DEĞİŞİK tanımları yapılsa
da tarih, en basit ifadeyle geçmişin bilimidir. Tarihin amaçlarından biri,
geçmişteki gerçekleri ortaya çıkarmak ve bilinmesini sağlamaktır. Geçmişi
öğrenip anlamak, şimdiki zamanı değerlendirmek ve geleceğe daha iyi hazırlanmak
için, tarih, vazgeçilmezlerdendir. Tarihçi ise, geçmişe derinlemesine
bakabilen, geçmişin bıraktığı kırık dökük kalıntılardan bilgi ve belge ile bir
bina oluşturup, bunu da gelecek nesillerin gözü önüne bir tablo gibi detayları
ile ortaya koyabilendir. (H. İnalcık)
Tarih
sadece olumlu örnekleri değil, olumsuz ve kulağa hoş gelmeyen detayları da
vererek ibret alınmasına vesile olur. Bu sayede toplumlar ve bireyler geleceği
daha iyi görür ve kurgularlar. Bu açıdan tarihte yaşamış insanların
biyografileri önemli bir yer tutmaktadır. Tarih çalışmaları ve özellikle
değerlendirilmelerinde biyografileri tarihin karanlığında kalmış nice
şahsiyetler vardır ki, bütün hizmetlerine rağmen hak ettikleri ilgiyi
görememişlerdir.
Türkler,
İslam’ı kabulden sonra yeryüzünde günümüze kadar uzanan muhteşem bir tarih ve
medeniyet bırakmışlardır. Batılı tarih araştırmacıları bile bu tarihten söz
ederken “azametli bir tarih” deyimini kullanmaktadırlar. (Andre Miquel, L’islam
et Sa Sivilizasyon.) Tarihimizin bütün dönemleri muhteşem ve azametlidir. Ama
tarih, aynı zamanda milletlerin hafızasıdır. “Hafıza” kelimesini bilerek ve
özellikle kullandım, çünkü tarihin önemini başka bir biçimde nasıl anlatacağımı
bilemedim.
Vesikalara
eğilmek, yerli ve yabancı tahriflerin, yerli ve yabancı cehaletlerin karışık
bir yumak haline getirdiği tarihi bütün ihtişamı ile tanımak, fetihlerin en
büyüğü ve cihatların en mukaddesi. Çehremi ve benliğimi kim tanıtacak bana? Bu
isli ve sırları dökülmüş ayna mı tarih? Bir medeniyet, bu çapta bir gafleti
ancak tarihten silinerek ödeyebilir. (C. Meriç, Kültürden İrfana)
Milletler,
tıpkı insan gibi bir yapıya sahiptirler. Zamanı yaşar, geçmişi vardır; dosta,
düşmana ve algılara sahiptir. Hafıza kaybı yaşayan bir insan, geçmişini
bilemediği gibi, dost ve düşmanını da birbirinden ayırt edemez, fayda ve zararlarını
bilemez. Tarih bilinci olmayan toplum ve milletler de hafıza kaybına
uğradıkları zaman, geçmişlerini bilmedikleri için geleceğe de hazırlanamazlar.
Acı
bir gerçeği hiç çekinmeden ve korkmadan ifade etmekte yarar var: Cumhuriyet
döneminde nesiller, yukarıda bahsi geçen azametli tarihten habersiz yetiştiler;
ayrıca maziye düşmanlık hisleriyle de zihinleri kirletildi. Ama son zamanlarda
tarih konusunda zihinsel kirlilik artık temizlenmeye başladı. Biz bu temizliğe
katkı sağlayacak bir hafızayı takdim edeceğiz sizlere…
Sümmanî
kimdir?
Âşık
Sümmanî (1861-1915), tarihin önemli bir döneminde ömür sürmüştür. Doğduğunda
Osmanlı, Asya, Avrupa ve Afrika’da 4 buçuk milyon kilometrekare vatan toprağına
sahipti. Bazı tarihçiler bu büyüklüğe sahip “Osmanlı İmparatorluğu” deyimine “imparatorluk”
kelimesi sebebiyle katılmıyorlar. Zira Osmanlı, kendisi için “Devlet-i Aliye”
deyimini kullanmaktadır. Teamüle uyarak “Osmanlı Devleti” tanımlaması ile o
döneme göz atalım. Çünkü tarihî olaylar ve kişiler, dönemleri ile değerlendirilince
anlaşılabilmektedirler.
