Aşura: Kerbelâ

2011’den beri Suriye’de milyondan fazla masum, savunmasız insanın katliamından doğrudan sorumlu olan İran yönetimi de Büveyhilerin bu bid’at törenlerini diri tutmaya, mümkün olduğu kadar kitlesel katılımlar için devlet imkânlarını seferber etmeye çalışmaktadır. Aşura törenleri Suriye, Irak ve Yemen gibi ülkelerde yapılan katliamları, işlenen zulümleri örtmeye yeter mi? Günümüzde Aşura törenleri halkı aldatma ve uyutma aracı hâline dönüşmüştür. Katliamcıların, zalim diktatörlerin Hazreti Hüseyin’in adını ve acısını kirli/kanlı işleri için bir örtü olarak kullanmaları, İslâm dünyası için oldukça hüzün verici bir sonuçtur.

İSLÂM tarihindeki önemli dramatik olaylardan biri, Kerbelâ Olayı’dır.

Hicrî 10 Muharrem 61’de (Milâdî 680) günü Irak’ın başkenti Bağdat’ın 100 kilometre kadar güneyindeki Kerbelâ adlı yerde Hazreti Hüseyin ve yanındaki 72 akraba ve dostunun vahşice, Emevîlerin Kûfe Valisi İbni Ziyad’ın gönderdiği askerler tarafından katledilmesi olayıdır.

“Kerbelâ” adının Akkadca ve Asûrice “sivri külâh” anlamına gelen “karballatu” kelimesinin Orta İbranice ve Ârâmicede “Karbelâ” şekline dönüştüğü yaygın bir görüştür. İkincisi, Arapça “Bâbil çevresi” anlamına gelen “Kuver Bâbil” tamlamasından ileri geldiği de etimolojisi hakkındaki bir bilgidir. Üçüncü görüş ise Yâkut el-Hamevî’de zikredildiği üzere, “ayakların yere yumuşak basması, ayakların yumuşak zemine basması, çamurda yürümek” ve “buğdayı ayıklamak ve temizlemek” anlamlarına gelen “kerbele” kökünden geldiği ileri sürülmüştür.

Kerbelâ; Necef ve Samarra gibi, Şiilerce önemli sayılan türbelerden dolayı adı “atebât-ı âliye” veya “atebât-ı mukaddese” olarak anılan mekânlardan birisidir. (E. Honigmann, “Karbalâ”, İA, C.IV, İstanbul Tarihsiz, s.580-582; Mustafa Öz, “Kerbelâ”, DİA, C. XXV, s. 271.)

***

İslâm tarihinde “Kerbelâ” ismiyle ilgili ilk bilgiler, Hâlid Bin Velid’in Hire’nin fethinden sonra bir sefer dönüşünde ordusuyla 634’te Kerbelâ’ya gelip konaklamasından dolayı yer almıştır. (E. Honigmann, a.g.m.)

Hazreti Hüseyin’in yakınlarıyla birlikte 10 Muharrem günü katledilmesi, sonuçları bakımından tarihin şahit olduğu önemli olaylardandır. Ancak Hazreti Hüseyin’den sonra gelen dokuz imam zamanında bir Aşura Günü töreni yapılmamıştır. Abbasiler döneminde Hazreti Hüseyin için Kerbelâ’da yaptırılan türbe/mezar özellikle ziyaret edilmiştir. Türbenin masraflarının karşılanabilmesi için de Halife Mehdi-Billah’ın (ö. 785) annesi Ümmü Mûsâ bint Mansûr tarafından bir vakıf oluşturulmuştur.

Ne var ki, bir başka Abbasî Halifesi Mütevekkil ‘Ale’llâh (ö. 861) ise Şia’ya düşmanlığından dolayı Hazreti Hüseyin’in türbesi ve çevresindeki ev ve muhtelif yapıları yıktırıp düzlettirerek burayı tarım alanına çevirtmiştir. Burayı ziyarete gelenleri de en ağır şekilde cezalandıracağını ilân etmiştir. Abbasilerin Şiilere ve özellikle onların ziyaret yerlerine karşı tutumları farklılık göstermiştir. Ancak Abbasiler döneminde bugün yapılagelen Aşura/ Muharrem/ Kerbelâ törenlerinin bir benzerinin yapıldığını gösteren  hiçbir bilgi yoktur.

