Âşinâ ve yabancı

Olduğu yerde başını secdeye koydu. Ve uzun duâlar etti. Başını kaldırdığında, yemyeşil kavakların yapraklarının hışırtısı, âdeta yanına doğru yaklaşması için onu çağırıyordu…

BELLİ belirsiz bir kızıllığın kapladığı yolda, vakit ikindiden sonraydı. Yolun sol tarafında yemyeşil duran çamlar, sağ tarafında mevsime teslim olup yapraklarını dökmüş kavak ağaçları vardı.

Elleri yukarıda buluşan bu ağaçların altında bir kalp burkuntusu cereyan ediyordu. Sonu görünmeyen düz ve upuzun bir yolun solunda bir kız, sadece ileriye doğru bakıyor ve gözlerini ürkekçe gezdirerek yürüyordu.

Bu yoldaki çamlar, kızın âşinâlıklarıydı. Mevsim ne olursa olsun, yemyeşillerdi. Gerçeklerdi ve yaşanmışlardı. Zarar gelmezdi artık onlardan. Sol taraftan gelecek herhangi bir ses tanıdıktı onun için. Korkutmazdı onu.

Sağ tarafsa yabancılıklarıydı. Yeni bir şehir, yabancı yüzler, sesler ve hiç tatmadığı anılar belki de… Kız, bu yolda yabancı olan her şeyden uzak yürüdü, uzak durdu. Keşfetmedi, yolda zikzaklar çizmedi. Koşarak veya sekerek gitmedi bile hiç! Hattâ sağ taraftan bir ses duysa, sol tarafa daha da yaklaştı ve çam ağaçlarının iğneleri karşıladı onu.

O hep yakın durduğu çamların dikenleriyle yaralanınca, biraz daha sağ tarafa kaydırmak istedi ayaklarını. Çünkü o değişmese bile yolun sürekli bir değişim içinde olduğunu fark etmişti artık. Nasıl ki yanından farklı farklı insanlar geçiyordu, yolda âşinâ oldukları da yabancılaşıyor, yabancı oldukları âşinâ oluyordu. İşte o da değişmeli ve yerini yenilemeliydi!

Bunları fark ettiğinde yürümesi yavaşlıyor ve derin düşüncelere dalıp gözlerini sanki ötelerin ötesini görmek istermiş gibi sabitliyor, her şeyi tüm ayrıntısıyla görmek istiyordu.

Dışına ördüğü duvarla karşılaşması da o zaman oldu. Esasen bakıldığında, duvar değildi bu, görünmeyen bir kuyuydu. Ama diğerlerinden farklıydı. Toprağın altına doğru değil de üstüne doğru yapılmıştı. Ve kız bu kuyunun içindeydi. Sıra sıra taşları örüp o yapmıştı bu kuyuyu. Şimdi birbirine sıkıca kenetlenmiş taşları yerinden oynatmak çok zor görünüyordu.

Kendini korusun diye ördüğü duvarlar, onu çepeçevre kuşatıp bir kuyu hâline gelmişti. Yarayı fark etmek nasıl ki merhemini bulmaya götürür insanı, o da yarasının üstüne basan bu taşları yerinden oynatmasıyla iyileşebileceğini anladı.

İlk önce bu kuyuyu nasıl ördüğünü düşündü. Neler sebep olmuştu da kendini dışarıdan koruduğunu sandığı bu duvarlar zindana dönüşmüştü? Aslında bu duvarları yalnızca kalbini korumak için örmüştü. Ve eskiye olan bağına yeninin zarar vereceğini düşündüğü için, yaprakları dökülmüş duran yolun yanına yürümeye korkmuştu. Birçok yara da almıştı bu yolu yürürken. Her adımını ileriye doğru atışıyla birlikte içinde bir şeylerin ilerlemesi gerekirken, o mânâyı kaybetmiş ve bir yanı geride kalmıştı. İnsanın kendisiyle arası açılırsa ne olurdu? Duvar sandıkları kuyuya dönüşürdü ve sesi ancak kendine yankı yapardı.

Onun bu hâlini bilmeyenler hep farklı farklı ipler uzattılar. Bazıları ince, bazıları kalındı. Bazıları öyle güçlüydü ki, kız tutunmuş ve bu sefer kurtulacağını düşünüp sıkıca sarılmıştı. Ama ne zaman yukarıya yaklaşsa, ipler çürük çıktı ve elinde kaldı.

Etrafındaki bu taşları elleri kanayıncaya kadar itti. Büyük uğraşlarının sonunda bir tane taş, kuyunun ortasında bir boşluk oluşturdu. Bir taşı bile çıkarmaya çalışırken bu kadar zorlanması, bunu kendisinin yapamayacağını anlamasını sağlamıştı. Ellerine bakıp ağlamaya başladı. Güçsüzdü. Şairin, “Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam” dizesine karşılık, onun kalbi burada, işte bu bir taşı eksik kuyunun içinde sıkışmıştı!

Yine de yerinden oynatabildiği bu taş, ona ümit vermişti. Bütün bu engellerden kurtulacaktı. Ayağa kalkıp gözünü kısarak boşluktan bir şeyler görmeye çalıştı. Serin esen rüzgâr, yanağına doğru usulca akan yaşın yerini değiştirdi.

Vakit, karanlığın perdesini kaldırmaya başladığı seher vaktiydi. Hâline, yaşadığı iç sıkıntılarına ve yola bakıp, buradan yalnızca onu Yaratana sığınarak kurtulacağını anladı. Olduğu yerde başını secdeye koydu. Ve uzun duâlar etti. Başını kaldırdığında, yemyeşil kavakların yapraklarının hışırtısı, âdeta yanına doğru yaklaşması için onu çağırıyordu…