
GEÇEN hafta açıklandı asgarî ücret. Tespit komisyonu
toplanmadan önce muhalefet partilerine sorulsaydı, beklentileri, ağızlarını
doldura doldura “4 bin liranın üzerinde olmalı” derlerdi. Nitekim komisyon
toplantıları başladığındaki kamuoyu beklentisi 3 bin 600-4 bin TL aralığında
seyrediyordu. Ama Erdoğan’ın açıkladığı ücrete burun kıvırmayı marifet zannetti
hepsi.
Cuma günü yayınlanan ve henüz asgarî ücret
açıklanmadan kaleme aldığım yazımda, “AK Parti’nin önünde çok kritik 1 yıl var.
Bu süreyi, vatandaşın çarşı pazarla arasını düzeltmekle, maaşları enflasyona ezdirmemekle
geçirmesi gerekiyor” demiştim. Hükûmet, asgarî ücret açıklamasıyla bu
beklentimin ilk adımını attı. Kavga dövüş olmadan, taraflar masayı terk etmeden
başlayıp biten görüşmelerden beklentilerin de üzerinde bir ücret çıkınca,
Erdoğan yeni bir müjdeyle çıkmış oldu kameralar karşısına.
Sistem, asgarî ücret tespit komisyonunda devlete
arabuluculuk görevi veriyor aslında. Yani asgarî ücreti belirleyen değil, ilân
eden taraf hükûmet. Ancak bu seneki komisyona kadar, işçi ve işveren
temsilcilerinin masada anlaşamadığını, arayı bulan, hatta asgarî ücreti dayatan
siyâsî otoritenin her iki tarafı da tatmin etmekte zorlandığını biliyoruz. Bu
defa tam tersi oldu. İşçilerin sıra dışı talepleri işverenler tarafından makul
bulundu. Mevcut ekonomik şartlarda, işçi kesimi daha fazlasını isteyebilir,
işveren de çok daha azında diretebilirdi. Ancak, kimse beni iki tarafın kendi
kendine uzlaştığı konusunda ikna edemez. Burada Erdoğan’ın özel ikna
yöntemlerinin devreye girdiğini, bu sayede özellikle işverenin fedakârlık
yaptığı algısıyla taltif edildiğini ve alkışı Hükûmet-işveren ortaklığının hak
ettiğini zikretmeliyiz. Bu ortaklık, siyâsî konularda sıklıkla karşı karıya
gelen Hükûmet ve işveren STK’larının bundan sonra daha kolay anlaşabileceği bir
ortama girildiğinin de ipucu olabilir. Erdoğan’ın “yeni dünya düzeni”
ifadesindeki üretici sermayenin alacağı rolü artık anlamış olabilirler diye
düşünüyorum.
Dedik ya, devlet asgarî ücrette -şeklen- arabulucuydu.
Kendi kasasından vermiyor neticede. Ancak Ocak 2022 ile birlikte Devlet’in
kasasından çıkacaklar da belli olacak. Acaba yüzde 50 zamla işverenin sırtına
yüklenen asgarî ücret kadar yük alacak mı Devlet üzerine? Almalı!
Türkiye’nin kararlılıkla sürdüreceği izlenimini
aldığımız yeni ekonomi politikası ve FED’in önümüzdeki iki yıl için açıkladığı
3’er puanlık faiz kararı, döviz kurlarındaki aşırı yükselmenin önüne geçmeyi
zorlaştıracak gibi görünüyor. Dövize ve maaş zamlarına bağlı fiyat artışları da
enflasyonu olumsuz yönde etkileyecektir diye düşünüyorum. Zaten bu beklentilere
karşı mevcut enflasyonun üzerinde bir asgarî ücret belirlendiği belli. Memur ve
emekli maaşları belirlenirken de aynı mantıkla hareket edileceğini
zannediyorum. Önemli olan, 2022 sonuna geldiğimizde, yılbaşında alınan zammın
üzerinde bir erimeyi yaşamamak.
