“HAYAT”
dediğimiz,
rahmetli Âşık Veysel’in deyimiyle “uzun ince bir yol”dur ki, bu yolda insanoğlu
ne savaşlar verir! Verilen her savaş, esasında birbirinin aynıdır öz itibariyle.
Hayatta kalma savaşı, kendini hayatta tutma savaşı… Günle yarışır insan,
zamanla yarışır, lâkin yenik düşer her yaratılmış gibi. Çevresiyle savaşır her
an, her yerde. Kendisiyle savaşır. Yenilemelidir kendisini; her gün yeni bir
şey katmalıdır ki kendisine, hayatta kalabilsin, zamanın gerisine düşmesin.
Milletler savaşmışlardır bir de tarih boyunca, hâlâ da
savaşmaktadırlar. Anadolu olarak verdiğimiz en büyük hayatta kalma mücadelesi
var bir de hani; hani Boğaz Harbi var ya Türk’ün ayakta kalmak için yedi düvele
karşı geldiği… Mehmet Âkif, “Şu Boğaz Harbi
nedir? Var mı ki dünyada eşi?” diye sorar ya, yoktur elbet! Kurşunlar, top
mermileri, cephane yağmur gibi yağarken bir yandan, bir millet hayatta kalmak
için son mücadelesini verirken, diğer yandan hiç tanımadığı düşmana insanlığı
göstermiştir ceddimiz o savaş meydanında. Vatanı için cansız toprağa düşerken
bir Mehmet, can vermekte olan düşman neferine son nefesinde su yetiştirir bir
diğer Mehmet. Öyle bir ceddin torunlarıyız ki biz, vatanımıza göz dikeni savaş
meydanında vururken tam alnının ortasından, yine de kaybetmeyiz/unutmayız insan
oluşumuzun gayesini. Bize kurşun sıkana gül sunmasını da biliriz, düşmanımızın
ölümlüne ağlamasını da…
“Ali işte tam da böyle bir zamanda su matarasını kaptığı gibi siperinden çıktı ve yaralı askere doğru yürümeye başladı. Her iki cephedekiler de elinde su matarası olan, başı ve baldırı sarılı silahsız bu adamı izlemeye başladılar. Ali, Joe’nin yanına vardığında onun yaşadığını anladı ama kötü durumdaydı. Eliyle Joe’yi ensesinden kavradı ve başını hafifçe kaldırarak ağzına biraz su akıttı. Joe yutkunmakta zorlandı. Soluk bakışlarla Ali’yi izliyordu. (…)
Ali ağlıyordu. Gözlerinden akan yaş Joe’nin yanağına
damladı. Joe de ağlamaya başladı. Her yanını bir titreme sardı. Elini, son
gücünü kullanarak kaldırdı ve ceketinin iç cebine sokmaya çalıştı. Ali ona
yardım ederek Joe’nin cebinden mektubu çıkardı. Siperdeki askerler çıt
çıkarmadan iki askerin bu durumunu izliyorlardı. Joe gözlerini yumdu ve açtı.
‘Doğru, istediğim bu’ der gibiydi. Ali elindeki mektubu ona vermek istese de
Joe parmaklarını yumruk yaparak mektubu almadı. Kaşları ile Ali’ye almasını
işaret ediyordu. Ali mektubu alıp cebine koyduğunda Joe gülümsedi.[i]
Bahadır Yenişehirlioğlu’nun “Aşk Cephesi” romanı…
Roman, zamanda geri giderek Selim’in okuduğu kitapta farklı karakterleri
çıkarıyor karşınıza. Yer yer okumayı bırakıyor Selim. Sonra yeniden Selim’in
başından geçenleri, Adara ile Kerim’i, Adara’nın torunu Angela’yı, hiç tanımadığı
düşmanla savaşmak için Çanakkale’ye gelen Joe’yi görüyorsunuz. Acılarını,
sevgilerini, özlemlerini, fedakârlıklarını ve gözyaşlarını içinizde
hissediyorsunuz. Bir gönül medeniyetinin gönlü geniş insanlarıyla
karşılaşıyorsunuz bir de. Bir hoş oluyor içiniz...
Bize ilk emredilen vazife okumaktır. Bilmek için,
anlamak ve anladığımızı yaşamak, yaşantımızda göstermektir okumak. Yaşantımızda
hayat bulmayan okuma, okuma değildir. Söz ederken de lâf çıkmayacak ağzımızdan;
söz, kelâm olacak. Gayrısında hayır yoktur. Güzel insan olacağız, güzel insan
olmaya gayret edeceğiz. Ya hayır söyleyeceğiz yani, ya susacağız!
“‘İkra!’ (Oku!)… Mânâsını bilmeden kelimeleri tekrar
etmekten ibaret olan eylemin adı ‘kelime tekrarı’dır, ‘taklit’tir, ‘telaffuz’dur.
