Asgarî ücretten “asgarî” düzeyde bahsetmek

Asgarî ücretten olabildiğince az yani “asgarî” düzeyde bahsedelim ve esnafın kurt kapanı kurmasına izin vermeyelim. 16 Mart 2020 tarihinden 30 Mayıs 2022 tarihine kadar geçen iki yılı aşkın bir sürede, devletleri psikolojik ve ekonomik anlamda ölüm yolculuğuna sürükleyen pandeminin ağırlaştırılmış önleyici (!) yasaklarından ülkemizi ve milletimizi “azamî” düzeyde koruyalım.

İNSANOĞLU, dünden bugüne hep iki parametre arasında plân yapmakta: Birincisi, içinde bulunduğu müspet ya da menfi ahvâlden kurtulmak, diğeri de yarınıyla ilgili kaygılarını izale ederek kalıcı bir konfora ulaşmak…

İlginçtir, bahsini ettiğimiz iki konunun başlangıç ve bitiş hikâyesi gelirlerimizle doğrusal orantılıdır. Yani parayla…

Hani uğruna miras kavgalarının yaşandığı, cinayetlerin, hırsızlıkların ve yolsuzlukların işlendiği, kolay ve rahat kazanmak için çeşitli entrika ve dümenlerin çevrildiği paradan bahsediyoruz. Biz, “illegal” yollardan kazanılan paradan değil, “legal” paradan yani alın teriyle elde edileninden bahsedeceğiz.

Çocuktum, evimizde iki öğretmen vardı. Ablamlar devletin kendilerine takdir ettiği maaşlarına, bir dönem aybaşlarında, Özal ile birlikte de ay ortasında kavuşurlardı. Ne kadar bereket olursa olsun, aldıkları gün erimeye meyilliydi. Maaşlara zam beklentisi, memurun ağzından eksik etmediği sakızdı. Oran ne kadar yüksek olursa olsun, ihtiyaçları karşılamada “yetersiz” gelirdi. Birkaç haftalık homurdanma, 6 ay sonra yerini başka bir umuda devrediyordu.

Seneler seneleri kovaladı. Derken önce abim, ardından da ben devlet kapısıyla tanış olduk. Geçmişte kulağıma ve gözüme ilişenleri artık bizzat yaşamaya başlamıştım. Hangi hükûmet gelirse gelsin, vaat edilen ile gerçekleşen politikalar arasında hep farklılık vardı.

Gururla geçen 30 yıllık meslek hayatım boyunca -ki bu sürenin yarısı AK Parti dönemini kapsamakta- “ek göstergenin” 3600’e çıkarılmasını bekledim ama nasip olmadı. Tâ ki bu yıl, emekliliğimin 7’inci yılında, Meclis’ten geçen yasayla birlikte bu hakka kavuştuk. Bunun için de en az altı aylık bir süreye ihtiyacımız var, zira tasarı 2023 Ocak ayından itibaren geçerli olacak. Olsun, kangrene dönüşen beklenti çözüme kavuşturuldu ya, beklenilir.

Aynı şey, her yıl sene başında toplanan Asgarî Ücret Tespit Komisyonu’nun belirlediği “asgarî ücret” için de geçerli.

Hani işverenin işçiye ödemek zorunda olduğu “en düşük” ücretten bahsediyoruz. İşçinin asgarî ölçüler içinde insan haysiyetine yaraşır şekilde yaşama ve çalışma imkânı nazara alınarak belirlenen aylık ücretten…

Tüm dünyayı derinden etkileyen enflasyonist baskı, hükûmetleri yeni arayışlara ve çözüm yollarına sevk etmektedir. Ülkemiz de bundan payını fazlasıyla alan devletler arasında yer almaktadır.

Asgarî ücret tarihinde ilk kez, altı aylık arayla iki kez, toplamda yüzde 80’lik bir artış sağlanarak, ailelerin rahat bir nefes alması öngörülmüştür.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre yaklaşık 7 milyon kişi, ailesini asgarî ücretle geçindiriyor. 6 bin 471 TL olan miktardan 970,65 TL tutarındaki SGK ve işsizlik sigorta primi düştükten sonra işçinin eline net 5 bin 500 lira 35 kuruş geçiyor.

