Aslından başka herkese saygı duyan bir tür var!

Madem bu çağın savaşları önce ekonomik oluyor… Ve biyolojik virüslerle tarımı ve sağlığı hedef alırken, insanı ve toplumları esir almanın ilk yolu ekonomiden geçiyor madem; bizi alaşağı etmeye çalışanlara kendi dillerinden cevap verelim! Anlamadıkları nezaketi elden bırakmayalım elbette, ama adaletin gereğinin varlığa hak ettiği değeri vermek kadar, hak ettiğinden fazlasını vermemek olduğunu da hatırlayalım!

BİR anda değişebiliyor hayat. Bir anda bir şey oluyor ve olan hiçbir şey aynı kalmıyor. Büyük bir acı ki, Elazığ Depremi ile bir kez daha hatırladığımız gibi, bir anda olan oluyor, var olan gidebiliyor.

Çok acı yaşadık, kaybettiğimiz canları, insan eli ile felâkete dönüşen depremin özelinde yapıp ettiğimizi gördük. Daha çoğunu da… İnsanî refleksler ve iradî bir şuurun birleşmesinin örneğini gördük bu depremde meselâ. En ivedi şekilde başlatılan arama ve kurtarma organizasyonunu, fedâkâr çalışanları, kendi hayatları da tehlikede iken beşik gibi sallanan zeminde saatlerce bir sese kilitlenmiş insanları, günlerce umudu yitirmemeyi…

Devletin üst düzey yetkililerinden başlıca yardım kuruluşlarına kadar hepsinin anlık tepkileri ile gerekenlerin plânlanmasını gördük sözgelimi. İlk anda atılan bağış mesajını bile manipülasyon için kullanan insancıkları da…

Yaşanan basit bir sarsıntı değilken ve daha kaybın büyüklüğü bile netleşmemişken fırsatı kaçırmak istemeyenler vardı. İlk andan itibaren duâları ve “Ne yapabiliriz?” sancıları ile çırpınan, küçük ya da büyük bir şekilde yardım etmenin ve acıyı paylaşmanın derdine düşen kadar çok değillerdi neyse ki bu fırsat düşkünleri. Azlardı ama cüretleri büyüktü, alçaklıkları derindi!

Hâlâ yakınlarından haber alamayanlar varken, klavyenin başına geçip siyaset yapmanın derdinde, siyasetçilerin karalamasında idiler… Aydınlardı sözde; lâfları da, kazançları da kocaman, kendilerini bilhassa “sanatçı” kimliğiyle tanımlayarak duyarlılık âbidesi olduklarını haykırırlardı her fırsatta. O kadar duyarlı idiler ki, ilk saatte akıllarına gelen, “deprem vergisi” oluyordu meselâ… Vergi muafiyeti, yerel halkın kimliği…

***

Bir başkası fikrini söylemeyecek mi, yanlışlar hiç mi dillendirilmeyecek?

Elbette söylenecek; hatâlar ve çözümleri ile aksayan yönler de konuşulacak ki daha iyiye yol alınabilsin… Ama eksi on beş derecede yüzlerce insan beton blokların altına ulaşmaya çalışırken değil!

Millet tek nefes olmuş, umut ve korkuyla beklerken hiç değil!

Bu halkı aşağılamak ve taraftarı olmadığınız görüşlere nefret kusmak için fırsat bilerek yapılmaz; zira maksadı aşarsınız diğer yönüyle…

İnsanın içini titretecek, “İyi ki…” dedirtecek öyle güzel örneklerin, temiz yüreklerin yanında nasıl da yaban kaldılar, bilseler…

Zaten yabancı idiler kendi asıllarına, kendilerinden olana. Özendikleri gibi olmaya çalışsalar da silemedikleri eziklikleri ile kendi aynalarından gördükleri bu vatana yapıştırdıkları ezik ve cahil sıfatları kendilerinden menkul.

Hindistan’a yahut Japonya’ya, nereye gittiklerinin önemi olmaksızın, gelişmiş veya gelişmemiş her türlü toprakta turist sıfatıyla gezmekten, ilham aldıklarını söylemekten gurur duyup her türlü inanç ve kültüre saygı duyduklarını ifade edebilirler meselâ. Çünkü orası, burası değildir. Kendine, kendinden olana yabancıdır ve düşmandır ya en çok, başkasına saygılı…

Bilhassa Batı ise istikametleri, o hayvan sever sanatçılarımızın boğa güreşlerine sesi çıkmaz meselâ. Hayvana gösterilecek özenin zirvesinde yapılan bir dinî vecîbeyi ise sırf adı “Kurban” diye hunharca bulurlar. Hakaretlerinin ardı arkası kesilmez İslâmî bir uygulama olduğunda…

Bu insanlar, aşağıladıkları halkın sayesinde o halkın hayâl bile edemeyeceği imkânları elde etmişlerdir. Farklı inançlara saygıyı en çok o aşağıladıkları halk gösteriyorken, “Neye inandıkları umurumda değil” deme cüretinde bulunanları, artık oldukları hâliyle görmeye başlamalı!

Madem bu çağın savaşları önce ekonomik oluyor… Ve biyolojik virüslerle tarımı ve sağlığı hedef alırken, insanı ve toplumları esir almanın ilk yolu ekonomiden geçiyor madem; bizi alaşağı etmeye çalışanlara kendi dillerinden cevap verelim!

Anlamadıkları nezaketi elden bırakmayalım elbette, ama adaletin gereğinin varlığa hak ettiği değeri vermek kadar, hak ettiğinden fazlasını vermemek olduğunu da hatırlayalım!