Kimse dövizi dizginlemek için uğraştığımız günlerin
geri geleceğini beklemesin. USD/yerli para ilişkisi o kadar belirleyici bir ekonomik
gösterge olsa, Çin kötü günler geçiriyor, Rusya battı batıyor, Japonya temerrüde
düşmüş olurdu. Bu arada Tunus’un bizden daha üretken, Bulgaristan’ın dünyaya
hâkim olmaya yakın, Ürdün’ün ise süper güç olması gerekirdi. Refah düzeyi
paranın başka bir parayı alması ile değil, hayatı satın almasıyla ölçüldüğü
için, satın alma paritesi diye bir ölçümleme uygulanıyor dünyada.
Bundan sonra ne olacak?
Israrla söylüyorum ki, 2022, AK Parti için son şans.
Öyleyse her şeyin 2019’dan, 2020’den daha iyi olması şart. Hedef 2011-2013
göstergeleri olsa da, gerçekçi olan, 2018’in makro değerlerine, alım gücüne
ulaşmak olmalı.
Pandemi sonrası hareketlenen tüketim ekonomisi, geçici
de olsa rekor büyüme rakamları çıkardı karşımıza. İhracattaki büyümenin yüksek
kur politikasıyla desteklenmesi, maaş politikasıyla da iç piyasadaki
hareketliliğin sürdürülmesi bekleniyor. Ancak bunun sürdürülebilir bir ekonomik
ortam hâline gelmesi için gerekli şartlar var. En önemlisi, kendi kendimize
yetebilme oranımız. Bu da üretim gücümüzü arttırmakla mümkün. İşlenmemiş ürün
alıp işleyerek ihraç ettiğimiz için ithalat kalemlerinde görüyor olsak da
tarımda kendi kendimize yettiğimiz gerçeğini bir kenara koyalım. Ancak
teknoloji ve sanayi üretimindeki eksiğimiz herkesçe malûm. Sadece otomobil ve
savunma sanayii üretimi ile bir yıl içinde bu açığı kapatmak zor. İthalattaki
en büyük kalem olan enerji için ise daha büyük müjdelere ihtiyacımız var.
Dolayısıyla önümüzdeki bir yıl içinde reel ekonomik
verilerin çok da beklendiği gibi düzelmesi biraz zor görünüyor.
Burada iki önemli kozumuz var: Birincisi, ihracatta
düzenli olarak yükselen grafiğimiz... Aylık bazda yüzde 93,4’ü gördüğümüz
ihracatın ithalatı karşılama oranı, kur avantajıyla dış ticaret dengesini
ihracat lehine bozmaya çok yakın. Cari açığın kapanması elbette çok önemli; ancak
bunun sürdürülebilir olması, önceki paragrafta saydığım alanlarda plânlanan
yatırımların alıcı bulmasına bağlı. Bu da Hükûmet’in ısrarla sürdürdüğü Türk devletleri
ve Afrika ile ortaklık projelerinin hayata geçmesine bağlı. Yani üretim
başlamadan alıcı bulunacak yatırımlardan bahsediyorum. Doğalgaz ve petrol
keşifleri, yeni maden sahalarının açılması ve işletme tesislerinin plânlanması,
Kanal İstanbul ve benzeri vizyon projelerine akacak sıcak paralar bu çarkı
döndürebilir.
Evet, bir yıla sığması zor olsa da imkânsız olmayan
bir çıkış yolu… 2023’te Erdoğan’ı tekrar dümende görebilmek için, Anayasa bizi
erken seçime zorlayabilir. Erken seçim, TOGG ilk aracını sattıktan, 2022
verilerini elimize aldıktan, 2023 maaş zamları vatandaşı mutlu ettikten,
Karadeniz doğalgazı kullanılmaya başlandıktan sonra olur. Bütün bunlar da 2023
baharını bulur.
Yani erken seçim isteyenler sevinsinler, muhtemelen seçim erken olacak. Hemen seçim isteyenler de üzülebilirler; en erken seçim, 2023 baharında!