Bir işçinin işverene maliyeti ise yüzde 15,5 oranındaki SGK Primi (Bin 3 lira 1 kuruş) ve yüzde 2 oranındaki işsizlik sigorta primi (129,42 TL) ile birlikte bu oran 7 bin 603 lira 43 kuruşa ulaşıyor. Devlet, işçi başına 100 TL de ekstra destek sağlıyor işverene.

Yirmi yılda 24 katlık artış

2002 yılı sonunda AK Parti tarafından belirlenen 225,99 TL’lik net asgarî ücret, bugüne kadar tam 24,3 katlık bir artış göstererek 5 bin 500 lira 35 kuruşa ulaşmıştır.

Gel gör ki, Hükûmet’in bu fedakârlığı, serbest piyasa koşullarında cirit atan ve zam iştihası son derece kabarık baronlar ile Âhilik geleneğinden nasiplenmemiş art niyetli esnaf, üretici ve komisyoncular tarafından son tüketici pozisyonundaki “orta” düzey memur ile asgarî ücretle evine ekmek götüren kesimin cebine girecek olan üç beş kuruşa evvelinde göz dikilmiş durumda.

Bu dün de böyleydi, bugün de. İnanın, yarın da değişen bir şey olmayacak! Bir yandan Devletin tüm imkânları seferber edilecek ve artış sağlanacak, beri taraftan yapılan zammın on katı oranındaki miktar, bahsi geçenler tarafından işçinin ve memurun elinden alınacak. Dolayısıyla da “alım gücü” zayıflamaya devam edecek.

Kabul etmek gerekir ki, günümüzdeki fiyat artışlarının altında yatan iki önemli neden var: Biri üretimdeki hammadde eksikliği, ikincisi de buna bağlı giderek serkeş bir çizgiye bürünen arz-talep dengesi. Bu tablo da doğal olarak enflasyonu tetikliyor.

Yoldan çıkmak

Zaman zaman şöyle bir tanımlamada bulunuyorum: “İnsan yoldan çıkarsa ahlâkî erozyon, araba yoldan çıkarsa trafik kazası, para yoldan çıkarsa ekonomik facialar yaşanır.”

Fiyatların manipüle edildiği, yaşanan olumsuzluklar -felâketler ve ekonomik buhranlar- “sosyal huzursuzluğu” kaşıdığı mutlak bir gerçek. İşte tam da bu noktada çalışan sınıfa yapılacak yatırımlar, özlük haklarındaki iyileştirmeler “sosyal” dengenin korunmasında önemli bir seçenek.

Bu anlamda işçi ve memurun enflasyona yenik düşmemesi, bir başka ifadeyle “ezdirilmeyeceği” güvencesini kendine yontan art niyetliklerin ekmeğine yağ sürmekten vazgeçmenin masaya yatırılması gerektiği kanaatindeyim.

Aşikâr edilen oranlar, günlerce medyada dillendiriliyor ve daha maaş cebe girmeden -ki girmiyor- dijital veri olarak kartlara aktarılıyor, bir el tarafından usulca çekiliyor.

Yıllık enflasyon yerine aylık enflasyon oranı baz alınmalı, bir ay da geriden gelinmeli. İlk maaş belli bir oranla takdim edildikten sonra TÜİK verileri doğrultusunda memur ve işçinin maaşlarına aylık olarak yansıtılmalı. Ne kamuoyunu ilgilendirir bu durum, ne de süpermarketleri.

Dinimiz bile bize bu öğretiyi şöyle hatırlatır: Bir elin verdiğini diğer el görmesin!

Yazımı sonlandırırken, “özet” anlamında bir geçiş, hemen akabinde ise bir hatırlatma yapmak istiyorum…

Asgarî ücretten olabildiğince az yani “asgarî” düzeyde bahsedelim ve esnafın kurt kapanı kurmasına izin vermeyelim. 16 Mart 2020 tarihinden 30 Mayıs 2022 tarihine kadar geçen iki yılı aşkın bir sürede, devletleri psikolojik ve ekonomik anlamda ölüm yolculuğuna sürükleyen pandeminin ağırlaştırılmış önleyici (!) yasaklarından ülkemizi ve milletimizi “azamî” düzeyde koruyalım.