Ateş düştüğü yeri yakar ya da Ülkücülük, suskunluk ve korkaklık

Köklü bir siyâsî kanadın liderinin cümle içinde kimlere sopa gösterdiğini elbette mesajın muhatapları bilecektir. Belli ki bizim bilmediğimiz ama merak ettiğimiz konu başlıkları var. Bu da varsayımlar arasında yer alıyor.

BAŞLIĞI atarken de, yazıyı kaleme alırken de zorlandım ama evvelinde çokça üzüldüm.

Hatırlanacağı üzere yeni yıla hazırlandığımız günlerde, senenin son Cuma namazının eda edildiği vakitte, başkent Ankara’da gerçekleşen bir suikast sonucu eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sinan Ateş’in hayatını kaybettiğini öğrendik.

Normal şartlarda “Son Dakika” başlığı ile haber ajanslarının anons etmesi beklenen saldırıyı sosyal medya devi Twitter üzerinden öğrenmişti kamuoyu.

Suikasta uğrayan kişi önemli bir figürdü. Cumhur İttifakı’nın ortaklarından MHP’nin gençlik lokomotifi Ülkü Ocakları’nın eski Genel Başkanı ve aynı zamanda Hacettepe Üniversitesinde görev yapan bir akademisyen…

Çok önemli bir seçime hazırlanan Türkiye, epey bir süredir sesi soluğu kesilen, Taksim saldırısıyla başlayan ve 90’lı yıllardaki faili meçhul cinayetleri hatırlatan provokatif bir haberle sarsıldı o gün.

Bol çukurlu dizilerin platosu hükmünde olan ülkemiz, Çukurambar’da meydana meşum saldırının emrinin kimler tarafından ve ne için verildiğini tartışmak yerine, giderek derinleşen bir “suskunluğu” tartışmaya başladı.

Eski MİT mensubu merhum Mahir Kaynak’a atfedilen “Bir olay olduğunda olayın failini bulmak istiyorsanız, olayın sonucunun kime yaradığına bakın. Bu olay kimin işine yarar? Bunu bilirseniz, bu işi kimin yaptığını da bilirsiniz” sözünden yola çıkarak, hâdiseden zarar görenleri ya da fayda umanları daha net görebilmemiz için bir ışık yakmak istedim. Tıpkı konuyu kaleme alan diğer meslektaşlarım gibi…

Cinayetin ardından MHP Genel Merkezi’nin ve özellikle Ülkü Ocakları’nın büründüğü suskunluk, tabanda ciddî şekilde sorgulanmaya başladı. Çok sesli dillendirilmesine rağmen MHP ve Ülkü Ocakları’na bağlı teşkilatlardan istenen refleksler gelmeyince bu sefer istifalar gelmeye başladı. Acaba bu, istenen bir sonuç muydu?

Saldırıdan yaklaşık beş gün sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Salı günü gerçekleşen grup toplantısında isim vermeden, üstü kapalı bir şekilde suikastla ilgili sessizliğe değindi ve dedi ki, Suskunluğumuzun asaletinden kimse cesaret almaya kalkmasın. Bize ayar verme küstahlığına tevessül etmeleri sonuç vermeyecek. Yapılan hesaplar ters tepecektir”.

Köklü bir siyâsî kanadın liderinin cümle içinde kimlere sopa gösterdiğini elbette mesajın muhatapları bilecektir. Belli ki bizim bilmediğimiz ama merak ettiğimiz konu başlıkları var. Bu da varsayımlar arasında yer alıyor.

Suskunluk sadece Ülkücü camia için değil, iktidarı elinde bulunduran AK Parti için de geçerliydi. Özellikle İçişleri ve Adalet Bakanlarının açıklama yapmamaları dikkatlerden kaçmadı.

Konuyla ilgili AK Parti MKYK üyesi Metin Külünk’ün kendi sosyal medya hesabı üzerinden birkaç paylaşımı oldu -ki oldukça değerliydi-:

“Türkiye bir kez daha karanlık merkezlerin kirli bir operasyonu ile karşı karşıya kaldı. Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı, bu topraklara sadakatinden şüphe etmediğimiz vatansever Öğretim Üyesi Sinan Ateş’in bir suikasta kurban gidişi hepimizi üzmüştür, başımız sağ olsun.”

