Asrın insanî tehlikesi

Uyuşturucu zehrine başlayanların, hatta deneyenlerin kaçı geri dönebiliyor? İnsan nefsini bunlardan biriyle tanıştırdınız mı, nefis aklı da, ruhu da, kalbi de esir alıp mahvına sebep olur. O yüzden insan kabiliyetinin bastırılmış olabileceği doğrudur; bizler, nefsimizin taleplerini bırakın ortaya çıkarmayı, bilâkis onları ıslah için uğraşıyoruz. Öyle pisliklerden uzak kalmak için bir ömür veriyoruz…

İNSANLIK, var olduğundan beri insanların ürettiği pek çok tehlikeyi yaşadı. Bunların bir kısmından daha az, bir kısmından da daha çok zarar görerek çıktı. Gelin görün ki, son üç asırdır yaşadıklarımız, “Allah bir daha yaşatmasın” denecek cinsten. Öyle pis, öyle şeytanî yöntemler uyguladılar ki, normal bir yaşam sürdüren iyi ve temiz insanların anlaması, o tehlikelerden kendini koruması ve zarar görmemesi neredeyse mümkün değil.

Müslümanlar olarak, Osmanlı olarak, Türkiye Cumhuriyeti olarak bunlardan ciddî zararlar gördük. Aslında bütün insanlık zarar gördü de, onlar sorunun kaynağını başka yerlerde aradıkları için, bunları zarar olarak bile göremediler. Yakında farkına vardığım büyük bir tehlikenin hızla yaklaşmakta olduğunu gözlemliyorum. O yüzden “yangını görenin evdekilere haber vermesi” düsturunca, bu yazıda, fark ettiğim tehlikeyi arz etmek istiyorum.

Son üç asırdan beri muhatap olduğumuz zararlı akımların ortak özellikleri şu: Başlangıç noktalarının, herkesin “Gerçekten de haklı, doğru!” diyebileceği şekilde olması, haklılık payı olan konularla başlamasıdır. Daha sonra sayıları son derece az olan misâlleri genelleyerek, hatalı benzetmelerle sahayı genişletmekse peşinden geliyor. Netice olarak hakikatler, yapay algılarla yer değiştirmiş oluyor.

Şöyle bir örnek üzerinden gidelim:

İlk cümlemiz, “Su, temel ihtiyaçtır” olsun… Bu cümlenin tartışılacak bir yanı var mı? Sanırım hepimiz hemfikirizdir. Bir sonraki cümlemiz, “Hayatta en çok su tüketen canlılar bitkilerdir; yaşamak, meyve üretmek ve sair birçok sebeple suya ihtiyaçları vardır ve bu sebeple su tüketirler” olsun… Sanırım bu bilgilere de itirazı olan yoktur. İtiraz edilmeyecek bir başka cümle de, “Hayatı için bu kadar önemli olan bitkiler, suyu bulundukları yerde, hiç bir yere gitmeden karşılarlar” olsun…

Bundan sonraki cümlelere dikkat buyurun: “Peki, biz insanlar niçin suyu elde etmek için kilometrelerce uzaktan su getirmeye kalkıyoruz? Niçin bunca masraf ediyoruz, niçin ortalığı delik deşik ediyor, trafiği altüst ediyor, hayatı çekilmez hâle getiriyoruz? Üstelik bu gelen suyu içemiyor, sadece kullanıyoruz. Bizim paramızı çar çur, ortalığı delik deşik, trafiği de altüst eden, hayatımızı çekilmez hâle getiren bu belediye başkanına hiçbir şey demeyecek miyiz? Bin bir sıkıntı yaşatarak bize su getirdiğini iddia ediyorsun madem, bari içilebilir bir su getirseydin de her gün, her hafta şişe şişe sulara para vermeseydik, arıtıcılar ithâl ederek dövizi dışarı akıtmasaydık! Üstelik bizim vergilerimizle güya su getiriyor, bir de utanmadan, istediği fiyata, içemediğimiz suyu satıyor. Tabiî adamın derdi yok! O kuruş paralar, liralar nasıl kazanılıyor, nereden bilsin! O yüzden bize bu sıkıntıları açan belediye başkanını inşallah oylarınızla tepesi aşağı indirecek, halkımızı ve şehrimizi soyguncudan, vurguncudan kurtaracaksınız!”

