
HER türlü herzeyi yedikten sonra Atatürk’ün arkasına sığınanlardan bir tek bana mı gına geldi?
Karısını döven, ertesi gün Atatürk süveteri ile poz verir.
Şehit bacısına küfreden, arkasına tuğla kalınlığındaki Nutuk’u gözümüze sokarak açıklama yapar.
Gayrimeşru işlere bulaşan, soluğu Anıtkabir’de alır, Ata’nın huzurunda pir-ü pak oluverir.
Hatta otobüste, metroda, kamuya açık alanlarda başörtülülere saldıranların hepsi birer su katılmamış Mustafa Kemal askeridir. Atatürk ilkeleri ve inkılaplarının kendilerine verdiği yetki ile gerici yobazlara had bildirmeye kalkarlar.
Öyle ya, Atatürkçü bir erkeğin dövdüğü karısında güller biter. Bir Atatürkçünün küfrü Dîvan edebiyatı kadar edebîdir. Ve Anıtkabir her türlü dünyevî kirden arınma makamıdır.
Atatürk bu lâik devleti kurduysa hepimizin görevi kamusal alanda gerici yobaz avcılığı yapmaktır. Başörtülü, çember sakallı, sarıklı, cübbeli zevata gücümüz yetiyorsa elimizle, yetmiyorsa dilimizle müdahale etmeliyiz.
Buna da gücümüz yetmiyorsa kalbimizden buğz etmemiz gerekir ki o da Atatürkçülüğün en zayıf derecesidir.
Bu gibi eylemler Atatürkçülük için yapılması gereken bireysel davranışlardır. Bir de kurumsal olarak yapılan Atatürkçülük vardır ki aslında yazımızın ana konusu da birazcık budur.
“Kurumsal Atatürkçülük” denince aklınıza ilk gelen muhtemelen CHP’dir diye düşünüyorum. Sonuçta CHP, “Atatürk’ün partisi”.
CHP, yekvücut ve istisnasız olarak ve de tüm vekilleriyle birlikte Atatürk’ün açtığı yolda, kurduğu ülküde, gösterdiği amaçta hiç durmadan yürüyeceğine ant içmiş güzide bir partimizdir.
Ve CHP kurumsal Atatürkçülüğünü Mehmet Bekaroğlu, Sezgin Tanrıkulu, Canan Kaftancıoğlu, Eren Erdem, Ali Mahir Başarır, Ünal Çeviköz ve CHP’den ayrılmış olsa da Sera Kadıgil gibi ultra Atatürkçü isimler ile mütemadiyen icra eder.
Atatürk’ün partisi olarak yeri geldiğinde İHA-SİHA’lara olmadık laflar etmek, devletin istisnasız tüm kurumlarını itibarsızlaştırmak, yeri geldiğinde devleti katliam yapmak ve hatta seri katil olmakla itham etmek, hızını alamayıp TSK’ya “satılmış”, Türk askerine “lejyoner” demek, İran ile savaşırsak İran’ın, Suriye ile savaşırsak Esad’ın yanında olduklarını beyan etmek, PKK ve PYD/YPG’ye tek laf etmeden Türk Ordusuna çemkirmek Atatürkçülüğün esaslarındandır.
Geçen hafta ultra-süper Atatürkçülerden CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’na bir canlı yayında rast geldik. Nam-ı diğer SİHA Sezgin’e...
SİHA Sezgin’e göre Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaptığı her şey eleştiriden azade değil-miş. Kendisi bir milletvekiliymiş ve bunları sorgular-mış.
TSK, on beş köylüyü helikopterden atmamış mı meselâ? Köyleri kim bombalamış, kim yakmış? Bunları Ermenistan ordusu mu yapmış? TSK yapmış-mış. Kendileri bu konuların elbette üzerine gidermiş. Bunu da ulvi bir görev olarak yapıyormuş. Zira en azından TSK üzerinden bu tür şaibelerin kalkmasını istiyormuş.
Kıyamam ben SİHA Sezgin’in ince fikrine!
Yahu bu tip şaibeleri, suçlamaları bizzat siz atmıyor musunuz şerefli Türk Ordusu üzerine? Siz ne aşağılık bir görev üstlendiniz böyle! Tamam, “TSK’nın yaptığı her şey eleştiriden azade değil” diyelim. Ama PKK, PYD/YPG eleştiriden tamamen azade, öyle değil mi?
Zira bu zevatın (genel müdürleri de dâhil olmak üzere) bir kez olsun bu terör örgütlerini eleştirdiğine, kınadığına, lânetlediğine şahsen şahit olmuş değilim.
PKK ile mücadelede şehit olan askerlerimizin ardından bile “operasyonda/çatışmada şehit olan askerlerimiz” ile başlayıp devam eden mesajlar paylaşan, terör örgütünü kınamaya dili varmayan Atatürkçü (!) bir güruhla karşı karşıyayız.
Hatta bu Atatürkçüleri (!) birçok kez terörist cenazelerinde ağlarken, güneydoğuda terörist selâmları verirken görmüşlüğümüz vakidir.
TSK, on beş köylüyü helikopterden atmış-mış, öyle mi? Fanteziye bakar mısınız? On beş köylüyü helikopterden atmak için en azından on on beş de asker olması lâzım aynı helikopterin içinde. Pilotu ve mürettebatı da sayarsak mezkûr helikopterde kırk kişi filan varmış demek. Maşallah, helikopter helikopter değil, 500T otobüsü mübârek!
Yahu kardeşim! Bu şerefli ordu hendek olaylarında bir masumun canına halel gelmesin diye sekiz yüz şehit verdi. Dile kolay, tam sekiz yüz şehit! Türk askeri, o laf söyleyemediğiniz alçak PKK’nın elinden kurtardığı masumları sırtında taşıdı ambulansa kadar.
Siz ne biçim alçaklarsınız böyle! TSK masumları gözetmese iki günde o hendeklerin bir ucundan girer, öbür ucundan çıkardı dümdüz ederek ve tek şehit vermeden.
Bu şerefli orduya dil uzatmadan evvel o kokuşmuş ağzınızı yıkayın hele!
Bu şerefli ordu, iki bin beş yüz yıllık şanlı ve onurlu mazisinde sizler kadar alçak, bu kadar sinsi bir düşmanla karşılaşmadı. En sinsi düşmanımız bir ağacın ya da kayanın arkasına saklanır, pusu kurar, askerimizi tuzağa düşürürdü.
Sizler Atatürk’ün arkasına saklanıp, dokunulmazlık zırhına güvenip Türk Ordusuna pusu kuracak kadar çukursunuz. Üstelik bunu göğsünüzde “Atatürk’ün partisinin” rozeti varken yapıyorsunuz. Lafa gelince de “Mustafa Kemal’in askerleri” oluyorsunuz.
Bu alçaklığa, sırf siyâsî saiklerle ses çıkarmayan da bu suça ve iftiraya ortaktır. Kendinizi “Atatürk’ün partisine oy veriyorum” yahut “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye kandırmaktan vazgeçin artık.
“Atatürk’ün partisinin” durumu kabak gibi ortada. “Apo’nun partisi” ile can ciğer kuzu sarması. Kapalı kapılar arkasının pazarlıkçısı olmuş. Bunu da hâlâ görmüyorsanız, daha ben size ne diyeyim kardeşim? Uyanın da balığa gidelim o zaman!
Kalınız sağlıcakla efendim…