ORİJİNİ ve çıkış yeri 1
Aralık 2019 tarihi itibariyle Çin’in Wuhan kenti olduğu söylenen, ülkemizde de
yaklaşık bir buçuk yıl kadar önce görülmeye başlayan ve tüm dünyayı etkisi
altına alarak insanlığı kasıp kavuran Covid-19 Salgını, henüz tam mânâsıyla
durdurulamamış olup, Demokles’in kılıcı gibi tehdidini hâlâ ensemizde
hissettirmeye devam etmektedir.
Mutasyona
uğrayan varyantlarına bakılırsa, bu illetin daha uzunca bir süre dünyayı kasıp
kavuracağı ve birçok insanın ya hastalanmasına ya da ölümüne sebep olacağı
artık inkâr edilemez bir gerçekliktir.
Bugün
itibariyle en son verilere bakıldığında, Dünya genelinde toplam vaka sayısı
yaklaşık olarak 205 milyonu, vefat sayısı da 4 milyonu geçmiş durumdadır.
Ülkemizde
ise, yine yaklaşık olarak toplam vaka sayısı 6 milyonu, vefat sayısı da 50 bini
geçmiş durumdadır.
Dünya
kamuoyunda Covid-19 virüsü ile ilgili olarak ilgili-ilgisiz, yetkin-yetersiz,
uzman-amatör, mesleği tıpçı olan-olmayan, hülâsa halkın her kesimi, hepimiz,
kendi çapımızda ve kendi penceremizden gördüklerimizi, duyduklarımızı,
bildiklerimizi, bilmeyip uydurduklarımızı, düşüncelerimizi, kendi indî
görüşlerimizi, hattâ komplo teorilerimizi de işin içine katarak çorbaya
çevirdiğimiz ve hercümerç ettiğimiz bu konuyu her gün her mecrada ve her
zeminde bilerek ya da bilmeyerek uluorta konuştuk, yazdık, müzakere ettik;
konuşmaya, yazmaya ve müzakere etmeye hâlen son hızla devam etmekteyiz.
Son
yıllarda sürekli ve kesintisiz olarak Türkiye kamuoyunda konuşulan iki temel
konu vardır ki, sürekli ve kesintisiz gündem oluşturması açısından bunlar belki
de “Guinness Dünya Rekorlar Kitabı”na girmeyi hak etmektedirler.
Bu
konulardan birisi FETÖ meselesi, diğeri de Covid-19 yani Koronavirüs
meselesidir.
En
az 5-6 yıldır (daha öncesi de var), Allah’ın bir günü yoktur ki
televizyonlarda, sosyal medyada, yazılı-görsel basında ve Türk kamuoyunda FETÖ
meselesi konuşulmuş olmasın...
Aynı
şekilde Covid-19 meselesi de son bir buçuk yıldır aynı mecralarda her gün
sürekli ve kesintisiz olarak konuşulmaktadır.
Bu
gidişatla bu her iki konu, daha yıllarca Türk kamuoyunda sürekli ve kesintisiz
olarak konuşulmaya devam edecek gibi görünmektedir.
Şimdi
gelelim asıl meramımıza yani aşı karşıtlığı ve kul hakkı meselesine…
Tüm
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çeşitli sebeplerden dolayı aşı karşıtı olan
değişik gruplar vardır. Bunlar değişik renkte ve yelpazede olup türlü türlü
argümanlara sahip olsalar da, hepsi “aşı karşıtlığı” ortak paydasında birleşmektedirler.
Bu
aşı karşıtlığı argümanlarını iki temel grupta toplamak mümkündür:
Bunlardan
birincisi, “özgürlüklerin ve insan haklarının kısıtlanması” iddiası…
İkincisi,
“uluslararası bir projeyle herkese ‘çip’ takılarak izlenecek olması” iddiası…
Özgürlüklerin
ve insan haklarının kısıtlanması iddiası
“Özgürlük”
ve “insan hakları” kavramları, özünde çok önemli ve çok değerli olmakla
birlikte, son yıllarda tüm dünyada bazı insanlar ve bazı çevreler tarafından bu
iki kavramın içi boşaltıldı ve olur olmaz her konuya ve her şeye alet edilmeye
başlandı.
Genelde
de bu kavramlar, bazı insanlar ve bazı gruplar tarafından (özellikle de gençler
tarafından) hedonist bir felsefeyle bohem bir hayat yaşamanın ve akıllara gelen
her şeyi engelsiz olarak yapmanın güya meşru bir gerekçesi olarak algılandı ve
böyle yorumlandı. Hâlbuki yapılan iş, son derece insanî olan bu kavramları
istismar etmekten başka bir şey değildi.
İşte
Dünya’da ve Türkiye’de bir grup insan, bu gerekçelerle yani “Özgürlüklerimiz ve
insan haklarımız kısıtlanıyor” argümanlarıyla aşı olmaya karşı çıktılar,
çıkmaya da devam ediyorlar.