Dikkat edilirse gayet evrensel doğrularla başlayan bir konuşma başka yerlere gitti ve bir iktidar mücadelesine dönüştü. İlk üç cümlede doğruların olması, sonrakilerin de doğru olacağı anlamına gelmiyor. Arada doğru ifadeler bile olsa, doğrular bu şekilde ifsat ediliyor.

Son üç asırda ortaya çıkan zararlı akımlar da daha organize ve daha güçlü desteklerle ortaya çıktılar ve maalesef insanlığı mahvettiler.

Hatırlayınız, Fransız Devrimi’nin üç kelimesi; “ekalite” (eşitlik), “liberte” (özgürlük) ve “fraternite”nin (arkadaşlık)” hangisine itiraz edebilirsiniz? Sonra ne oldu? Temeli, kökeni olmayan milliyetçilik akımlarına dönüştü, bütün dünyayı birbirine düşürdü. Bizim Arapla, Rumla, Ermeniyle, Kürtle, Rusla, Bulgarla, Sırpla, Almanla, Fransızla ne alıp veremediğimiz vardı ki? Biz komşuyduk; ihtiyacımızda, hastamızda, cenazemizde, düğünümüzde hep beraberdik. Şu geldiğimiz noktaya bakın!

Öte yandan komünizm… Emekçinin hakkının verilmesine kim karşı çıkabilir? Paylaşmaya, yardımlaşmaya hangi akıl sahibi, hangi Müslüman karşı çıkar? Ama sonra aynı milletin evlâtlarını, insanlığın tamamını birbirine düşüren, buhrana sokan, dinsizleştirip bilincini, ruhunu hazza fedâ eden bir şekilde sonuçlandı. Aydınlanmacı pozitivizm akımına ne diyeceksiniz? Bizim dinimiz akletmeyi emretmiyor mu? Tabiî ki ediyor. Bunlar, akıldan yola çıkıp cümle mukaddesatı yok saymaya kadar işi götürdüler.

Kim derdi ki “Çalışan organ gelişir” diye başlayan Darwinizmin insanların katledilmesiyle devam edeceğini? Sosyal Darwinizm, “Güçlü olan yaşar. Güçlülüğünüzü korumak için zayıflarınızı öldürmeniz, yok etmeniz lâzım. Aksi hâlde onlar sizi güçsüzleştirebilir” demişti. Meşhur Mazhar Osman, CHP’nin 1939’da yayınlanan kitapçığındaki makalesinde, uyuşturucu üretilen fabrikadalarda çalışan fakat olup bitenin farkında bile olmayan işçilerin asalaklar olduğunu, kimseye faydalarının olmayacağını söyleyerek, yok edilmesi gereken insanlar arasında sayıyor. İşte Sosyal Darwinizm, bir yandan İngiltere’nin sömürgeciliğinin fikrî altyapısını oluştururken, diğer yandan Şişli’deki işçilerin, engellilerin yok edilmesine gerekçe olabiliyor.

Masumane ihtiyaçların, taleplerin veya kavramların suistimal edilerek büyük menfaatlere hizmet eder hâle getirilmesinin üstadı, geçtiğimiz yüzyılda yaşamış olan Edward Bernays’tır. Birinci Dünya Savaşı’na bahane ürettiğinde yaşı henüz 26 imiş. Hangi şeytanın aklına gelir, sigarayı Özgürlük Heykeli’nin meşalesiyle özdeşleştirip özgürlük sembolü hâline getirerek toplum içinde sigara içmeyi yaygınlaştırmak ve sigara tüketimini patlatmak; Guatemalalı çiftçilerin ellerinde ürettikleri muzları yok pahasına alan ABD firmasına karşı çıkan Guatemala Hükûmeti’nin Komunist Rusya’yla işbirliği hâlinde ABD’ye saldıracağını söyleyip CIA’ya darbe yaptırmak ve muzları yine aynı fiyata almaya devam etmek?