Yeni
nesiller tarih hakkında yeterli bilgi ve birikime sahip olmadıkları için,
geçmişi bugünün şartlarına göre algılamakta ve değerlendirmektedirler. Bu da
gerçek tarihi nesillerin gözünden bir hazine gibi gizlemektedir. Sümmanî, hem 19,
hem de 20. yüzyılda yaşamış bir şairimizdir. Sümmanî’nin hayatını anlatırken ve
okurken, döneminin, yaşadığı tarihî ve coğrafî zeminin şartlarını iyi bilmek
gerekmektedir.
Abdulaziz
döneminde (1830-1876) dünyaya gelmiştir. Bu dönem, Osmanlı Devleti’nin en
çalkantılı dönemidir. Arkasından 5. Murat (1840-1904) tahta geçmiş ve kısa bir
süre saltanat sürmüştür. 2. Abdulhamit’in (1842-1918) otuz üç yıl süren
saltanat döneminde Sümmanî, kendi olgunluk dönemini geçirmiş olduğunu şiir ve
söyleşi atışmalarında zaman zaman dile getirmiştir.
İttihat
ve Terakki’nin Abdulhamit’i devirmesinden sonra padişahlık otoritesi güç
kaybına uğramış ve İttihat ve Terakki’nin üçlü çetesi koca İmparatorluğu
içinden çıkılmaz sorunlarla baş başa bırakmıştır. 19. yüzyıl, Osmanlı
İmparatorluğu’nun büyük toprak kayıplarıyla karşılaştığı, içte ve dışta
ekonomik ve siyasî buhranlarla sarsıldığı, bununla birlikte devletin ve
toplumun her alanda Batılı tarzda reformlar yaşadığı bir dönemdir.
Islahat
ve Tanzimat Fermanı (1839) ile beraber yapılan yenilikler, kurumları ve toplum
dokusunu da etkilerken, hukuk ve eğitim de dâhil her alanda ve geleneksel
kurumlar ile yenileri arasında kültürel anlamda ikilem yaşanmıştır.
Sümmanî,
bu yüzyılda, daha doğrusu bu dönemde yaşamış bir şairdir. Ayrıca mutasavvıf ve
gezgin bir derviş olarak çok yönlü kişiliği ve kimliği ile o dönemin insanı ve
sosyal hayatı hakkında bize fikir veren önemli bir şahsiyettir. Dolaştığı
coğrafyada karşılaştıklarını, gördüklerini, görüştüklerini ve çektiklerini arı
bir Türkçe ile aktarmıştır.
Âşık Sümmanî, Erzurum’a bağlı Narman ilçesinin Samikale köyünde dünyaya geldi. Doğum yılı çeşitli kaynaklarda 1860, 1861 ve 1862 olarak verilmektedir. Asıl adı Hüseyin olup, babası Kasımoğulları’ndan Hasan’dır. Sümmânî’nin çocukluğu, köyünde çobanlıkla geçti. 11 yaşındayken rüyasında pirler elinden içtiği bâde ile “bâdeli âşık” olduğu, bir koşmasındaki “Okudum harfini zihnim bulandı./ Yaralarım göz göz oldu, sulandı./ Baktım çar etrafa kadeh dolandı;/ Nûş ettim pirlerin bâdesin tek tek” dörtlüğünden anlaşılmaktadır. Aynı koşmada pirlerin kendisine abdest aldırıp iki rekat namaz kıldırdığını, mahlasının “Sümmanî” ve sevgilisinin “Gülperi” adlı bir güzel olduğunu da söylediklerini belirtir.
Erzurum, Narman-Samikale köyündeki Âşık Sümmanî Türbesi…
Sümmanî’nin
kişiliğinin oluşması ve âşık olarak şöhret bulmasında yetiştiği çevrenin önemli
tesirleri vardır. Büyük âşıkların yetiştiği Erzurum ve yöresi, Sümmanî’nin hem
âşık hayat tarzını benimsemesini, hem de Âşık Erbâbî gibi bir ustanın çırağı
olarak sanatın inceliklerini öğrenip âşık fasıllarına katılmasını sağladı. O da
diğer saz şairleri gibi diyar diyar gezerek sanatını icra etti. Kafkasya,
Kırım, İran, Afganistan ve hatta Hindistan’ı dolaştığı rivayet edilmektedir.