Bugün yapılmakta olan Kerbelâ törenleri Büveyhoğulları (934-1062) ile birlikte ortaya çıkmıştır. Büveyhî Sultanı Müîzü’ddevle, 963 yılı Muharrem’inin 10 uncu gününde, Bağdat’ta çarşı ve pazarların kapatılmasını, ticaretin durdurulmasını ve halkın da kaba çuldan elbiseler giyerek sokaklarda ağıtlar yakmasını emretmiştir. Kadınların da siyah kıyafetlerle sokaklara çıkmaları, gruplar hâlinde şehirde dolaşmaları, elbiselerini parçalamaları, yüzlerine vurmaları ve ağıt yakmalarını istemiştir (İbnü’l-Esîr, El-Kâmil Fit-Tarih, C. VIII, s.549).

Suyuti, bu merasimin Hazreti Hüseyin adına Bağdat’ta yapılan ilk tören olduğunu belirtilmiştir (Suyutî, Tarih, 347).  

Muiziüd’devle, Aşura törenleri ile bir yas ve matem günü kabul ettirmişken, aynı zamanda Zilhicce’nin 18 inci gününü de Ğadîrhum Günü Bayramı” olarak ilân etmiştir. (İbnü’l-Cevzî, Muntazam, C.XIV, s.189, 196.)

Bu gün de şehirler süslenir, davullar çalınırdı. (Aktaran: Ahmet Güner, Büveyhîlerin Şiî-Sünnî Siyaseti, İzmir 1999, s. 101-105.)

Büveyhîlerin ihdas ettikleri bu matem günü ve Ğadîrhum Bayramı ile birlikte Hazreti Hüseyin’in şehit edildiği mekân Kerbelâ, daha da büyük bir önem kazandı. Büveyhilerle birlikte Hazreti Hüseyin’in kabri/türbesi yerine “meşhed” deyimi kullanılmaya başlanmıştır.

Kerbelâ’da Hazreti Hüseyin’in türbesinin etrafında yapılan işler hakkında gözlemlerini aktaran ünlü kişilerden biri de seyyah İbni Batuta’dır. Türbenin gümüşten yapılmış olan eşiğinin hürmetle öpüldüğünü, mezarın bulunduğu yerde altın ve gümüş kandillerin asılı olduğunu, kapılarda ipek perdelerin bulunduğunu belirtmiştir. İbni Batuta, şehir halkının İmâmiyye mezhebine bağlı olduğunu ve şehrin Rahîkoğulları ve Fâizoğulları olarak iki kısma ayrıldığını, aralarında kavga ve dövüşün hiç eksik olmadığını, bundan dolayı da şehrin harap vaziyette olduğunu ifade etmiştir. (İbn Batûta Seyahatnâmesi, Çev. A. Sait Aykut, C.I, İstanbul 2022, s.313)

Şiilik uygulamaları hakkında Safevî Devleti, Büveyhoğullarının takipçisi olmuştur. Safevilerin iktidarıyla Şiilik hem İran, hem de Irak’ta hâkim hâle geldi. Sünnîlik şiddetle bastırıldı, sufi türbeleri tahrip edildi ve Şiî imamların türbelerini ziyaret, Mekke’ye hacdan daha ön plâna çıkarıldı. Böylece Kerbelâ ve Necef’teki meşhetler birer hac merkezine dönüştürüldü. (Lapidus, İslâm Toplumları Tarihi, Çevirmen: Tayfun Atay, C.1, s. 408, 410; Honigmann, a.g.m.)

Şah Birinci Abbâs, 1032 Şevvâl’de (Temmuz 1623) Bağdat’ı kuşattı ve üç aylık zorlu muhasara sonrasında şehri ele geçirdi. Şehre giren Safeviler Bağdat’ta Sünnîlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde katliama giriştiler ve bu esnada Ebû Hanife’nin daha önce Osmanlılar tarafından yapılmış olan türbesi ile diğer mekânları da tahrip ettiler. (İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1995, III, 148-160.)

Kasr-ı Şirin Anlaşması ile tekrar Osmanlı yönetiminde kalan Irak’ta mezhepler arasında uzun süre bir sükûnet sağlanmıştır. Bu sükûnet barış dönemini, 1800 senesinde Necef’i ziyarete gelen Hazâ’il aşiretlerinden bir grup Şiî ile buraya ticaret için gelen Vahhâbî topluluğu arasında büyük bir çatışma çıkana kadar sürdü. Burada 300 Vahhâbî öldürüldü.

