Atatürk gelse, elinin tersiyle vurur bunların ağzına

“Atatürk de Atatürk” diye tepiniyorlar ya, bilmeyen de çok seviyorlar, yolundan gidiyorlar sanacak. Alâkası yok! Vallahi Atatürk kalkıp gelse, bunların yüzüne tükürür. Yetmez, elinin tersiyle de ağızlarına vurur. “Çocuk, ben muasır medeniyet seviyesini yakalamak ve üstüne çıkmaktan bahsettim. Siz ne anladınız? Gel de anlat bakalım.”

YOK artık, bu kadar çapsız olamazlar!

Oldular bile. Bu kadar çapsızlar işte! Çap, yarıçap, çevre, hepsi ortada. Pi zaten sabit.

Atatürk Havalimanı için gürültü ediyorlar. Gürültü sağlığa zararlı.

İsmindeki Atatürk’ten dolayı imiş oranın yeşil alan yapılması.

Yerine yenisi yapıldı. Daha büyük, daha modern. Kaç sene oldu. Tıkır tıkır işliyor, ödül üstüne ödül alıyor. Dünyanın en iyi havalimanı seçiliyor. Yolcu sayısı da çok daha fazla.

İstanbul Havalimanı temeli atıldığı gün o tartışma bitmiş, geçersiz hâle gelmişti.

Seneler sonra bu anlamsız tartışmayı sürdürmek, birilerinin sermayeyi tükettiğine işaret.

Müflis tüccar, eski defterleri karıştırırmış. O hesap.

“Madem Atatürk isminden rahatsız değilsiniz, yenisine de Atatürk adını verseydiniz…”

Allah akıl dağıtırken siz neredeydiniz a kuzucuklar?

Aynı isimde iki tane havalimanı olur mu?

Önceki tamamen kapatılmıyor ki. Pistler duruyor. Gerektiğinde kullanılacak. Zaten kullanılıyor.

“O zaman ikisi de devam etseydi… Birçok Avrupa şehrinde üç havalimanı var. Meselâ Londra... Üç tane daha yapmayı düşünüyorlar.”

Sen de düşün biraz. Burada aynı hava koridoru ikisinin ihtiyacını karşılamaya elverişli değil.

İstanbul Havalimanı durup dururken yapılmadı.

Avrupa’dakilerle rekabet edebilmek için plânlandı. İstanbul’un aktarma merkezi olması hedeflenmişti.

Dünyanın salgın sebebiyle sarsıldığı, herkesin eve kapandığı dönemde bile yolcu sayısı bekleneni aştı.

Ayrıca Yeşilköy’deki Atatürk Havalimanı yetersiz kalıyordu. Şehir içinde kalmıştı ve oluşturduğu yoğun kalabalık, şehir trafiğini kilitlemekteydi.

Neresini anlamıyorsunuz?

“Atatürk” isminden rahatsız olunsaydı, gerçek anlamda şiddetle karşı çıktığınız Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi yenilendiğinde ismi değiştirilirdi.

Bunu söyleyince, kem küm ediyorlar.

“E o da bilmecenin aldatmacası” diyenlere benziyorlar o anda.

“Kanatları var uçar, miyav miyav der…”

Yahu bu nasıl bir şey? Kedi olsa, kanatları olmaz. Kuş olsa, miyavlamaz.

“E o da bilmecenin aldatmacası...”

*


Genel başkan olması hasebiyle, bunların en önde gideni Sabiha Gökçen’e de demediğini bırakmamıştı.

“Uçak inmeyen yere havalimanı yapıyorlar. Kaç milyon dolar harcandı? Bu neye benzer, biliyor musunuz? Tuz gölüne alabalık tesisi kurmaya…”

O zaman ağız tadıyla makaramızı sarmıştık.

Geçip gitmişti. Şimdi mecburen tekrar saracağız.

Anlama, öğrenme, eleştirilerden faydalanma, pay kapma yeteneği sıfır. O yüzden hâl ve gidiş de bozuk. Helva yiyiş nasıldır, görmediğimiz için bilmiyoruz.

Şimdi muhterem… Beri bak, tekrar edelim. Öncekini ya kaçırdın, ya anlamazdan geldin. O yüzden gözünü kulağını dört aç, dinle: Dünyanın her yerinde uçak inmeyen yere havalimanı yapılır. Sonra uçaklar inmeye kalkmaya başlar.