Yargı ve güvenlik güçlerinin provokatif operasyonu çözeceğine ve vakti geldiğinde kamuoyuna gereken açıklamaları yapacağına olan inancını dile getiren Külünk yanılmadı ve failler, suikastı gerçekleştiren motorlu saldırgan ile olayda dahli olanlar gözaltına alındı ve önceki gün de tutuklandılar.

En azından eylem “faili meçhul” statüsünden çıkmış oldu.

Biz yeniden başlığa geri dönelim…

Yan yana gelmeyecek iki element gibidir suskunluk ve korkaklık

Yakından tanıdığım ve harekâtın rüzgârını yemiş hiçbir Ülkücünün hiçbir zaman susmadığını ve susmayacağını, hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmadığını ve korkmayacağını bilen biri olarak devam ediyorum yazıma…

Son 40 yılda terör illetinden yitirdiğimiz, şehadet şerbeti içmiş milyonlarca vatan evlâdına dair insanın içini parçalayan karelerde yer alan, babasız ya da anasız kalan öksüz ve yetimler halkasına Sinan Ateş’in de iki evlâdı dâhil oldu. Bir de evlâdını, kardeşini yahut eşini kaybedenler vardı. Tıpkı Sinan Ateş’in hayat arkadaşı gibi… Bizler çok üzüldük ama “Ateş düştüğü yeri yakar” gerçeğinden yola çıkarak en çok da bahsini ettiklerimizin göğsüne yapıştı o kor.

Merhum Sinan Ateş, Türk-İslâm ülküsünün bir nevi vücut bulmuş hâliydi. Senelerce bir süvari gibi at koşturduğu teşkilat saflarında kendisine tevdi edilen her görevi yerine getirmede kusursuz bir itaat anlayışına sahip Ocak Başkanı idi. Bu vazifeden evvel “uzun” sayılabilecek bir dönem, tam 12 sene boyunca Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın danışmanlığını üstlenmişti.

Katledilmesinin akabinde, kendi teşkilatınca taziyede bulunulmaması sorgulanmaya sebebiyet verdi. Dijital çağın gücü ve işlerliği göz önüne alınarak bir bilgilendirme ya da taziye, hatta bir kınama yapılabilir miydi? Elbette mümkün. Ancak oluşan beklentiye rağmen teşkilatın “sessizliği” tercih etmesi düşündürücü olmakla birlikte, beraberinde çeşitli tahminleri de gündeme getirdi.

Cenaze namazına bakınca, sessiz kalanlar kadar tekbir getirenlerin de sayısının azımsanmayacak düzeyde olduğuna şahitlik ettik. Etle tırnak gibi birbirine sadakatle bağlı olan Ülkücülerin kendi içinde mitoz bölünmeye doğru ilerlediğini ya da bunun istendiğini gördük. Benzer durum Akşener’i parti kurmaya iten dönemde de yaşanmıştı.

Bahsini ettiğimiz sessizliğin çokça önem atfettiğimiz 2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine sayılı haftalar kala gerçeklemesi, özellikle 15 Temmuz sonrasında AK Parti’ye omuz veren MHP seçmeninde olası bir “güven bunalımını” tetikler mi? Evet, bu soru düştü akıllara.

Bugün için “Yok canım, daha neler?” dediğimiz ihtimâlin yarın kadar yakın olan altı ay sonraki tarihî seçim sürecinde gerçekleşmeyeceğini kimse garanti etmez, edemez. Bu açıdan Sinan Ateş cinayetinin ve sonrasındaki sessizliğin başta Milliyetçi Hareket Partisi ile Ülkü Ocakları olmak üzere iktidarı elinde bulunduran AK Parti ve dolayısıyla Cumhur İttifakı’ndaki yansımalarını o gün hep birlikte görmüş olacağız.

Ülkenin selâmeti ve millî bekanın geleceği için umarım o gün, sessizlikten doğan bir nedamete sebebiyet vermez ve daha önemlisi, siyaset meydanlarında kurulan açık hava sofralarına meze olmaz. Zira incinen ve üzülen aile fertleri Sinan Ateş’ten geriye kalan birer emanet…