Aşk dâhice mi, delice mi olmalı?

Aklın sağladığı onca yetiye rağmen aşkı kirletmeden yaşayamayan ve aşkın safiyâne yanını bir şekilde cismânîleştiren akıllılara onun nasıl yaşanacağını öğreten çok arı ve çok duru bir film. O kadar ki, “Aşk dâhice mi, yoksa delice mi olmalı?” diye sorduruyor insana!

PANDEMİ ilk ortaya çıktığında, “Hayat eve sığar” ve “Evde kal” mottoları eşliğinde, konunun uzmanları, mecburî nedenler dışında kimsenin dışarı çıkmaması gerektiğini ısrarla söylediler.

Yaz aylarıyla birlikte sokağa çıkma yasakları ortadan kalktı. İnsanımız da bu iki mottoyu çabuk unuttu. Gelinen noktada, bu hafta sonundan itibaren kısıtlamalar geri döndü. Biz de bahar aylarında olduğu gibi artık hafta sonları evlerimizde olacağız. Bu süreçte çoğumuz, önceden olduğu gibi film ya da dizi izleyerek bu süreci geçirecek.

Ben de bu gerçekten yola çıkarak, hafta sonunu evlerinde geçirecek olanlar için bir film önerisinde bulunacağım…


Delilik üzerinden birini tanımladığımızda, tıbbî bir tanımlamanın yanında hukukî bir tanımlama da yaparız. Birine “deli” derken, fiillerinden dolayı onu yargılayamayacağımızı söylemiş oluruz. Ama sorun “delilerin duyguları” olduğunda, duraksarız. Çünkü delilerin duyguları, akıllı insanlar kadar gerçek ve sahicidir. Hattâ çok daha saf ve durudur…

Aşk, akıllı bir insanın aklını başından alır. Yani bir yönüyle onu deli eder. O nedenle Kays’ın adını “Mecnûn” yani “deli” koydular. Peki, hiç düşündünüz mü aşk, deli bir insana nasıl etki eder?

Bu soruya Kore sinemasının önemli yönetmenlerinden biri olan Chan-wook Park, “Ben Bir Robotum Ama Sorun Değil” adlı filmiyle cevap arıyor. Park, bizi delilerin duygu dünyalarına doğru bir yolculuğa çıkarıyor.

Filmin başrolünde, Güney Kore’nin iki ünlü ismi yer alıyor: “Il-sun” rolünde ünlü şarkıcı Rain, “Young-goon” rolünde ise Su-jeong Lim…

Film başlarda sıkıcı gelebilir ama izlemeye devam ettikçe filmin içerisine giriyorsunuz. Hem de dibine kadar!

Film, kendini robot sanan genç bir kızın akıl hastanesinde geçen hikâyesini anlatıyor…

Kahramanımız Young-goon, büyükannesini hastaneye kapatıp ölümüne sebep olan hemşireleri katledip intikam almak istemektedir. Fakat bir problem vardır. Young-goon, kendini robot zannettiğinden bir şey yememektedir. Yemek yemediği için açlıktan ölmek üzereyken, imdadına yine kendi gibi sıra dışı olan diğer kahramanımız yetişir: Il-sun…

Il-sun, Young-goon’un yemek yemesini sağlayacak düzeneği kuracak olan kurtarıcısıdır.

Hikâye bu iki kahramanın merkezinde olsa da akıl hastanesinden her biri nev-i şahsına münhasır başka hastalar da vardır. Bu hastaların hikâyelerine de film de şâhitlik ediyoruz. Bu da filmi onlarca hikâye üzerinden okumamıza imkân tanıyor.

Hastaların gözünden kurgulanan film, yine hastaların sorunları nasıl algıladıklarını ustaca işliyor.

Hastalar arasında, nezâket gereği insanlara arkasını dönemeyen inceliğe sahip kimselerin yanı sıra çorapları ile uçtuğunu zannedenler de var. Hikâye, ontolojik bir sorgu içerisine giren Young-goon aşkıyla bambaşka bir boyut kazanıyor.

Filmdeki yardımcı karakterse pazılın eksik parçalarını o kadar iyi tamamlıyor ki hiçbir karakter için “Bu gereksiz!” diyemiyorsunuz. Filmi anlamlı kılan bir detay da “diyaloglar”...

Filmin müzikleri, içerisine girdiğiniz duygunun derinliğini arttırıyor.

Aklın sağladığı onca yetiye rağmen aşkı kirletmeden yaşayamayan ve aşkın safiyâne yanını bir şekilde cismânîleştiren akıllılara onun nasıl yaşanacağını öğreten çok arı ve çok duru bir film. O kadar ki, “Aşk dâhice mi, yoksa delice mi olmalı?” diye sorduruyor insana! 

Keyifli seyirler…

Film tavsiyelerine devam edeceğiz...