Biliyorum, yine anlamayacaksın. O yüzden tekrar tekrar edelim. Bak şimdi: Dünyanın her yerinde havalimanları uçak inmeyen yere yapılır. Sonra uçaklar inmeye kalkmaya başlar.

“Atatürk de Atatürk” diye tepiniyorlar ya, bilmeyen de çok seviyorlar, yolundan gidiyorlar sanacak. Alâkası yok! Vallahi Atatürk kalkıp gelse, bunların yüzüne tükürür.

Yetmez, elinin tersiyle de ağızlarına vurur.

“Çocuk, ben muasır medeniyet seviyesini yakalamak ve üstüne çıkmaktan bahsettim. Siz ne anladınız? Gel de anlat bakalım.”

“Paşam, biz onu çağdaş uygarlık düzeyine çevirdik, orada kaldık. Ne bir adım attık, ne bir çivi çaktık.”

Şimdi Allah aşkına söyleyin, böyle bir diyalog sonrası vurmasın da ne yapsın?

Paşa vurur ama ötekiler savunmaya, mazeret üretmeye devam eder elbette.

“Efendim, çivi çakamamamızın sebebi, iktidara gelemeyişimiz. Yoksa birkaç çivi çakardık muhakkak. İktidarı bir türlü bırakmadılar bize. Seçime girdik, kaybettik, girdik, kaybettik. Kaç oldu, sayamadım. Sandıkta hep onlar kazandı. Bunu Muharrem İnce iyi anlatmıştı vaktiyle. Ona sorsak…”

*

Bugünlerde Atatürk Havalimanı’nın millet bahçesi yapılmasına karşı çıkıyorlar ya, vaktiyle kendileri de aynı düşünceyi ileri sürmüşlerdi.

Hem de nasıl…

“Bu aslında benim projemdi” diyor eleman. Has eleman… En has eleman…

“Yeşil alan olmasını biz düşünmüştük. Çalmışlar. Telefonlarımızı dinliyorlar ya…”

Madem sizin projenizdi, sevinin. Niye karşı çıkıyorsunuz?

Kıvırmanın bin türlüsünü bildiğinden emin olduğumuz en has eleman, bin birinci kıvırmayı da gerçekleştiriyor.

“Ama bizimki biraz farklıydı. Böyle değildi ki…”

Otur, sıfır!

*

Turgay Güler ve Ahmet Hakan, kurulacak millet bahçesine Atatürk isminin verilmesini teklif ettiler.

Eğer mesele isimse, al sana isim.

Havalimanı ise, al sana havalimanı.

Rekorsa, al sana rekor. Amerika’dakinden bile büyük. O meşhur sentrıl park dediklerinden.

Yeter mi? Tamam mı? Oldu mu?

Elbette hayır!

Kabullenemezler. İkna olamazlar. Herhâlde mayasına yabancı madde karışmış.

Hâlbuki yorgan gidince kavga biter. Ortada yorgan kalmamış, alan gitmiş. Bunlar tek başına gürültü yapmaya devam ediyorlar.

Söyledik, gürültü çevre kirliliğidir. Sağlığa zarar verir. Moral bozar, can sıkar. Hayatı karartır. Umutsuzluğa yol açar. Yapana da yaramaz, maruz kalana da.

*

Üstelik öyle bir gariplik içindeler ki cümle âlem hayretle seyrediyor.

Devlete seri katil diyen il başkanlarıyla savunuyorlar bu çarpık duruşlarını.

Mustafa Kemal’in askerleri olmayı beğenmeyen, itici bulan il başkanlarıyla…

Evet, önce Can, sonra an…

Toplarsak, Canan…

Devlete niye seri katil diyor?

Teröristleri birer ikişer “etkisiz hâle getirdiği” için…

Bölücü teröristleri övmesi, sahip çıkması, Ermeni soykırımı diye tepinmesi, ülkesini aşağılaması, defalarca hakarette bulunması üzerine ceza veriliyor ama bir gün bile hapis yatmayacak.

Biz de buna mahkeme diyoruz, adalet diyoruz.

Afiyet olsun!