Tilâvette okunan metnin anlamını bilmek vardır. Bu anlamı kavrayıp, toplayıp
düşünerek hissetmek, ders çıkarmak, ibret almak, yaşama geçirmek, anlamak ve
anlatmakla okuma yerini bulur. Okununca, Kur’an’la yoğrulmuş kâinata, varlık
âlemine lâyık insan olunur. Arzu edilen budur; kâinatın nabız atışını hissetmek
gibi...”[ii]
Ceddimizin kurup bize miras bıraktığı bir
medeniyetimiz var çok şükür. Ve bu medeniyet, olsa olsa en güzel “Gönül
Medeniyeti” olarak adlandırılabilir. Batı medeniyetlerinde bu kelimenin tam
karşılığı yoktur bile. İşte böyle güzel bir medeniyetin insanlarıyız bizler.
Gönlümüz güzel olmalı. Güzel tutmalıyız sol yanımızı. Yüreğimizi her daim açık
tutmalıyız. Yaratılmışa ve eşyaya dahi güzel bakmalı, güzel görmeli ve güzel
davranmalıyız ki biz, biz olabilelim.
“Kalbini parlatmaya bak Ali! Allah En Büyük Sanatkârdır
ve öyle güzel şeyler yaratır ki bir eşi ve benzeri bulunmaz. Ne olursan ol,
hangi dar ve zor zamanlardan geçersen geç, bu güzelliklerin kalbine yansımasına
mani olma ve asla kalbini karartma! Düşmanın dahi olsa, muhtaçsa bir yudum su
vermeyi unutma!”[iii] Unutmayalım inşallah!
Sık sık bu bilincin kaybına uğrasak da, her şey ama
her şey hayır üzerinedir. Vakıa, elemde ve kederde de hayrı görebilmektir, sabretmektir.
Başımızdan geçen türlü tecrübeler bizi biz yapmaktadır. Yaşadığımız her an, her
şey hayatımızı oluşturmaktadır. Hiç ummadığımız anda yaşadığımız karşılaşmalar,
en umutsuz ânımızda gönderilen yardım, o İlahî elin sol yanımıza dokunmasıdır
hep.
“Zaten hayatı farklı ve anlamlı kılan, hiç umulmadık
zamanlarda yaşadığımız tecrübelerimiz değil miydi?”[iv]
“Hayat” dedik de, aşksız bir hayat düşünülebilir mi
hiç? Bu yakınlarda bir söz duydum: “Ne yaparsan yap, aşk ile yap!” Heyhat! Ne
güzel bir söz değil mi? Aşk ile yapılan her ne ise, eğri de olsa doğru olarak
kabul görür. Gerçeği şu ki, aşk ile bakan kişi, eğri yapılanın da doğru yanını
görür. Cismanî aşkla başlayan yolculuk İlahî aşka kapı aralamışsa eğer, gönlüne
merhamet düşer gönlüne aşk düşenin. Hayata aşk ile bakmaya başlar gayrı göz.
Her şeyde o kudreti görür. Her şeyde o sanatı hisseder ve yüreğinin en
derininde. Âşık olun! Ama gerçekten âşık olun o hâlde… Ve sınanmaya bırakın
kendinizi. İmtihanı aklınızdan bir an bile çıkarmayın. “Aşk” dediğinin en büyük
imtihanı ayrılıkla olsa gerek. Ya mesafe girer araya da ayrılık olur, ya ecel
alır sevgiliyi. Fakat “Ölüm nedir ki aşkın yanında?”[v]…
Ayrılık, en büyük ölümlerden beterdir. Söylenmemiş sözler varsa hele bir de, sineniz
dolar dolar taşar. “Bütün sözlerim içimde ukde kaldı”[vi]
diyenler kervanında bir garip âşık olurverirsiniz siz de. Öyle ya da böyle,
aşksız hayat mı olurmuş? Yaşanmış sayılır mıymış hiç aşksız hayat? “Aşksız
geçmişse bir ömür ne beyhudedir!”[vii]
Bahadır Yenişehirlioğlu
1962, Akhisar doğumlu olan Bahadır Yenişehirlioğlu, evli ve 2 çocuk babasıdır. 1979 yılında Akhisar Lisesi’ni bitirdikten sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandı ve 1985 yılında mezun oldu. Daha sonra Manisa-Akhisar’da serbest avukat olarak çalışmaya başladı. Çin, Fransa, İspanya, İsviçre, İtalya, Almanya, İngiltere, Bosna-Hersek, Karadağ, Hırvatistan, Fas, Tunus, Mısır, İran, Pakistan, İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye, Dubai, Bahreyn gibi ülkelerde halklar ve toplumlar üzerine araştırmalarda bulunmuştur. Meydan Yayınları’ndan “Beyaz Usta, Siyah Çırak”, Everest Yayınları’ndan da “Kerime ve Son Hasat” isimli romanları yayınlanmıştır. 2014’ün Mayıs ayında TİMAŞ Yayınları’ndan “Aşk Cephesi” romanını çıkarmıştır.