“ÂŞIK” denilince hangi
şehir gelir akla? Erzurum yahut Sivas... Belki Maraş, değil mi? Kars da
olabilir. Siz hiç Trabzonlu bir âşık duydunuz mu? Duymadınız. Ben de duymadım. Ama
ben gördüm. Gördüm, tanıdım, sevdim. Elinde bağlaması yoktu, tamam. Ama şiirleri
âşık işiydi. Atışmaları da vardı. Hattâ mahlası da “Âşık Çepni” idi. Trabzon
Beşikdüzü’ndendi üstelik…
2000
yılında, benden deprem fotoğrafları istemek üzere gelmişti, o gün tanıştık. O
gün bugün yakın dost olduk. Cenazelerimizde, düğünlerimizde, iyi kötü
günlerimizde. Trabzon’da, Adapazarı’nda, yurtiçinde, yurtdışında yüzlerce,
binlerce güzel hâtıra…
Bana,
“Yeryüzünde Temel diye biri yaşamış,
gördün mü, tanıdın mı?” diye sorsalar, sağıma ve soluma bakmadan, bir
saniye bile tereddüt etmeden, “Evet, Yusuf
ağabey” sözü çıkar ağzımdan. İnanın, doğrudur bu!
Kim
mi bu Yusuf Mısırlıoğlu. Nam-ı diğer “Âşık Çepni”?
İTÜ’den
mezun, uçak makinaları mühendisi… 1968 Kuşağı’nın delikanlılarından birisi. O
günkü tabirle İTÜ’de “Ülkücülerin reisi”… Bıçkın, hareketli, yiğit, vatanperver
biri! Şimdilerde nüfus kâğıdı eskiyip yaşı yetmiş yediye erişse de o hâlâ genç
bir delikanlı. Uzunca süredir makine sanayii üzerine işyeri sahibi. Savunma
sanayiine parçalar üretiyor bir süredir.
Bir
tarafı ne kadar gırgır, neşeli Temel ise, diğer tarafı o kadar ciddî,
disiplinli, üretkendir. Yılın altı ayını Trabzon’da, yaylalarda geçirir, diğer
altı ayını Adapazarı’nda, ikisi ODTÜ, biri İTÜ mezunu üç oğlunun işlettiği
makine imâlâthanesinde.
Adapazarı
Sait Tanış Kültür Merkezi yeni hizmete girmiş, 2010 Nisan’ı... “Akşamın Aydınlığında Portreler”
kitabımın söyleşi ve imza günü için onu da davet ediyorum. Telefon açtım, mekânı
tarif ediyorum, anlayamıyor. Aklıma pratik bir çözüm geldi. “Yusuf ağabey” dedim, “Ağa
Camii’nde akşam namazını kıldın, çıktın, nereye gidersin?”.
Beklediğim
cevap şu: “Sağa, Uzunçarşı’ya” veya “Düz, Karaağaçdibi’ne” ya da “Sola, Gümrükönü’ne doğru”…
Ben
de diyeceğim, “Ağabey sola, minarenin
dibine gel, yüzünü İzmit’e doğru dön. Elli metre yürü. Orası işte!”. Yusuf
Mısırlıoğlu bir iki saniye düşündü. “Kahveye
pişpirik oynamaya giderim!” diye cevaplamasın mı? Kahkahaları koyuverdik.
İşte Yusuf ağabey yani, Âşık Çepni budur!
Ona göre her şey normaldir, anormal olan bizleriz. Örneğin sigaraya, elli yaşında kalp krizi geçirdikten sonra başlamıştır. Günde beş öğün yemek yer ama altmış iki kiloyu bir gram geçemez. (Bir rivâyete göre yetmişinde bir kalp krizi daha geçirince sigarayı bırakmış, daha doğrusu sigara onu terk etmiş; o günden sonra da her yıl bir okka kilo almaya başlamıştır.)
Yeri
gelince sık sık “Okumam yok, yazmam var!” diye cevaplaması, üç şiir kitabından
mülhemdir. Âşıktır, şairdir, ozandır; “Âşık Çepni” mahlası ile şiirler dökülür şair
yüreğinden onun. O Çepni’dir, Çepni kızına âşıktır. Nereden mi biliyoruz? Kendi
dizelerinden...
“Yanakları
gamzeli, gerdanı kar beyazı/ Belinde peştamalı, çarıklı Çepni kızı/ Kışın köyde
çalışır, yaylada geçer yazı/ Belinde peştamalı, çarıklı Çepni kızı…
Obalının düşüsün, ulaşılmaz hayalsın/ Bu ne işve, bu ne naz; ander kaybana
kalsın/ Altüst ettin dünyamı; seni yaratan alsın/ Belinde peştamalı, çarıklı
Çepni kızı…”
Şiirinden de anladığınız üzere, Çepni Türküdür on
binlerce Trabzonlu gibi Yusuf Mısırlıoğlu. Aceleci ve hareketli bir yapıya sahip
olduklarından, soy, boy, aile olarak Fatih Sultan Mehmed’den önce o bölgeye
yerleşmişler; Koca Sultan 1461’de Trabzon’a girdiğinde Mısırlıoğlu Ailesi
olarak “Hoş geldiniz Sultanım, nerede
kaldınız, gözlerimiz yolda kaldı” demişler, Sultan da bu bölgeye “Vilâyet-i
Çepni” adını vermiştir. Fetihte Fatih’e yardım ettiklerini de ilâve etmeyi
unutmayalım!