Uluslararası
bir projeyle herkese “çip” takılarak izlenecek olması iddiası
Bu
iddia, aşı nokta-i nazarından ve aşı düzleminde biraz zorlama bir fantezi ve
komplocu beyinlerin ürettiği biraz fazla komplo teorisi gibi geliyor insana…
Öyle
ya, insan vücuduna zerk edilen sıvı bir maddenin içine nasıl bir “çip”
konulacak da milyarlarca insan bu çipler üzerinden izlenecek? Akıl alır gibi
değil!
Kaldı
ki, mesele buysa, zâten insanlar kullandıkları televizyon, bilgisayar, sosyal
medya hesapları üzerinden ve daha değişik birçok yöntem ile her gün izlenmekte
ve maalesef kişisel bilgilerimiz ellerinde bulunmaktadır. Bugünün teknoloji
dünyasında bundan kaçmak hiç de kolay değildir. Bu bağlamda bilgisayar
korsanlarını ve siber saldırıları da hesaba katmak gerekir.
Bunları
elbette “Hiç tedbirli olmayalım” mülâhazasıyla söylemiyorum. Tabiî ki azamî
derecede tedbirli olacağız. Ama yukarıda belirtmeye çalıştığım gerekçelerle aşı
karşıtı olmak hiç de akla yatkın gelmiyor; bilimsel ilkelere de hiç uygun
düşmüyor.
Zâten
Sağlık Bakanlığı yurt dışından gelen bu aşıları örneklem usûlüyle seçerek,
geçerlilik ve güvenirlik açısından laboratuvarlarda testlerini yaptırdıktan
sonra vatandaşlarımızın aşılanmasına onay veriyor.
Şimdi
ülkemizdeki bu aşı karşıtlarına bakıldığında, içlerinde maalesef bazı Müslüman
kanaat önderlerinin, bilmedikleri hiçbir konu olmayıp her konuda ahkâm kesen
yazar-çizer takımının, ilâhiyat mezunu olup da değişik alanlarda görev yapan
bazı akademisyen kalemşörlerin de bulunduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz.
Diğerlerini
anladık da, size ne oluyor Allah’ınızın aşkına?!
“Çarşı,
her şeye karşı” anlayışıyla her şeye karşı çıkılır mı? Allah aşkına!
Aklın, mantığın, bilimin ilkelerine ve verilerine (sahih olanlarının) hiç karşı gelinir mi? Yaratan hatırına!
Sizden
etkilenip de aşı olmayanların hastalanması veya ölümleri vuku bulduğunda ya da
aşı olmayanların Koronavirüse yakalanıp da başkalarına bir şekilde bu hastalığı
bulaştırdıklarında ve onların da hastalanma ve/veya ölümlerine sebep
olduklarında bunun müsebbibi kim olmuş olacak? Sorumluluğu kim üstlenecek? Hesabını
kendi vicdanına ve Allah’a nasıl verecek? Bu aşı karşıtları, bunları da hiç
düşündüler mi acaba? Bu durumda sıfatları ne olacak, kendilerine hangi sıfatla
hitap edilmiş olacak? Konumları ve durumları Allah ve insanlar nezdinde nasıl
olacak? Hiç düşünüldü mü?
Zâten
bilimsel bulgulara bakıldığında, ülkemizde çoğunlukla aşı olmayan kitlenin
bilimin, kültürün, medeniyetin ve aklı kullanmanın en az olduğu ve “Gassal
elinde meyyit gibi olmak gerekir” anlayışının hüküm sürdüğü kırsal kesimlerde
ve taşra şehirlerde yoğunlaştığı görülmektedir.
Yine
bilimsel bulgulara göre aşı olmayanların aşı olanlara göre hastalığa yakalanma
ve ölme oranları çok daha yüksek olarak görünmektedir.
Bütün
bu bilimsel veriler ve bulgular ışığında aşı karşıtı olmak akla ziyandır.
Bilimin ve mantığın ilke ve kurallarıyla da telif ve tevil edilmesi mümkün
olmayan bir hususiyettir.
O
zaman bu anlayışla kızamık aşısı, çocuk felci aşısı, tetanos aşısı gibi tüm
aşılara karşı çıkmak gerekir. Bu tür bir anlayış, aklın kabul edeceği bir
anlayış değildir!
Son
söz:
İşte
bütün bu değerlendirmeler ışığında, aşı olmayanların muhtemelen diğer insanlara
bulaştıracakları hastalıklar ve bu vesile ile onların ölümlerine sebebiyet
vermeleri, aynı zamanda da ülkemizde pandemiyle yapılan mücadelenin sekteye
uğratılmasındaki katkıları göz önünde bulundurulduğunda, bu durum tam mânâsıyla
kul hakkına girmektedir.
Bunu
ister bilerek yapsınlar, isterlerse bilmeyerek, câhillikten yapsınlar, sonuç
değişmemektedir. Dolayısıyla bu insanların (aşı karşıtlarının) üzerlerinde
diğer insanların hakları vardır. Bundan dolayı, Allah bilir, hesap gününde
bunlar sorulacaktır.
İşte düşünen beyinler, akıl sahipleri ve kendisini Müslüman olarak addedenler için mesele bu kadar ciddîdir! Vesselâm...