Necef’teki bu saldırı Vahhâbîler için güzel bir fırsat oluşturdu. 1801 yılında Abdülaziz’in oğlu Su’ûd yönetimindeki 10 binin üzerinde Vahhâbî, askerin olmadığı ve halkın da Muharrem matemlerinde olduğu Kerbelâ’ya saldırdı. Hâlbuki Vahhâbîlere saldırı Necef’te olmuş idi. Necef’in müstahkem olmasından dolayı Vahhâbîler korunmasız olan Kerbelâ’yı tercih ettiler. 20 Nisan 1801’de sabaha karşı batı kapısından Kerbelâ’ya girdiler. Önce bid’at olarak gördükleri Meşhed-i Hüseyin’i tahrip ettiler. Mezarların kubbelerini yıkıp süslemelerini bozdular ve altın ile gümüş namına değerli ne varsa ganimet olarak aldılar.

Yarım gün süren bu saldırıda 3 binden fazla Şiî katledildi. (Zekeriya Kurşun, Necid ve Ahsâ’da Osmanlı Hakimiyeti, Vehhâbî Hareketi ve Suud Devleti’nin Ortaya Çıkışı, Ankara 1998, s. 34,39; E. Honigmann, a.g.m.)

Öldürülen insanların arasında Muharrem törenlerine gelen İranlılar da bulunuyordu.

***

Vahhâbî işgalinden sonra kitlesel olamayan Aşura törenleri, Baas Partisi’nin askerî bir darbeyle yönetimi ele geçirmesine kadar (1968) yapılmaya devam etmiştir.

Baas döneminde yasaklanan bu törenler, ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte 2003’ten itibaren yeniden başlamıştır. İran’da Şehinşahlık dönemi (1924) ile başlayan Aşura törenleri kesintisiz devam etmiş ise de 1979 Halk Devrimi’nden sonra bir çeşit devlet siyaseti olarak benimsendiğinden dolayı artarak büyük kitlelerin katılımına teşvik edilmiştir.

Törenlerde kan akıtılması esastır. “Celde” adlı demir bir kamçı ile katılımcılar sırtlarına vurup kanatarak, bıçaklarla her yaştan insanın kafa derisi çizilip kanının akması temin edilerek, ağır cisimler taşınarak Hazreti Hüseyin ve dostlarının çektiği acılar anlaşılmaya, hissedilmeye çalışılmaktadır. Bu törenlere katılmak, büyük sevap getiren hayırlı bir amel olarak kabul edilmiştir. Tören esnasında veya tören için Kerbelâ’ya gitmiş olanların orada ölmeleri hâlinde günahlarının bağışlanmış olacağı ve Kerbelâ’da gömülen cenazelerin Cennet’e gideceği inancı Şii nüfus arasında baskındır.

Hazreti Hüseyin’den sonra gelen imamların yapmadığı/yaptırmadığı ve 11’inci yüzyılda Büveyhî Şahı Muizü’d-devle’nin icat ettiği Aşura Matem ve Ğadîrihum törenleri kesintilerle günümüze kadar gelmiş, günümüzde ise Şii toplulukları arasında bir çeşit yarış ve kendini gösterme, ispatlama günleri olarak değerlendirilir olmuştur.

Doğrusu zalimlikte Emevileri aratmayan Büveyhilerin icat ettiği bu törenlerin Hazreti Hüseyin adına sahiplenilmiş olmasını açıklamak zordur.

Tarihin ender rastladığı bir zulüm örneği ile Hazreti Hüseyin ve dostlarının katledildiği Aşura Günü, belli ki zulmü, iktidarlarının temeli sayan idareler tarafından kendilerini bir çeşit aklama fırsatı olarak görülmektedir. Halkın mezhebî asabiyeti ve bu törenler ile zalim iktidarlar kendi zulümlerini halk katında örtmeye çalışmaktadırlar.

2011’den beri Suriye’de milyondan fazla masum, savunmasız insanın katliamından doğrudan sorumlu olan İran yönetimi de Büveyhilerin bu bid’at törenlerini diri tutmaya, mümkün olduğu kadar kitlesel katılımlar için devlet imkânlarını seferber etmeye çalışmaktadır. Aşura törenleri Suriye, Irak ve Yemen gibi ülkelerde yapılan katliamları, işlenen zulümleri örtmeye yeter mi? Günümüzde Aşura törenleri halkı aldatma ve uyutma aracı hâline dönüşmüştür. Katliamcıların, zalim diktatörlerin Hazreti Hüseyin’in adını ve acısını kirli/kanlı işleri için bir örtü olarak kullanmaları, İslâm dünyası için oldukça hüzün verici bir sonuçtur.