Neşe
adamdır, neşeli adamdır, neşe saçan adamdır o. Hayatımda gördüğüm en cömert, en
müspet, en toparlayıcı adamlardan birisidir. Benim genel yayın yönetmenliğimde
bir grup arkadaşın katkılarıyla on bir yıl, yüz otuz iki sayı çıkarttığımız
Irmak dergisinin bu kadar uzun süreli yayımlanmasının maddî motoru, hiç
kuşkusuz Yusuf ağabeydir; ona ne kadar çok teşekkür edilse yeridir.
Irmak’tan
tek şikâyeti, tek şikâyetçi olduğu kişi, Sansürcübaşı
adını taktığı, “Şiirlerimin yarısından
fazlasını kesip atıyor” diye sitem ettiği, “İdarecinin bir yüzü sıcak, diğer yüzü sert olmalı; bizim sansürcübaşının
iki yüzü de sert” diye yakındığı, bu satırların yazarıdır.
Yol
arkadaşlığı da ayrı güzel, ayrı zevkli, ayrı neşelidir. Ablasının ineğini
yaylaya götürürken kaybedecek kadar dalgın,
şâhit olduğu bir trafik kazasında, suçlusunun sigortası olmadığını görünce suçu
üstlenecek kadar cömert, Sofya Banyabaşı
Camii önünde dilenci misâli mendil açacak kadar muzip, Kızılderili filmlerinde ağlayacak kadar duygusal bir kahramanımızdır o bizim.
Sitem
edeceği zaman cümle kalıbı bellidir: “Müslüman,
… edeceğine … etseydin ya” veya “Mübarek,
… diyeceğine, … deseydin ya”…
Normal
hâlde cümleye üç kelimeden biriyle başlar:
“La gardaşım”, “Uşağım”, “Bağa bak hele”…
Bir Trabzonluda görebileceğiniz tüm özellikler fazlasıyla vardır onda: Üretken,
yerinde duramayan, tez canlı, pratik, cömert, samîmi, candan, vatanperver,
muzip, Trabzon’u dünyanın başkenti sayan, Trabzonspor’u ölçüsüz, sınırsız ve
katıksız seven, yayla sevdâlısı, adalete düşkün ama hemşerisini görünce adaleti
unutan, hamsi ve karalahanaya yarı kutsallık atfeden…
Yerli adamdır Yusuf ağabey. Halk adamıdır, halktır, halktandır, halkçıdır. “Halkçı”
dediysek yanlış anlaşılmasın, cumhuriyet yanlılarından
değil, milletinden yana
olanlarındandır.
Şiiri Türk halk edebiyatına dairdir elbet. Atışmaya, nazireye bayılır. Onun
atışmaları, hayat felsefesini yansıtır: Azaltan değil çoğaltan, üzen değil
güldüren, tüketen değil büyüten, çirkinleştiren değil güzelleştirendir. Kendi
insanının, Trabzon’un, -daha da geniş tutalım- Karadeniz insanının sevincini,
üzüntüsünü, felsefesini şiir diliyle yazmayı başaran ender fânilerdendir Âşık
Çepni. Sadece bu tür şiirlerinden oluşan bir kitabı da vardır “Temel Bir Gün” isimli. İkinci kitabı, “Gül İncinmesin”dir. Zaten bir ömür
yaptıkları, ettikleri, yazdıkları hep Gül’ü
incitmemek içindir.
Zarif adamdır o, nazik adamdır, muzip adamdır. Gülümseyen, gülümseten,
güzelleştiren adamdır.
Âşık Çepni yazısı da elbet onun bir şiiriyle bitmelidir, “Feminist Fadime” ile meselâ:
“Her yıl
Amerika’da/ Feministler buluşur,/ Kadınların hakkını/ Savunmaya çalışır./ Çıkar
başkan sahneye:/ ‘Sıkın eşlerinizi/ Gösterin erkeklere/ Azı dişlerinizi.’/ Bu
karar üzerine/ Yüce meclis dağılır,/ Bir yıl sonra kürsüde...
Önce
Alman, sonra İspanyol feministleri konuşur.
Hans ile Pedro mum olmuştur. Sahneye çıkma sırası bizim Fadime’dedir şimdi.
Fadime başlar söze:/ ‘Temel geldi bir akşam./ Bağırdı: ‘Kız Fadime!/ Nerde lahana çorbam?’/ Dedim: ‘Eğer yaparsam/ Gözüm önüme aksın!/ Sana çok yemek yaptım,/ Artık sen yapacaksın.’/ Bir gün bir şey görmedim./ İkinci gün de doldu./ Üçüncü gün sol gözüm/ Açılır gibi oldu.’”