SİYONİST rejimin Başbakanı
Benyamin Netanyahu, 17 Mayıs’ta, uzun zamandır kurulamayan kabînenin güvenoyu
alan koalisyon lideri olarak, yeni süreçte Batı Şeria’yı çok hızlı biçimde
ilhak etmeyi plânladıklarını ilân etti.
Bu
sözlerin ardından Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas, Filistin’in Siyonist
rejim ve ABD ile yaptığı bütün anlaşma ve görüşmelerden çekildiğini açıkladı.
Bu
duruma tepki veren tek üçüncü ülke Türkiye oldu. Türkiye, Dışişleri Bakanlığı
aracılığıyla bu durumun kabul edilemez olduğunu bildirdi.
Başka
bir tepkiye ise şâhit olunmadı.
Zira
Türkiye’ye karşı Arap kavmiyetçisi kesilen Körfez ülkeleri, söz konusu Siyonist
rejim olunca Filistin’in de bir Arap ülkesi olduğunu unutuveriyorlar.
Aslında
onların dertleri, Filistin’in de kendileri gibi olması; o zaman sorun
kalmayacak.
Netanyahu’nun
ilân ettiği ilhak plânı, aslında uzun bir süredir işliyor zaten. Ortada sadece
kurulu bir hükûmet yoktu, o kadar!
Adına
uluslararası basında “Yahudi yerleşimci” denilen işgalci teröristler eliyle
yakılıp yıkılan Filistin arazileri gasp edilirken, kaçak inşaatlar sürüsüyle
devam ediyor zira…
Siyonist
rejimin Başbakan’ı Netanyahu’nun bu çıkışının konuşulduğu ATV’deki bir haber
programında, canlı bağlantının yapıldığı anda ekranda yazılı “İsrail/Kudüs” ibâresi
tam bir utanç notuydu!
“Kudüs kırmızı
çizgimizdir”
diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı en çok savunduğunu zanneden
televizyon kanalı, onun kırmızı çizgisini bir çırpıda ezebilmişti.
Kanal
özür diledi, ancak bu ibâreyi yazana acınmaması gerektiği kanaatindeyim.
***
Batı
Şeria’nın ilhakı meselesine gelene kadarki süreçte Siyonist rejim, köşe
taşlarını teker teker döşedi.
2000
yılında “hicap içinde” terk etmek zorunda kaldığı Lübnan’ı bugün bir kaos
ülkesine çeviren ve arsızlık düzenini ülkede kabul ettirip toplumsal ahlâkı ortasından
biçen Siyonist düşünce, geçmişten bugüne ektiği nifak tohumlarının ürünlerini
biçiyor.
Mısır’da
süren darbe yönetiminin daima desteğini ifade ettiği rejimin Ürdün, Kıbrıs, Fas
ve Libya üzerine sürdürdüğü politika da dikkat çekici. Bu nedenle Türkiye’de dahi
birileri, “Libya gibi İsrail’le
de geleceğe dönük sınır anlaşması yapmalıyız” demekten ar etmiyorlar.
Libya’da
hâkim güç olma yolunda ilerleyen Ulusal Mutabakat Hükûmeti’nin tek destekçisi
olan Türkiye’nin kısa sürede böyle bir zafer kazanacağını kestiremeyen dış
güçler, söz konusu Siyonist hamlenin sağlıklı ilerleyişi için bu kez Mısır
üzerinden oyunu yeniden kurgulama düşüncesindeler.
***
Kaos,
temelinde düzen düşüncesi yatan bir gerçekliktir.
Bu
düşünceyi uygulamaya dökmek için mimari bir plân gereklidir.
Kurmaya
çalıştığınız görkemli bir bina için evvelâ temel atmanız elzemdir.
Temel
için ilk şart, temelin döşeneceği çukuru açmaktır.
Etrafta
dehşet verici bir kargaşa durumu, eşyanın dağınık olduğu bir durum hüküm
sürebilir; ancak bu, sonu esere çıkacak bir aşamadan başka bir şey değildir.
Türkiye,
üzerinde bulunduğu stratejide askerî ilerleme hususunda gurur yaşatan büyük
kademeler atlamıştır. Ancak bunu sağlam tutmanın ve sürdürülebilir kılmanın en
önemli şartı, sivil stratejidir.
Türkiye,
mazlumların yanında olma plânını, genellikle “kendi evine alma” şeklinde yerine
getirmektedir.
Hâlbuki
Türkiye’nin Suriye’de dağınık muhaliflerden nasıl düzenli bir ordu meydana
getirdiği bütün dünyada çok çarpıcı bir şekilde görülmüştür.
Türkiye’nin
“Kudüs kırmızı çizgimizdir” demeye ve
varlığını bu minvâlde kabul ettirmeye devam edebilmesi için, “Gel ve bende kal”
demek yerine sivil boyutta elini uzatması ve “Kal ve desteğimi gözünle, kulağınla, dilinle ve elinle hisset,
korkma!” diyerek bugüne kadar kendisine ümit nazarıyla bakanlara yönelmesi,
bu sivil stratejinin en etkin aşaması olacaktır.
Bu
sivil strateji, Irak’taki Siyonist destekli referandumu darmadağın eden toplum
uzlaşısında kendisini göstermişti, bunun yeni örneklerini Libya’da da gördük.
Filistin’in toplumsal kuvveti bunu yürütmeye oldukça elverişli ama bunun için
ilâve bir dip hareketin başlaması gerekli.
Bu
dip hareketin Lübnan ve Mısır’da başlamaması için hiçbir neden yok!
Bugün
televizyon reklâmlarındaki mottonun “seyrettirmek” yerine “içinde olduğuna
inandırmak” olduğunu düşününce, etrafımızı televizyondan izleme zamanının çoktan
geçtiğini ve teknolojiye ayak uydurmak zorunda olduğumuzu kabul etmek
gerekiyor.
***
Ramazan
Bayramımız mübârek olsun…