Bernays’a sanayiciler geliyor ve diyorlar ki, “Biz bunca üretiyoruz. Herkes alacağını aldıktan sonra kime ne satacağız? Lütfen bu sorunu çöz”. Bernays kolları sıvıyor ve zihinlere şu algıyı kazımaya çalışıyor: “Satın aldığınız şeyleri sadece ihtiyaçtan değil, kendinizi nasıl gördüğünüzü başkalarına göstermek için de aldınız.” O gün bugündür her ne hikmetse, en rahat ayakkabıyı almıyoruz da takımın altına başka, günlük giyimde başka, sporda başka ayakkabılar alıyoruz. Amacına ulaşmak için her yolu meşru gören Bernays’ın yöntemlerinin de, yukarıda zikrettiğimiz diğer akımlar gibi başarılı olmasının sebebi olarak arkalarında güçlü destekler olduğunu unutmamak lâzım. Tüm bu zararlı akımların yaygınlaşmasından siyâsî, iktisadî, içtimaî ve hatta dinî yönden kazançları olanlar var.

Gelelim günümüzün yukarıdaki yöntemlere benzer yöntemlerle yaygınlaştırılmaya çalışılan akımı ve dolayısıyla insanî tehlikesine...

Reklâmını yaparak yaygınlaşmasına katkı olmasın diye kitabın ve öne çıkarılan şahsın ismini vermeyeceğim ama dünya ölçeğinde tanıtılmaya, yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. En son Davos’ta köpürtüldüğüne şahit olunca, tehlikenin boyutlarını fark ettim. Özetle, masumane şekilde sunulan fikir, “bastırılmış ve saklı kalmış özelliklerinizin olabileceğini, bunun da bilinçaltı, toplumsal ve dinî baskı gibi sebeplerle ortaya çıkarılmamış olabileceğini” iddia ediyor. Meselâ, “Belki de eşcinsel birisiniz ama bunun farkına varıp ortaya çıkaramıyorsunuz”. Güya bunu ortaya çıkarıp öyle yaşamamızı öneriyor. Bazı yerlerde de insanların ciddî bir kısmının eşcinsel eğilimlerinin olduğunu iddia ediyor.

Bırakın bu fikri doğru kabul etmeyi, denemeye bile kalkılsa, Allah muhafaza, geri dönüşü olmayan bir yola girilmiş olur. Sigaraya başlayan dostlarımızın kaçı geri dönebiliyorlar? Onlar için temel bir ihtiyaç gibi oldu. Uyuşturucu zehrine başlayanların, hatta deneyenlerin kaçı geri dönebiliyor? İnsan nefsini bunlardan biriyle tanıştırdınız mı, nefis aklı da, ruhu da, kalbi de esir alıp mahvına sebep olur. O yüzden insan kabiliyetinin bastırılmış olabileceği doğrudur; bizler, nefsimizin taleplerini bırakın ortaya çıkarmayı, bilâkis onları ıslah için uğraşıyoruz. Öyle pisliklerden uzak kalmak için bir ömür veriyoruz.

İnsanlığın mahvına sebep olacak böyle gelişmelerden birbirimizi haberdar etmek, aklımızın erdiği kadar tedbir almak, olabildiğince de uzak kalmak konusunda omuz omuza vermemiz gerekiyor. Doğru yolda gitmek ile sapmak arasındaki mücadelenin kıyamete kadar devam edeceğini biliyoruz zaten.