Aşk ve nefret

Aşk bencildir ve bencil olduğu için tehlikelidir. Araplar “Âşığın tedavisi, sevgiliye kavuşmaktır” derken, onun bir hastalık olduğunu söylemek isterler. Bu psikolojik hastalık (aşk), nefreti de büyütür içinde, sevgiyi de... Aşk ile nefret, ikiz kardeş gibidir, özellikle de sevenler için. Trajik biten her aşkın yerini güçlü bir nefret alır. Gazel vurmuş bağa dönen bir aşkın sonunda nefret, harabeler de öten baykuşa benzer.

“KADIN” ve “aşk” üzerine yazılarıma bakanlar, beni bir kadın düşmanı zannederler. Oysa kadınlara karşı en acımasız satırlarımda bile en yüce duygularımın saklı olduğunu göremezler. Aşktan canı yanan bir erkeğin kadınlardan halen vazgeçememesinin bir sonucudur o yazılar. Dünyanın en güzel yaratığı olan kadınlara erkeğin düşman olması kadar aptalca ne olabilir?

Peki, kadınlar konusunda en açık ve içten satırları yazanlara karşı kadınlar neden düşman gözüyle bakarlar? Bu, aslında kadının kendini bütün çıplaklığıyla görmek istemeyişinden kaynaklanır. Bir erkek zihninde nasıl algılandığını bilmek istemez sanki. Bu durum, aynı zamanda erkek için de geçerlidir. Kadın zihnindeki erkek algısıyla erkeğin kendi algısı aynı değildir. Kadının erkek zihnindeki algısıyla kadının kendi algısı da örtüşmez. Hatta kadın-erkek arasındaki ebedi savaşın/çatışmanın bir nedeni de budur.

Bir kişi diğerini “var” kabul ediyorsa, o diğer kişi bir “anlam” ifade ediyor demektir. İster olumlu, ister olumsuz anlamda olsun, “sevişen” veya “çatışan” iki cins, birbiri için anlamlıdır. Necip Fazıl’ın bir şiiri bu durumu çok güzel tasvir eder: “Ey düşmanım! Sen benim ifadem ve hazımsın./ Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın…”

Bu mısrada geçen “düşman” sözcüğünün yerine “sevgilim” sözcüğünü koyunuz, mısranın anlamının değişmediğini görürsünüz.

“Sevgili/düşman” sözcüğü, burada tanımlamaya çalıştığımız “aşk/nefret” gibidir. Sevginin büyüklüğü, nefretin büyüklüğüyle orantılıdır. Dolayısıyla birbirini besleyen duygulardır aşk ve nefret.

Aşk ve nefret, iki farklı ve zıt duygu; tıpkı kadın ve erkek gibi… Ama bu zıt duygu, aynı zamanda birbirinin nedeni ve sonucu. Aşk, şartsız teslimiyet, nefretse şartsız bir isyanın sonucudur. Aşk ve nefretin aynı yürekte yankılanmasının en güzel örneği, sanırım Dostoyevski’nin “Kumarbaz” romanındaki kahramanın dilinden dökülenlerdir. Kumarbaz şöyle düşünür: “Öyle anlar oldu ki, onu boğabilmek için yaşamımın yarısını verirdim. Yemin edebilirim ki, bir hançeri yavaş yavaş göğsüne daldırmak olanağı geçseydi elime, bunu derin bir zevkle yapardım sanıyorum. Böyle olmakla birlikte, namusum üzerine kesinlikle söylüyorum ki, eğer Sehlangenber’de bana gerçekten ‘Kendini uçuruma at!’ deseydi, hemen atardım seve seve…”

Aşk ve nefretin tek bir ruhta nasıl kendini dışa vurduğunu bu satırlardan daha iyi ifade eden başka bir cümle bulunmaz sanırım. Sevdiğinizi gözünüzü kırpmadan öldürmek veya onun için gözünüzü kırpmadan ölüme gitmek… Aşk cinayetlerinde öldüren, genellikle sevendir, ölen ise sevilen. Yani seven de özne, öldüren/nefret eden de...

***

Aşk ve nefret duyguları, aşırılığı içinde bulunduran hastalıklı duygulardır. Hastalıklı olduklarından dolayı, toplum nezdinde genellikle temkinli karşılanmış, âşıklara deli veya meczup gözüyle bakılmıştır. Nefret duygusunu besleyense güçlü bir eziklik/eksiklik duygusudur. İster seven kişinin duygusu, ister nefreti, kölenin efendisine karşı hissettiklerine benzer.

