar-hayâ…) gittikçe yokluğa doğru uzandığı yadsınamaz. Öyleyse yaklaşan şer, inananların her daim daha zor zamanlar geçireceği ve daha büyük hadiselere maruz kalacağına dair bir öngörüdür. Bu durum beni, o zamanın geleceği ve bundan kaçınılamayacağına inandırıyor.
“Düşmanın silahıyla silahlanın!” ve “Gücünüz yettiğince savaş atları hazırlayın!” emri beyhude değildir. Demek ki, o şer vakti gelmeden önce düşman ile karşı karşıya geleceğimiz ve onlara karşı zafer elde edebilmek için hazırlanmamız gerektiği hususu tüm inananların dikkate alması gereken konudur.
Bin yıllar toz olurken zaman değirmeninde geriye ne kaldığına bakmak, insan için önemli. Döndürülemez, değiştirilemez olan geçmiş, ders alınması ve hataların tekerrür etmemesi için bizlere verilmiş büyük bir anahtardır. Dünü unutmadan yarını inşâ etme gayretleri en büyük görevimizdir. Aksi halde bugün Kudüs ve Gazze için döktüğümüz gözyaşlarını yarın başka İslâm beldeleri ve inşallah yaşanmaz ama kendi ülkemiz için de dökmek zorunda kalabileceğimiz gerçeği karışımızda durmaktadır. Yaklaşan Ramazan-ı Şerifîmizin hayırlara vesile olmasını temenni ediyor ve esenlikler diliyorum.