Aşk’a dair: Kara hüzün (2)

Kara sevdâ… Arapçada sevdâ, “kara” demektir. Yani kara sevdâ, karanın da karası! Bu nokta, hüznün doruklarda yaşandığı hâlet-i rûhiye. Bahsettiğimiz aşk, günümüzdeki iki kişinin birbirinden hoşlanmasını zannettiği şey olmadığından, hüzün de sanılan hüzün değildir.

TIP dairesinin “Her aşırılık, bir hastalıktır” dediği nokta, aşk için melankoli hâlidir. Türkçede ise, delilik ile dâhiliğin sınırıdır.

Osmanlıcada “hayalperestlik” anlamına gelse de tıp terimindeki karşılığı “kara safra”... Yani bir nevi epilepsi (sara)…

Dönemler içinde, ilk çağlarda histeri, Orta Çağ’da melankoli, modern çağda ise depresyon… Günümüzde hemen herkese âşık olduğu için “depresif” denilebilir.

Bunun temelinde yatan neden olarak, psikolojinin tıpa dâhil edilmesiyle, bedenin artık mekanizma, hastalıkların bozukluk ve kalbinse atan değil tekleyen bir nesne şeklinde anılmasını bağlayabiliriz. Terimler değiştikçe sevginin karşılığı da bulunmaz oldu.

Meselâ sevgi eksikliği yaşayan bir insana hangi parça bağlanabilirdi? Ya da sevgisizliğin tamir edilebilir bir yanı olabilir miydi? Kavramların kaybolduğu dünyamızda, ne mutlu duyguların samîmiyetini taşıyanlara!

Modern tıp duyguların katlinde kendine bir rol kapsa da, klâsik tıp, aşk için muhakemenin bozulduğu, kana ait özelliklerin ortaya çıktığı durumdan bahseder. Lâkin hesap yapamayan bu hâl, insanı diğerlerinden cesur kılar ve nihâyetinde büyük devlet adamları, büyük şairler, ressamlar ve bilim insanları ortaya çıkar. Ne var ki, bu hastalık için dünyanın iyileşip güzelleşmesinde büyük rol oynadığı söylenebilir. Çünkü bilinen tüm kahramanları kahraman kılan şey, bu aşırılıktır.

Kahramanı kahramanlığa götüren aşk hâli, bir yandan da kanla alâkalıdır. Dem-i safra yani “kalpten çıkan saf kan”… Saf kan eğer ciğerin hava ile yoğun temasına maruz kalırsa, yine ciğerde beyaz bir hâlde balgama dönüşür. Soğuk alma durumunda ise ödde sarı safra yeşilimsi bir hâlde sarı safraya dönüşür ve istifra gerçekleşir. Son olarak sıcaklık durumunda ise kara safraya dönüşen kan, koyu bir hâl alır. Netîcede ruhsal bozukluk meydan gelir. Kültürde “bağrı yanık olmak” denen noktaya erişilir.

Burada bağırdan kasıt, yine karaciğerdir. Ve ne tuhaftır ki, bunca kara lâfzını geçirdiğimiz hâl üzerine aşk ehlinin aşk için en güzel terimi de “kara sevdâ”dır.

Kara sevdâ… Arapçada sevdâ, “kara” demektir. Yani kara sevdâ, karanın da karası! Bu nokta, hüznün doruklarda yaşandığı hâlet-i rûhiye. Bahsettiğimiz aşk, günümüzdeki iki kişinin birbirinden hoşlanmasını zannettiği şey olmadığından, hüzün de sanılan hüzün değildir.

Hüzün ki, modern çağa rağmen samîmiyetini koruyan en gerçekçi, sahip çıkılması gereken, babaların evlâtlarına mîras bırakmaları elzem bir duygu. Başların seccâdeye mıhlandığı nokta, eşikte beklemek asırlarca, sonsuz bir sabır… Ve sonsuz bir ümitle…

Âdem’in tövbesinde pişmanlık, İbrâhim’in sadâkati ile yanında İsmail’in boyun eğişi, Mûsâ’nın Tûr’dan yuvarlanışı, Îsâ’nın çarmıhta şüphesi, Efendimizin Hira’da karşılaştığı…

Hızır’ın yoldaşlığı, Şamanların “Bağımlılık değil, bağlılık” dediği, Buddha’nın “Sizi kendinizden başkası kurtaramaz” öğüdü, Da Vinci’nin son akşam yemeği, Matrix’teki “Birini tanımak istiyorsan, onunla savaşmalısın” repliği…

Her çağırdığında gitmek… Hattâ çağırmadan da gitmek; hem de gözyaşlarıyla… Aramak, hep aramak… “Buldum” dediğin anda yitirmek ve yine aramak…

Aşkın vesîlesidir hüzün… Hüzün sayesinde “1+1”, artık iki değil, damla misâli daha büyük “1” olarak ifade edilir. (Bir damla artı bir damla, eşittir iki damla değil, daha büyük bir damla eder.)

O hâlde aşkta kavuşmak ilkesi de boşa düşer. Aksi meydana çıkar ve aşkta kavuşmak imkâna dönüşür, kabahat sayılmaz. Âşık kavuşursa bir olan hüzünler birleşir, daha büyük bir hüzün hâlini alır. 

Bu hüzün için, bizim diyarda “kara hüzün” denir…