Gittiği yerlerin tanınmış âşıkları olan Çıldırlı Âşık Şenlik, Sezâî, Nihânî,
Zülâlî, Celâlî, Muhibbî ve Zuhûrî gibi âşıklarla fasıllara katıldı, zaman zaman
bu âşıklarla atışmalar yaptı. Doğu Anadolu Âşık edebiyatı, Çıldırlı Âşık Şenlik
ve Sümmânî çevresinde önemli gelişmeler gösterdi.
Sümmânî’nin vefat yılı da tartışmalıdır. 1912, 1914 ve 1915 gibi farklı yıllar verilmekle beraber, genel kanaat 1915 yılında (5 Ocak) öldüğü yolundadır. Mezarı Samikale’dedir. 1972 yılından beri zaman zaman Narman ve Samikale’de Sümmanî şenlikleri düzenlenmekte, bu şenliklere çeşitli âşıkların yanında üniversite çevrelerinden bilim adamları da katılmaktadır.
Sümmanî
üç evlilik yapmış, Melek, Sabiha ve Feride adındaki hanımlarından beşi erkek,
ikisi kız, yedi çocuğu olmuştur. Erkek çocuklarından Ali Rıza ve Şehabeddin,
Sümmanî daha hayattayken ölmüştür. Diğer erkek çocukları Şevki, Fahri ve Zabit’tir.
Torunları Hüseyin Sümmanoğlu ve Nusret Toruni, Sümmanî’nin kurduğu âşık kolu
içinde yer alıp âşıklık sanatını halen sürdürmektedirler. Hüseyin Sümmanoğlu
Şevki’nin, Nusret Toruni ise Fahri’nin oğludur.
Sümmânî’nin şiirlerini büyük ölçüde koşmalar oluşturur. Şair üzerine Hayrettin
Rayman’ın yapmış olduğu doktora çalışmasında 225 koşma, 37 semai, 5 destan, 7
atışma, aruz vezniyle gazel, musammat, müstezad ve Divan nazım biçimleriyle
yazılmış 9 şiir yer almaktadır.
Dili
Karacaoğlan, Pîr Sultan Abdal ve Dadaloğlu’na göre ağır, Erzurumlu Emrah’a göre
daha sadedir. Sümmanî, Türk halk şiirinin özelliklerini şiirlerinde başarılı
şekilde yansıtmıştır. Lirik ve ahenkli söyleyişi ve atasözü ve deyimlerle
mahallî kelimeleri şiirlerinde kullanması, halk tarafından beğenilip
sevilmesini sağlamıştır. Şiirleri günümüzde, başta Erzurum olmak üzere,
Erzincan, Kars, Artvin, Gümüşhane ve Bayburt yörelerinde ilgi görmekte ve “Sümmanî
ağzı” adı verilen bir ezgi eşliğinde söylenmektedir.
Ünlü
saz şairlerine özenerek aruz vezniyle yazdığı az sayıdaki şiirde başarılı
sayılmaz. Halk şairlerinin hemen hepsinde bulunan kafiye ve vezin kusurları
Sümmanî’de de görülür. Sümmanî’nin şiirlerinin konusunu büyük ölçüde aşk,
ayrılık, hasret, ölüm, tabiat, din, zamandan şikâyet ve de bazı tarihî ve
mahallî olaylar oluşturmaktadır. Özellikle aşk temasını işlediği koşmalarında
oldukça başarılıdır. Muhtemelen hemşehrisi olan Emrah’tan etkilenmesi sonucu
dinî-tasavvufî şiirleri genellikle öğüt niteliğindedir. Tabiat ise, Sümmanî’nin
şiirlerinde daha çok dağlarla yer alır. Sümmanî, aynı zamanda içinde önemli
âşıklar bulunmayan bir âşık kolunun kurucusudur. (TDV İslam Ansiklopedisi)
Koca
İmparatorluk küçüle küçüle bir bahçe halini almıştır. Kısaca Sümmanî, büyük bir
imparatorluğun geniş coğrafyasında hür hava ile dolaşmış, ama ahir ömründe acı
ve elemlerin esiri olmuştur. Ömrünün son günlerini köyünde geçiren Sümmanî,
1915 yılında hayata veda eder. Mezarı, doğduğu köy olan Erzurum’un Narman
ilçesindeki Samikale köyündedir.