İNSAN doğduğu andan
itibaren öğrenmeye başlar. Bu açıdan öğrenme, toplumda anlaşılma ve anlamanın
ayrılmaz bir parçasıdır. Hâl böyle olunca, plânsız ve mecburen başlayan bu faaliyet
belli bir yaşa gelindiğinde okul ile zorunlu ve yine plânlı hâle gelmektedir.
Peki, gerçekten okulda verilen eğitim olmadan birer hiç miyiz?
Dünyayı
küresel boyutta meşgul eden bir gündemimiz varken içinizden, “Şimdi eğitimin
kalitesini ya da verimini tartışmanın zamanı mı?” dediğinizi duyar gibiyim.
Elbette hayatımızı idâme ettirebilmek, genç neslimizin eve kapandığı bugünlerde
zihin dünyasının internette maruz kaldığı şeylerle kirlenmesini önlemek ve daha
iyi bir dünya düzeni için bunları da konuşmayı kendime bir borç bilerek kelâmımı
bu satırlara nakşetmek istedim.
Hayatımızı
ev ile sınırlarken var olan her şeyden önce sağlığımızı düşündüğümüz bugünlerde
artan gelecek kaygımız da psikolojimizi olumsuz etkilemektedir. Öğrenme
faaliyetini okul ile sınırlamış kişiler için kendi ile baş başa kalmanın
veyahut bir öğretici olmadan kendi kendine öğrenmeyi gerçekleştirebilmenin
güçlüğü başlı başına bir sorun hâline gelmiştir. Geleceğimiz, hattâ bugünümüz
için bile öğrenmeye devam etmemiz gerekirken, sanki dünyada oynanan oyunun
birer karakteriymiş gibi “durdur” butonuna basılarak hayatlarımızı askıya almış
bulunmaktayız.
Askıda
geçen zamanın değerini anlatmak şöyle bir kenara dursun, kendisiyle yüzleşmemiz
gereken dünya karşımızda durmaktadır.
Sosyal
medya sayesinde başkalarının hayatlarına bakmaya iyice alışmışken, duvarlarımız
ayna ile kaplanmış gibi, evlerimizde iç dünyamızı görmeye odaklanmış hâldeyiz.
Her gün kalkıp gitmemiz gereken bir okulumuz artık yok. Hattâ çevrimiçi
derslere katılım sağlamak bile zor gelirken, öncelikle öğrenmeyi öğrenmemiz
gerektiği ile yüzleşmekteyiz.
Hayatımıza
katamadığımız anlamların yanında bilgiye olan ihtiyacımızı, hattâ yetkinleşmeyi
ne derece önemsediğimiz de bu hususta çok önemli. Öğrenmeyi isteyerek
başladığımız hayatımızı, zorunluluk ve mecburiyetten öğrenme aşamasına
geçirdiğimizi görmemiz uzun sürmeyecektir. Bunu fark ettikten sonra da dünyanın
en iyi okulu bile bize faydalı olmaya muktedir değildir. Eğitim için önemli
olan mekân, zorunluluk, saatler, kısıtlamalar değil; istek, azim, şevk, bilgi
açlığı ve öğrenme amacını keşiftir. Bu aşamadan sonra okullar zaman kaybı
hissiyatı verirken, daha kısa zamanda öğrenilen kalıcı bilgiler insanı hayrete
düşürecektir.
Kendini
keşfedemeyen, tek tip eğitimin bir sonucu olarak birbirine benzemiş öğrenciler
yetiştirmek hiçbir toplum için faydalı değildir. Başta sormuş olduğumuz soruya
dönecek olursak, anlam kazanmak için asıl ihtiyacımız olanın okul kurumu
olmadığını, bu tür kurumların hayatın amaç değil, araç olmaları gerektiği
gerçeğini kavramak mümkündür. Ancak herkes kendi yetenek ve zihin dünyasına
göre ihtisas alanındaki bilgilerini geliştirirse ilerleme kat etmemiz mümkün
olacaktır. Sadece geleceğin refahı içinde değil, üstelik bireylerin
hayatlarında ve mesleklerinde kazanacağı mutluluk da buna bağlıdır.
Geleceğin
inşâsı için askıya aldığımız hayatı ve zihnimizi ele geçirmelerine müsaade
etmeden, kendimizi keşfedip zamanımıza sahip çıkmalıyız.