Köle, efendisini hem sever, hem de ondan nefret eder. Kölenin bu duygusunun arka planında eksiklik, ezilmişlik, yenilmişlik, yetersizlik, hatta bir mağduriyet vardır. Bu anlamda efendi veya sevgili, güç/cazibe merkezidir, yani ilgiyi kendine çeker, kişide bir hayranlık oluşturur. Bu duygu, hayranlık duyulan kişiyle bütünleşmediği zaman rahatsızlık/nefret yaratır. Seven, sevilene karşı kendini mağlup görür. Sevgilinin güzelliği veya cazibesinin gücü altında ezilmiştir çünkü. Bu ezikliğini giderecek tek unsur, güçlü ve güzel gördüğüyle bütünleşmedir. Bunu gerçekleştirdiğinde mükemmele ulaşabileceğini düşünür. Hatta yalnız kendisinin değil, karşısındakinin de aynı mükemmelliği yakalayacağını sanır.

Bu duygulara ulaşılamadığı zaman ise nefret kendini gösterir. Nietzsche’nin, Salome’nin karşısında ezikliğinin iki unsuru vardır. Birincisi Salome, entelektüel ve akıllı bir kadındır. Nietzsche, ancak Salome ile evlendiğinde mükemmel bir ikili olabileceğini düşünür. Ama beklentisine Salome cevap vermeyince, bu defa en keskin, en akıl almaz nefreti duyar Salome yüzünden kadınlara. Nietzsche’ye göre kadın, adi ve aşağılık bir mahlûktur. Çünkü ona göre kadının en mükemmeli olan Salome onu anlayamamıştır. Eğer onu anlayabileyecek bir kadın varsa, o ancak Salome’dir. Salome kendisini anlamadığına göre, hiçbir kadın anlayamaz. Kendini İsa gibi gören bir filozofu anlamayan kadın cinsi aptal, lanetli ve adidir. Salome kendisini ezdiği için, “Kadınlara giderken kırbacını almayı unutma!” der “Böyle Buyurdu Zerdüşt”te, ezildiği için kadını ezmek ister. Bu anlamda sevginin nefrete dönüşümünün en güzel örneğidir Nietzsche ile Salome ilişkisi.

Yine buna benzer bir ruh halini Dostoyevski’de görmek mümkündür. Dostoyevski, kendisini terk edip başkasına giden sevgilisi Soslova için şöyle demiştir: “Belki o yakışıklıdır, gençtir, güzel konuşur. Ama hiçbir vakit benimki gibi bir yürek bulamayacaksın onda!” Yani seven, sevdiğini kendisinden başka birinin daha büyük ve yüce bir aşkla sevebileceğini aklından geçirmez. Sevgiliyi hakkıyla sevecek biri varsa, o yalnız kendisidir. Bu yüzden bencil bir sevgidir bu sevgi.  Tasavvufî aşkta da sevgi bencildir. Bunu kadın sufî Rabia el-Adaviye, bir şiirinde şöyle anlatır: “İki biçimde severim seni: Bencilce/ Ve daha sonra da Sana layık olarak./ Bu bencil sevgide, Seni her düşünceyle/ Sevmekten başka bir şey yapamam./ Hayranlık dolu bakışımdan örtüyü/ Kaldırdığında, saf sevgidir bu;/ Bundan dolayı övünmem,/ Çünkü her ikisinde de övgü Sanadır.”[i]

Aşk bencildir ve bencil olduğu için tehlikelidir. Araplar “Âşığın tedavisi, sevgiliye kavuşmaktır” derken, onun bir hastalık olduğunu söylemek isterler. Bu psikolojik hastalık (aşk), nefreti de büyütür içinde, sevgiyi de. Aşk ile nefret, ikiz kardeş gibidir, özellikle de sevenler için. Trajik biten her aşkın yerini güçlü bir nefret alır. Gazel vurmuş bağa dönen bir aşkın sonunda nefret, harabeler de öten baykuşa benzer. Felaketler, kendini işte baykuşun bu ötüşünde gösterir. Bundan dolayı nefretten ve aştan intihar ve cinayet doğar…

 


[i] Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm’ın Kalbi, sh.124, Gelenek Yay., 2002.